BU TOPRAKLARIN ÖTEKİLERİ

“Farklı olduğun “öteki” olduğun bilinciyle oluşan bir kimliktir Türkiye’de Ermeni kimliği. Sosyoloji de bu anlamda “öteki” nin inandıkları uğruna mücadele etmesine olanak tanıyan bir “öteki” bilimidir” diye tanımlıyor Linda Barış ‘Türkiye’de Ermeni Okulları ve Ermeni Kimliği’ kitabında. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap Barış’ın doktora çalışması. Kendisi de Ermeni olan yazar yok sayılmanın, kültür karmaşası yaşamanın güçlüğünü okuyucuya, Ermeni öğrenciler ve öğretmenlerle yaptığı görüşmelerle aktarıyor.

ODTÜ Sosyoloji bölümünde doktora yaparken bu alanda çalışmaya başlayan Barış’ın çıkış noktası ‘Ermeni okullarında eğitim nasıldı, dersler nasıl işleniyordu, öğretmenler ne şekilde görevlendiriliyor, maaşlarını nereden alıyorlardı, öğrenciler tarih derslerindeki kitaplarda anlatılan hain Ermenileri okuduklarında neler hissediyordu, müfredatın kimlikleri üzerindeki etkisi neydi gibi sorular olmuştur. Ancak Linda Barış kitabının önsözünde tezinin onaylanması sürecinde de zorluklar yaşadığını yazıyor. “Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün tarihinde bir ilk olarak oy çokluğuyla geçebildiğinde danışmanım Erdoğan Hoca şöyle dedi: Hani senin bu tezde anlatmak istediğin şey var ya, hani Türkiye’de Ermeni olmak ne demek, işte bu tezin başına gelenler de tam da budur.Yazar kitabının bu nedenle ‘Türkiye’de Ermeni olmak ne demektir?’ Sorusunun yanıtını verdiğini söylüyor.

Kitapta Türkleştirme politikalarının Ermeni eğitim kurumlarına nasıl yansıdığını okuyoruz. Müfredat ve ders kitaplarının ele alındığı bölümde ulus-devlet için gerekli tipte vatandaşlar yetiştirmenin yolunun eğitimden geçtiğini görüyoruz. “Baumann’ın sivil ya da sivil kimlik (sivil/yurttaş kimlik) olarak bahsettiği kimliklerin en önemli özelliği bilinçli bir şekilde ve belli bir doğrultuda belirli bir amaç için yaratılmış olmalarıdır. Bu süreçte okulların ve eğitimin ne derece önemli olduğunun farkına varan hükümetler eğitim ile ilgili politikalarını en önemli görevleri arasında saydılar… Bu yüzden çok geçmeden müfredat, ulusal görkemin kutsal efsanesi olarak ulus-devletlerin iftiharı haline geldi.” Kitapta Ermeni okullarında müfredat ve ders kitaplarının yanı sıra özellikle tarih derslerinde öğrencilerin yaşadıkları, kendi tarihlerinin yok sayılması, ‘kötü çocuk’ olarak anılmaları, Ermeni okullarında tarih öğretmeni olmanın empati yapmayı zorunlu kılması gerektiği konusundaki hassasiyet tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Konunun farklı boyutları kitapta o kadar kapsamlı ele alınıyor ki kendinizi Ermeni vatandaşların yerine koyup, neler hissedebileceklerini ve kimliklerini saklayarak nasıl büyüdüklerini görüyorsunuz.

“BU KİTAP ÖTEKİ’NİN ÖZ SAVUNMASI!”

Linda Barış, çalışmasında nitel araştırma yöntemi kullandığını, veri toplama ve veri analizleri sürecini metin analizleriyle desteklediğini ifade ediyor.  Görüşmeciler de bu yöntemle seçilmiş, Ermeni okullarında hiç eğitim görmemiş, eğitimini yarıda bırakarak ilkokul, ortaokul ve lisede Türk okullarına geçiş yapanlar, Türk okullarında okuduktan sonra Ermeni okullarına geçiş yapanlar, yalnızca Ermeni okullarına devam etmiş olanlar ile Ermeni okullarından mezun olanlar birbiriyle karşılaştırılıp Ermeni okullarının Ermeni kimliğinin oluşumundaki etkisi ölçülmüştür. Araştırmacının kendisi de Ermeni okullarından mezun olmuştur üstelik bu okullarda iki yıl öğretmenlik yapmıştır. Barış, Türkiye’de Ermenilerin kendi kimlikleri ile ilgili konularda suskun kalmaları ve özellikle Ermenilik, Ermeni okulları veya okullarda yaşanan sorunlarla ilgili görüşleri alınmak istendiğinde, kendilerini Ermeni olmayan kişilerin yanında güvende hissetmediklerinden söz ediyor. Bunun da Türkiye’deki Ermenilere has bir durum olduğunu söylüyor.  “Dışlanma ve ayrımcılığın yarattığı güvensizlik bu tip konuların aile veya yakın çevrede dahi fısıldayarak konuşulmasına neden olmaktadır.”

