Galip Umut Özdil

Galip Umut Özdil

BUGÜN 14 MAYIS DÜNYA ÇİFTÇİLER GÜNÜ...

’’Çiftçi, üretici başımızın tacıdır, biz her zaman çiftçimizin yanındayız. Siz yeter ki üretin, dağı taşı ekin’’ denilecek. Tarımsal desteklerde cumhuriyet tarihinin rekorlarının kırıldığını, ürün alım fiyatlarının hiç olmadığı kadar arttığını, tarımsal ürün ve gıda piyasasının denetlendiğini, hiçbir üründe arz sıkıntısı olmadığını söyleyecekler.

Üstelik bütün bunlar kağıt üzerinde doğru olacak.

ÇİFTİNİN HAKKI ÖNDENMEZ, ÖDEYEN DE YOK ZATEN

Kâğıdın diğer yüzünde ise ilk madde olarak piyasaya göre bir önceki yıla göre ortalama %200, resmi rakamlara göre %81 artan girdi maliyetleri artışı yazacak.

Çiftçimiz her zaman olduğu gibi küresel salgın döneminde de üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Pandemi döneminde pek çok sektör ya kapandı ya da uzaktan çalıştı. Ama çiftçimiz tarlada olmak zorundaydı.  Tohumun, tarlanın, bahçenin, hayvanın bekleyecek hali yoktu.

Market raflarında miktar bakımından kıtlık yaşamadıysak bunu en başta çiftçilerimize ve tüm tarımsal ürünleri, gıdaları sofralarımıza kadar getiren sektörün paydaşlara borçluyuz. Çiftçimizin hakkı ödenmez.

Zaten ödenmiyor da.  

KAYRILAN ÇİFTÇİYE BÜYÜK LÜTUF

Sektörü takip edenler hatırlayacaklardır; 2019 yılının sonunda 3. Tarım ve Orman Şurası düzenlenmişti. Ben şimdi sizi bir önceki Tarım Şurası’na götürmek istiyorum. 29 Kasım- 1 Aralık 2004 tarihleri arasında yapılan 2. Tarım Şurası’na da her zaman olduğu gibi ilgili kamu kurumları, üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve özel sektör katılıyor.

Alınan kararlardan biri şu: Tarımsal desteklerin GSMH içerisindeki payının iki yıl içerisinde % 2’ye yükseltilmesi ve dikkat: Daha sonra da artırılması.

Bundan 16 ay sonra, yani tam da şurada verilen 2 yıllık süreye uygun olarak 2006 yılında Tarım Kanunu çıkıyor. Tabi kanun yaparken de aynı şurada olduğu gibi ilgili tüm paydaşların görüşlerinin alındığı söyleniyor. Ancak o 16 ayda ne oluyorsa oluyor, aynı siyasi iktidar tarıma ayrılacak destekleri yarı yarıya düşürme kararı alıyor: Tarıma bütçeden ayrılacak kaynak gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz. (Madde 21)

O arada ne oluyorsa demiştik ya, aslında çok uzun yıllardan beri olan şudur; diğer toplum kesimlerinden özellikle siyasi açıdan daha rahat yönlendirebileceğiniz, kendi yanınıza çekebileceğiniz çiftçilere vereceğiniz desteklerin miktarını yasal güvence altına alırsanız, yani bir hak olarak sunarsanız, er veya geç o hak sizden talep edilir. O zaman bu hakkı sınırlı tutmalısınız ki, ileride özellikle seçim dönemlerinde vereceğiniz olur ya fazladan destekleri büyük bir lütuf gibi gösterebilir, ‘’çiftçimizi kayırıyoruz’’ diyebilir, algı yönetiminin bir parçası olarak kullanabilirsiniz.

