Bu yalanlar insanların bu ülkedeki gelecek umutlarını ellerinden alan şeyler

Son Güncellenme Tarihi: Aralık 25, 2021 / 23:37

Türkiye rock-metal camiasının yakından tanıdığı Can Uzunallı, geçen yıl Kıyamet Uykuda şarkısı ile çıktığı yolculuğunu tamamladı. Bu yolculuğun meyvesi olan Sonsuz Döngü albümü, derin bir uykuda olduğumuz son zamanlarda hepimizi titretecek ve konforumuzu bozacak şarkılarla dolu.

Ekşi Sözlük’te ‘barsacar’ isimli kullanıcı şu yorumu yapmış Can Uzunallı için: “Normalde türkçe metal’de genelde bi olmamışlık sezilir, sözler sırıtır, zoraki uydurulmuş gibidir. ama can uzunallı vokaliyle türkçeyi metal müziğe çok güzel oturtuyor. kendi adıyla yine şarkılar çıkarıyor uzun zamandır. hakikaten en iyi metal seslerinden biri türkiye’deki. umarım hak ettiği yeri gelir.” Çok da doğru söylemiş. Zira şu zamana kadar –en bilinenleri Makine ve Murder King- birçok rock-metal grubunun içinde yer alan Can Uzunallı’nın ürettiği Türkçe metal hiç sarkmıyor, yan çizmiyor. Aslında gereksiz olan ama ‘ithal’ olduğu için ister istemez bir karşılaştırmaya giriştiğimiz yabancı metalle arasında bir mesafe yok sanatçının. Dirsek temasından da yakın duruyor metalin evrenselliğine.

Can Uzunallı bir süredir solo işler üretiyordu. Geçen yıl çıkardığı ilk teklisi Kıyamet Uykuda ile bir yolculuğa başlamıştı. O yolculuk Big Fat Mama Records etiketiyle yayınlanan Sonsuz Döngü albümü ile nihayete erdi. Tüm şarkıların söz ve müziği Can Uzunallı’ya ait olan albüm, gerek sound’u gerek de şarkı sözleriyle dinleyiciye sağlam bir tokat patlatıyor. Kolpacıları, yoz kafaları, bir tarafı bir tarafına tutmayanları iyice bir parlatıyor. Sonsuz Döngü, single’larla yatıp kalktığımız son iki yılda hem kulaklarımızın hasret kaldığı bir sound özlemini gideriyor hem de hepimizi titretecek şarkılarla rahat uykularımızdan uyandırmak için dürtüyor. Can Uzunallı, Sonsuz Döngü’yü anlattı…

Uzun süre Türkiye rock-metal gruplarındaydınız. Solo kariyere geçiş nasıl oldu? Var mıydı aklınızda?

Aslında yoktu. Grup müziği, hem de birbirleriyle uyumlu müzisyenlerden kurulu bir gruptan bahsediyorsak bu, her daim zengin bir üretim beklentisi ve heyecanı yaratır bende. Ancak, zaman içerisinde gelişen her şeyin rüzgârı beni buraya savurdu diyebilirim. Hâlâ bir grubun üyesi olsaydım da, bu solo albüm artık kaçınılmazdı. Çünkü benim de ”tamamen” kendim olarak anlatmak istediğim bir hikâye vardı.

Gruplarda çaldıktan sonra solo adımlar başladığında tarz olarak genelde –derecesi değişebilir- bir makas değiştirmesine rastlarız ama sizde bu olmamış. “Bildiğim yoldan şaşmam” mı diyorsunuz?

“Bildiğim”den ziyade “sevdiğim” sanırım daha uygun düşer. Müzik, çok renkli bir resim paleti gibi. En başından beri sevdiğim renkleri karıştırdım veya o renklere sahip grup ve projelerde yer aldım. Müziğin gelir amaçlı yönündense seçtiğim yönde gitmeyi tercih ettim. Bu mesleğin toplum tarafından genel bilinirliği magazinel sunumlarla şekillendiğinden kendini duyurmak zor evet ama ben ve benim gibi isimlerin veya grupların işi çok daha zor. Ancak ne olursa olsun bence bu, samimi olan yön ve samimiyet önemli ama kaybolmaya yüz tutmuş bir kavram.