Barış, “Öteki, hayatta kalabilmek için nasıl bir toplum tarafından dışlandığını bilmek zorundadır. Öteki, kendisini bir küfür, bir aşağılama nesnesi olarak gören toplumda, kendi öznesini içinde yaşadığı toplumun kendisini değersizleştirerek nesneleştiren yapısı üzerinde kurmak zorunda kalır. Kısacası öteki, toplumun kolektif öznesinin gözünden kendi değersiz nesnesine bakarak özneleşir” diyor.  Bu nedenle yazar ötekinin yapacağı sosyolojik analizlerin onun için gerçek anlamıyla bir savunma sporuna dönüştüğünü belirtiyor. “Bu yönüyle bu kitap ötekinin kendi öz savunmasıdır.”

“DEVLETİN OKULU OLMADAN ULUSAL VİCDANI OLMAZ”

Baumann devletin, okulları olmadan ne milletleri ne de toplu “ulusal vicdanı” olacağını belirtir. Ona göre milli okul, birçok yönden ulusal bilincin misyon istasyonu haline gelmiştir. Baumann’a göre bir devlet kurumu olarak okullar olmasaydı ne milliyetçilik var olacaktır ne de devam edebilecektir. Okulların toplumu oluşturan bireyleri şekillendirdiğini göz önüne alırsak müfredatın öğrenci üzerindeki etkisini daha iyi analiz edebiliriz. Müfredatın uygulanmasında ders kitapları kilit öneme sahiptir. Linda Barış kitabında ders kitaplarının kapaklarında kullanılan görsellerden, ele aldığı veya almayı uygun bulmadığı konularla öğrencilere temel bir mesaj verme amacıyla hazırlandığını belirtiyor ve ekliyor: Kolektif hafızanın oluşması ve milli kimliğin şekillenmesi ders kitaplarıyla olur.

“TARİHSİZLEŞTİRİLEN ERMENİLER”

Yazar Ermenilerin ders kitaplarında nasıl yer aldığını, yıllar içinde yaşanan değişimi örnekleriyle aktarıyor. Kitapta önemli bir noktaya daha dikkat çekiliyor: Ermeni okullarında Ermeni Tarihi diye bir dersin olmayışı, kendi ait oldukları topluluğun tarihiyle ilgili hiçbir şey bilmeyen Ermeni nesillerin oluşmasına neden olmaktadır. Tarihsizleştirilen Ermeni öğrenciler diğer yandan da Türk tarihi dersleri görmekte ve bunun sonucunda Türk tarihini kendi tarihlerinden çok daha iyi bilmiş olarak Ermeni okullarından mezun olmaktadır.

Ermeni okullarında tarih dersini Türk öğretmenlerin verdiği göz önünde bulundurulunca konunun hassasiyeti daha çok ortaya çıkmaktadır. “Binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda hiçbir kültürleri, hiçbir izleri yokmuşçasına aşağılanarak bahsedilen “Ermeniler” ile ilgili, Ermeni öğrenciler bu budanmış tarih anlatımını, dersi verecek kişinin “Türk” olması zorunluluğuyla birlikte, bir ders olarak gördüklerinde, kendi aidiyetlik duyguları, kimlik/özdeşlik algıları, bu arada kalmışlıkları onlarda Ermeni kimliği ile ilgili nasıl bir algı oluşturmaktadır. Ermenilerin eski ve bir yandan da ilginç olan tarihinden bihaber olarak büyüyen genç Ermeni nesiller, gurur duygusu oluşturabilecek bu tip olgulardan mahrum olmalarıyla hatta tam tersine “gurur” dan çok uzak bir duygu olan “dışlanmışlık, aşağılanma” gibi duygularla kendi etnik kimliklerini oluşturmaktadırlar.” Barış’ın öğrencilerle yaptığı görüşmeler sırasında aldığı yanıtlar da bunun kanıtı gibidir.