Diyebilirsiniz ki kanunu da aynı siyasi aktörler yapmıyor mu? Evet. Ancak unutmayınız; bazen uluslararası düzenlemelere uyum sağlamak için kanun yapılır. Hatta yapılmaz ise yurt dışından gelen fonlardan yararlanamazsınız. Toplumda bu kadar detaydan haberdar olmadığı için rahatlıkla ‘’Biz sizleri düşündüğümüz için bu yasayı çıkardık’’ dersiniz. Bir taşla iki kuş vurur, alkışı alırsınız.

‘’OLSA OLSA…’’ METODU

Tarım Kanununa tekrar dönelim. En az GSYİH’nin %1’i kadar destek verilecek demiştiniz ya, peki verir misiniz? Hayır, ne gerek var. Verdiğiniz destek kanun yayımlandığından bu yana yıllara göre %0,4 ila %0,7 arasında gidip gelen oranlarda kalır. Kanuna uymazsınız yani.

Soran olursa da öyle bir hesaplama yöntemi bulursunuz ki; sanki diğer sektörlere hiç yapılmıyormuş gibi ‘’Faiz destekli borç veriyoruz, bazen borçları yapılandırıyoruz, hibelerimiz var’’ dersiniz. Hâlâ mı %1’i tutturamıyorsunuz, hiç sorun değil, şöyle devam edersiniz; Yapılan barajın, yolun, köprünün o bölge tarımına katkısını ‘olsa olsa’ metodu ile hesaplayıp eklersiniz. Böylelikle %1’i geçer, hatta %2’ye çıkar, OECD rekorları falan kırarsınız.

‘KUR’DAN KORUDUĞUN KADAR ‘KIR’INI KORU

Oysaki kırılan rekor bankaları, kooperatifleri ve piyasayı toplam olarak düşündüğümüzde 250 milyar liraya ulaşan çiftçi borçlarıdır.

Bir yılda, onu da bir yıl sonra alacağı desteğin (29 miyar lira) neredeyse 10 katı kadar borcu olan bir sektörden üretimin devamlılığını beklersiniz. Üstelik çiftçi bir yılda tarımsal girdiler için 350 milyar lira para bulmaya çalışken…

Kur korumalı hesap aracılığı ile 800 bin kişiye 3 ayda aktardığınız kaynak, çiftçi kayıt sitemindeki 2 milyon çiftçiye bir yıl sonra ödeyeceğiniz yıllık destekle yarışırken…

***

HAVZA HAVZA TEKNOLOJİK PLANLAMA

Her yeni bakan, yeni bir destekleme modeli uygular. Ülke imkânlarımız yeterlidir ama plansız, programsız iş yapıyoruzdur, yeni destekleme modeli bu sorunu çözecektir. Ülkeyi havza havza bölersiniz, yetmez bir daha bölersiniz, o da olmadı her ilçeyi bir havza yaparsınız. Bunu yaparken teknolojinin son imkânlarını kullandığınızı da söylersiniz. 20 yıldır tarım sayımı yapmamışsınızdır, hayvan sayınızı bilmek için taşra teşkilatınıza A4 kâğıtla talimat göndermek zorundasınızdır ama olsun. Toprağın altındaki tohumun gelişimini uydudan gören sisteminiz, ineği göremiyor olabilir. Kesilen ya da ölen hayvanların kulak küpelerinin saklandığı dolabı nasıl görebiliriz ki, değil mi?

Böldüğünüz havzalarda her ürüne aynı desteği vermeyeceksinizdir. Böylelikle en kronik sorun olan üretim plansızlığı sorununu kökünden çözeceksinizdir ki, bir telefon çalar. İl başkanı ‘Bizim burada şu ürüne verilen desteği kaldırmışsınız, bu ürünü eken kaç çiftçi var biliyor musunuz, seçim zamanı nasıl oy isteyeceğiz’ diyene kadar projenizi uygulamaya çalışırsınız. O telefon da proje açıklandığı gün çalar zaten.