Sonsuz Döngü’deki şarkıları 2010-2021 yılları arasında yazmışsınız. 11 yıllık bir süreç… Bu sürede değişikliğe gittiğiniz oldu mu şarkılarda? Biraz bahseder misiniz albümün hikâyesinden?

11 yıl içerisinde ne yaşadıysam şarkılar da buna göre şekillendi. “Müzik de bir ifade biçimidir” tanımı sağlıklı bir karşılık. 11 yıl içerisinde birçok şey yazdım. Kimi içime çok döndüğüm zamanları, kimi beni etkileyen yaşamları, kimi ise yaşadıklarımıza ettiğim isyanı anlattı ve 11 tanesi bu albümü oluşturdu. Sözlerden veya sertlik derecesinden hangi şarkı ne zaman yazıldı diye fikir sahibi olmak mümkün aslında. Misal “(F32)”, pandemi sürecinin yalnızlığı. O dönem benim hayatımın yönü de değişti. Bir kenara itilmiş, “en çok hangi sektör etkilendi” haberlerinde adı bile anılmayan, sosyal medyadan isyan eden ve cevap olarak “şimdiye kadar kazandıklarınıza sayın” gibi son derece sakil karşılıklar alanlar arasında müzik emekçileri de vardı. Tanıdığım, tanımadığım isimler hayatlarına son verdi bu dönemde. Bu ve diğer her şeyin etkisiyle bu albüme dair yazdığım son şarkı oluştu. Ancak hiçbir şarkı kompozisyon veya söz anlamında değişiklik yaşamadı.

Şarkıların mesajları ve tavırları gayet net. Sözlerle oynamıyorsunuz. Balta gibi iniyor kafamıza. Albümde de bir bütünlük var zaten. Ben lafı dolandırmayan bu tavrı önemsiyorum. Bu sizin için bir ifade biçimi mi yoksa yöntemi mi?

Yönteme daha yakın ama düşünsel yoğunuk arttıkça ifade biçimine yöneliyor. Dinleyicilere “bu şarkıyı direkt olarak şunun için yazdım” ile “bilin bakalım bu şarkı neyi anlatıyor” arasında bir anlatımı sunmayı seviyorum. Ancak anlattığım konuya göre bu anlatım, bir tarafa daha yakın oluyor ki başta bahsettiğim düşünsel yoğunluk sebebiyle de kaçınılmaz bir zuhûrat. Çünkü bu öyle bir tekâsüf ki, başka şekilde anlatamam diyorum. Birileriyle konuşma isteği gibi. Hiç tanımadığın birinin, kıyıya vuran şişenin içindeki notunu okuması gibi.

İnan Kendine, Unutulmuş Kaygılar’da insanı kendine yönlendiriyorsunuz. Buna son zamanlarda şarkılarda çok rastlıyorum. Sebebi nedir bunun? Çevremizden çok mu şey umduk zamanında?

Soruya istinaden şu an düşündüğümde, herhangi bir insan olarak çocukluktan başlayan zorunlu sosyallikler (mahalle, okul vs.) içerisinden seçerek oluşturduğumuz çevremiz, tercihlerimiz, kendi çevremizle yaşadıklarımız ve hayatta olduğumuz zaman aralığı içerisinde bizim dışımızda gelişen ve belirlenen şeyler (yönetim, savaşlar, hastalıklar, coğrafyanın kabulleri) sayesinde oluşan duvarlara çarpa çarpa yön bulmamız koşullanmış durumda. Her çarpışımızda umduğumuz şeyler de zarar görüyor. James Rohn’un sözüydü: “İnsan, birlikte en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” Bu da gerek tarihsel, gerek bölgesel düzlemde anlatılan şeyin ifade dilini, konusunu değiştiriyor ve belirliyor sanırım. Tarihe baktığımızda, savaş ve barış dönemlerindeki sanat ve sosyolojik veya ekolojik gelişim yansımaları birbirlerinden çok farklı. Bana gelirsek, kişisel olarak ben de bu dönem, doğruluk ve yanlışlık gibi kavramlardaki göreceliklerimi tarttığım çok şey yaşadım. Belki haklı, belki haksızdım. Bu şarkılar, o içsel tartışmalar ile alâkalı.