 “VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ”

Kimlik ve Dil başlıklı bölümde Türkiye’de ulus-devlet, azınlıklar ve dil politikası ele alınıyor. 1928 yılında çıkan ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyası hatırlatılarak Türkçenin kamusal kullanımının yaygınlaştırılması, bu alanlarda Türkçe konuşmanın mecburi kılınması gibi dil politikaları anlatılıyor. Öte yandan da Türkçe dışındaki dillerin kullanımının kısıtlanmasından söz ediliyor. Bu önlemlerden biri olan azınlık isimlerinin Türkçeleştirilmesi örnek olarak veriliyor. Rıfat Bali bir ulus devletin kurulmakta olduğu bir ortamda herkesin Türk dilini, Türklük ülküsünü ve Türk kültürünü içtenlikle benimsemesinin, özümsemesinin anlaşılabilir olduğunu belirtir. Barış, Bali’nin bu sözlerini hatırlatıyor ancak zamanla bu taleplerin azınlıklara karşı baskıcı ve tacizci yapıya dönüştüğünü yazıyor. Bu bölümde Ermeni dilinin Ermeniler için önemi, okulların bu anlamda görevi ve yaşadığı zorluklar, Ermenice bilmeden Ermeni olup olunamayacağı irdelenen konu başlıkları arasında.

“YOKLUĞUM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

İlkokulu ve ortaokulu Ermeni okullarında okuyup lise ve üniversitede Türk okullarına geçmek durumunda kalan öğrencilerin yaşadıklarına veya liseyi az sayıda kalan ve sadece İstanbul’da bulunan Ermeni liselerinde okuyan çocukların yalnızlıklarına, toplumdan izole edilişlerine tanık oluyoruz. TEOG, üniversite sınavı veya toplumdan dışlanmamak amacıyla yapılan okullar arası geçişin nasıl bir kimlikler arası geçişe dönüştüğünü görüyoruz.

Getronagan Lisesi dışında Ermeni okullarında tüm dersler Türkçe işlenmektedir. Getronagan Lisesi’nde son sınıfta okuyan bir öğrenciyle yapılan görüşme Türkiye’de yaşayan Ermenilerin nasıl Türkleştirildiklerinin de kanıtıdır:

“…Kendime hep şu soruyu sordum: ben niye bir soruyla karşılaştığımda, kendi kendime konuşurken, neden Türkçe düşünüyorum da Ermenice düşünmüyorum.”

Linda Barış, diasporadaki Ermenilere ya da Ermenistan’daki Ermenilere göre Türkiyeli Ermenilerin Türk olduğunu belirtiyor. “Bu yüzden Hrant Dink’in de bir zamanlar yapmış olduğu tespitte olduğu gibi Türkiyeli Ermeniler, “ne anavatana ne de diasporaya ait bir topluluktur,” Türktür, Türkleşmiştir. Kitap arafta kalan, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin yaşadıklarını tanıklarıyla anlatan kapsamlı bir çalışma. “Yokluğum Türk varlığına armağan olsun” sözleri yaşadıklarını net bir şekilde aktarıyor.  

İlkokulu ve ortaokulu Ermeni okulunda okuyup lisede Türk okuluna geçen bir öğrencinin “Kendini Ermeni olarak tanımlıyor musun?” sorusuna verdiği yanıt çarpıcı.

  • Arada kalmış hissediyorum.
  • Nasıl bir aradalık?
  • Yani hem Ermeni’yim ama hem de Ermeni değilmişim gibi. Farklı bir yer yani kimlik olarak tamamen Ermeni’yim diyemem ama Müslüman hiç diyemem. Böyle bir araftayım.

HRANT DİNK: BENİM KİMLİĞİM HER ZAMAN ÖTEKİYDİ VE KÜÇÜMSENDİ

Linda Barış, kitabının son bölümünde Hrant Dink’in öldürülmeden önce kimliğine ve bu coğrafyaya yaklaşımına ilişkin sözlerini hatırlatıyor. “Türkiye’de Ermeni kimliğine o kadar çok saldırıyla karşılaşıyorsunuz ki, kendinizi savunma pozisyonunda buluyorsunuz. Benim kimliğim her zaman ötekiydi ve sık sık küçümsendi. Farklı olduğumu tekrar tekrar gördüm. Benim gibi birçok insan bu ülkeyi terk ediyordu, ama ben ayrılmak istemiyordum-kalmak ve doğru olduğunu düşündüğüm şey için savaşmak istedim.” Yazar trajedinin tüm bunlara neden olan zihniyetin hiçbir zaman değişmemiş olması olarak açıklıyor.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

BENİM ADIM SIKINTI

Gaye G. Özdamar

Nesin Yayınevi

Çocuk yayıncılığının uluslararası alanda en saygın seçkisi kabul edilen White Raven kataloğuna Nesin Yayınevi’nden çıkan Gaye Özdamar’ın yazdığı, Şeyda Ünal’ın çizimlerini gerçekleştirdiği ‘Benim Adım Sıkıntı’ kitabı girdi. Yayınevini, kitabın yazarını ve çizerini tebrik ediyoruz.