***

AŞIRI MİLLÎ TARIM

Tüm dünya önce pandemi döneminde tarım ve gıda milliyetçiliğini şimdilerde ise genel olarak siyasi milliyetçilik akımını konuşuyor ya, siz geleceği çok önceden görmüş 7 yıl önce Millî Tarım Projesi’ni başlatmışsınızdır. Sadece kendine yeten değil, dünyadaki yaklaşık 1 milyar aç insanın imdadına da yetişen bir tarım diye yola çıkmışsınızdır bile. Sonra bir bakarsınız ki tarımda kullanılan ne kadar girdi varsa büyük bir bölümü bırakınız millîyi, yerli bile değil. Döviz kurundaki en küçük hareket ekilmeyen toprakların miktarını alanını artırırken, siz ‘Son 20 yılda azalan 3,5 milyon hektarlık tarım alanı olsaydı ithal ettiğimiz ürünlerin büyük bölümünü ülkemizde üretebilirdik’ diyebilirsiniz.

Tarıma girdi sağlayan sektörlerin temsilcileri artık maliyet baskına dayamayıp, %70 ila %90 arasında ithalata bağımlıyız açıklamaları yapamaya başlayınca, örneğin bu ülkede 1939 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda yan ürün olarak kimyasal gübre üretilmeye başlandığını, 1950’lerde gübre fabrikalarının açıldığını, 1984’ten sonra küresel dayatmalarla özelleştirmelere mecbur bırakıldığımızı görmezden gelip, doğal gaz çıkarsa gübre üretiriz açıklaması yapabilirsiniz.  

Siz hasat zamanı yaklaşırken azot (yani gübre) eksikliğinden sararan tarlaları izlerken, çiftçi acaba tarlaya biçer girer mi diye düşünürken, ürün fiyatı 3-4 katına çıkmıştır bile.

Gıda fiyatlarınız küresel fiyatlara göre 3 kat daha fazla artarken, bunları üretecek sigortalı çiftçi sayınız 500 binin altına düşmüştür. Yaş ortalaması 57 olmuştur. Bu da sorun değildir, gelişmiş ülkelerde de böyledir zaten. Ama onlarda kooperatifler, piyasa düzeni, sabitlenen girdi fiyatları, 5-10 yıllık planlar falan vardır, aman durma üzerinde…

Bir bakanın ‘artık çivi çakamazsınız’ dediği yere öbür bakan toplu konut izni verirken, bir diğeri zeytinliklerin madenciliğe açılmasını elindeki zeytinyağı şişesi ile anlatır ki; siz de zaten o şişeyi ancak TV’de, raflarda görebilirsiniz.

***

KOPYALA YAPIŞTIR

2004 yılında yapılan 2. Tarım Şurası’nın 4. Maddesi ile, 2019 yılında yapılan 3. Tarım Şurası’nın 16. Maddesi aynıdır: Mera ıslah, tespit ve tahdit çalışmalarının ivedilikle tamamlanması.

Siz hayvanları hangi meraya çıkarsak ki diye düşünürken, fabrika yemine de 2 kat zam gelmiştir. Onun da ham maddesi ithal edilir.

Haydi, mazotu anladık çıkmıyor memleketten, gübreyi de bir nebze anladık doğalgaz yok, amonyak, fosfat kayası, potasyum falan yok ta yemin ham maddesi ne ola ki; ithal ediliyor diye sorarsanız: Mısır, buğday, soya, kepek, küspe…

***

Bugün 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü…

Herkes emeğin, özellikle de tarıma ve toprağa verilen emeğin değerinden ve kutsallığından söz edecek. Gıdanın, tarımın öneminin küresel salgın ile daha çok ön plana çıktığını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin küresel tedarik zincirini bozduğunu, küresel iklim değişikliğinin, kuraklığın olumsuz etkileri anlatacak.

Alınması gereken tedbirler konuşulacak haklı olarak. Alan bulunursa, dinleyen olursa…

Kutlu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Galip Umut Özdil Arşivi