Albümdeki favori şarklarımdan olan Mitomani’nin hem çok güncel olduğunu hem de içinde barındırdığı güncelliğin hiç eskimeyeceğini düşünüyorum. Bunun sebeplerini anlatmaya gerek yok. Böyle şarkılar yaparken asabınız bozuluyor mu?

Bozulmaz mı? Ki bahsettiğimiz şeyler ufak tefek yalanlar da değil. Çok büyükler ve çoğunluğu olumsuzluğa iten, insanların bu ülkedeki gelecek umutlarını ellerinden alan şeyler. Kalanların da, durumu idrak edebildiklerinde artık yapacak bir şeylerinin kalmayacağı veya kader, kısmet gibi şeylere bağlayabilecekleri sonuçlarla kendilerini mağdur pozisyona konumlandıracak şeyler. Şunları yazmak bile asabı bozuyor. İşin daha da trajik boyutu, geçmişte bunların defaatle yaşanmış olması. Artık “son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda…” sözünden mi başlasak, “Rus tankları Berlin’e girene kadar…” sözünden mi bilemiyorum ancak genel olarak insan, tükettiği şeylerin nihayetinde kendinin tükeneceğini bilmediği ve bilim gibi bir ışık varken bu tükenişi başka şeylere dayandırarak kabul ettiği sürece bu mücadele sürecek. Ama her şeye rağmen mutlu olmaya çabalayacağız. Bulduğumuz en ufak mutluluk kırıntılarını toplayarak ve mücadele etmezsek, bu kırıntıları dahi tüketerek.

Sırada ne var sizin tarafta bizleri bekleyen?

İlk olarak, konser tabii ki. 2022’de albüm için ilk planım bu. Gidebildiğimiz, minimal koşulları oluşturabildiğimiz her yerde konser verebilmek. Şartlar el verirse 30 Ocak’ta İzmir’de ilk konseri yapacağız. Ayrıca albümün dijitalde kalmamasını istiyorum. Tabii bu aralar hammade sıkıntısından artan fiyatlar veya üretimi durduran / dükkânına kilit vurmak zorunda kalan işletmeler sonucu fiziksel kopya için belki de biraz daha beklemek gerekecek. Bilimsel yaklaşımdan uzak bir zihniyet yüzünden çoğu kapının yaptığı gibi onlar da kapanıyorlar. Ya da uyduruk ve moda tabirle “serbest gezen, organik” müzisyen olarak başka bir çözüm bulacağım. “Olmuyorsa, en kötü ben yaparım” diye bir mottom oluştu bu son zamanlarda. Ve elbette yeni şarkılar. Hâlâ anlatmaya ve paylaşmaya değer şeyler gördükçe, buna devam etmek istiyorum.

Ta ki susana kadar…

Burak Soyer

Burak Soyer 9 Ocak 1986’da Kütahya’da doğdu. 1992 yılında Çanakkale’ye yerleşti. İlkokul, ortaokul ve liseyi burada okudu. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı’nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı. 2005 yılında Radikal gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Radikal Kitap’ta stajyer olarak gazeteciliğe başladı. 2006-2008 yılları arasında Akşam gazetesi Ekler servisinde muhabir olarak çalıştı. 2008’in sonunda “memleketim” dediği Çanakkale’ye geri döndü. Burada çeşitli yerel gazetelerde görev yaptı. 2010 yılında internethaber.com’da editör olarak işe başladı. 2012 yılında Reklam Store şirketine bağlı 12 sektörel internet sitesinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Buradan ayrılıp sözcü.com.tr’de editör olarak işe başladı. Bu dönemde İstanbul Oyuncu Tayfası’ndan oyunculuk eğitimi aldı ve tekrar Çanakkale’ye dönerek Çanakkale’nin ilk özel tiyatrosu Tiyatro Troya’da oyunculuk eğitimine devam etti. Bu eğitimler neticesinde Son Mektup filminde George karakterini canlandırdı. 2009 yılında girdiği Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 2014 yılında mezun oldu.

Scroll to Top