HAVADA ASILI KALAN TOP

Behiç Ak

Günışığı Kitaplığı

Behiç Ak yeni kitabı ‘Havada Asılı Kalan Top’ ile unutmaya şartlanmış, alışkanlıklarına bağımlı bir kasaba halkının üzerindeki gizemi çocukların merakı ve yaratıcılıklarıyla dağıtıyor.

KONSERVE KUTUSUNDAN ÇIKAN ÇOCUK

Christine Nöstlinger

Günışığı Kitaplığı

Kim Takar Salatalık Kralı, Alev Saçlı Çocuk, Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk, Konuk Değil Baş Belası gibi kitaplarıyla dünya edebiyatının klasikleri arasına giren Christine Nöstlinger’i sevgi ve özlemle anıyoruz. Kitap kurtları için listeye yazarın Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk kitabını ekledik.

ÇOK SATANLAR

1. Efsun, Selahattin Demirtaş

2. Okçu’nun Yolu, Paulo Coelho

3. Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar, Miraç Çağrı Aktaş

4. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli

5. Var mısın? Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler, Doğan Cüceloğlu

HAFTANIN KİTAPLARI

MODA KADIKÖY’ÜN GÖNGÖRMÜŞ SAYFİYESİ

Osman Öndeş

K İletişim Yayınları

Modalı olmak, Moda’da yaşamak; kentli olmak, kentte yaşamaktır. 19.yüzyılın ortasına dek Kadıköy’ün çayırlarından biri olan Moda tarihi köşkleri, yeşil alanlarıyla İngilizlerin, Fransızların gözdesi olmuş, her köşkün bahçesi seyrine doyulmayacak çiçeklerle bezenmiştir. Osman Öndeş, ‘Moda Kadıköy’ün Güngörmüş Sayfiyesi’ kitabında okuyucuyu tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Semtin geçirdiği dönüşümü, sokaklarına adını veren ailelerin yaşamını, komşuluk ilişkilerini, Moda üzerine yapılan çalışmalar ve kitaplardan alıntılarla okumak mümkün.

YÜZYILA DERİN BAKIŞ

Opr. Dr. Şükrü Esen

Prof. Dr. Sakine Esen Eruz

Bir evladın babasına yazdığı bir kitap ‘Yüzyıla Derin Bakış’. Prof. Dr. Sakine Esen Eruz, kitabı 103. doğum gününde babasına ithaf ederken aynı zamanda okuyucuyu bir tıp tarihine de çıkarıyor. Yazar, Türkiye’nin 1917-2017 yılları arasındaki çalkantılı tarihine farklı bir ışık tutan ‘Yüzyıla Derin Bakış’ kitabında Kastamonu Milletvekili Doktor Şükrü Esen’in hayatını belgelerle anlatıyor, ülkedeki siyasi yaşama ve tıp tarihine de değiniyor. Sakine Esen Eruz, babasının hikayesini uzun araştırmalar, aile üyeleri ve dostlarıyla yaptığı röportajlar sonrasında kaleme almış. Amacının yaşananları gelecek nesillere ulaştırmak olduğunu söylüyor ve ekliyor: Onların da Türkiye tarihini merak edip kendi tarihlerine sahip çıkmalarını, sorgulamalarını ve iyiyi kötüden ayırarak aynı hatalara düşmemelerini sağlamayı istedim. Kitabın röportajlar bölümü özellikle çok ilginç. ‘Opr. Dr. Şükrü Esen’in Ataları’ başlıklı bölüm Prof. Dr. Süleyman Dirvana ile başlıyor. İki doktorun anılarını, dostluklarını okuyorsunuz.

DOLUNAY İKİ GECE SÜRER

Başar Başarır

Can Yayınları

Başar Başarır Sibop kitabının ardından yeni kitabıyla okuyucuyla buluşuyor. Can Yayınları’ndan çıkan ‘Dolunay İki Gece Sürer’ kitabı zıtlıkların muhabbete, hüsranların umutlara, çılgınlıkların da hayırlara vesile olduğu muzip, hınzır bir roman.

YAĞMUR KAÇAĞI

Atilla İlhan

Türkiye İş Bankası Yayınları

Unutulmaz dizelerin şairi Atilla İlhan’ın kitaplarını Türkiye İş Bankası yayınları basıyor. Şairi ölüm yıl dönümünde ‘Yağmur Kaçağı’ şiiriyle anıyoruz.

Elimden tut yoksa düşeceğim/ yoksa bir bir yıldızlar düşecek/ eğer şairsem beni tanırsan/ yağmurdan korktuğumu bilirsen/ gözlerim aklına gelirse/ elimden tut yoksa düşeceğim/ yağmur beni götürecek yoksa beni…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi