Bugün bütün tarikatlar Tayyibîliğin kolları!

Türkiye’de bugün dernek-vakıf adı altında faaliyet gösteren tarikat-cemaat oluşumları üzerinde resmi denetim yok mu?.. Aslında var. Ama bu denetim, söz konusu faaliyetlerin iktidar, yani ülkede mevcut dinbaz tek-adam rejimi yararına mı zararına mı olduğu yönünde gerçekleştiriliyor. Çünkü aslında bu ülkede epeydir tek bir tarikat var ki o da Tayyibîlik. Gündeme ha bire gelen diğer tarikat-cemaat oluşumları ise “Tayyibiyye”nin kolları olmaktan öte bir işleve sahip değiller

Enes Kara’nın intiharı sonrası kamuoyunda sürdürülen tartışmaların bir parçası olarak Cübbeli’ye de tarikatlar kapatılsın çağrılarına ilişkin ne düşündüğünü sormuşlar, şahane cevap vermiş: “Açık değiller ki kapatılsınlar” şeklinde…

Doğrudur, tarikatlar bu ülkede bir “yasak realite”dir. Vardırlar, aktiftirler, etkilidirler, ama resmiyette yasaktırlar. Ahmet Mahmut Ünlü, nam-ı esas Cübbeli bunu gayet uyaklı ifade etmiş Saygı Öztürk’ün tarikatlar kapatılmalı mı sorusuna karşılık olarak: “Resmiyette tarikat yok ki kapatılsın. Herkes merdiven altı bir yerde iş yapıyor.”

Tarikatlar, dernek ya da vakıf altında faaliyet gösterir bu ülkede. Cübbeli buna da değinmiş ve bakın ne öneriyor: “Vakıflar müfettişlerine, dernekler masalarına iş düşüyor. Mutlaka denetim yapması lâzım. Tarikat adı altında olanlara daha çok denetim yapmalı. ‘Irz düşmanlığı, sübyancılık var mı, haşa af edersin kadın işi var mı’ diye daha çok denetlenmeli.”

Tarikatlar denetleniyor da!..

Peki, bugün dernek-vakıf adı altında faaliyet gösteren tarikat-cemaat oluşumları üzerinde resmi denetim yok mu?

Aslında var. Ama bu denetim, söz konusu faaliyetlerin iktidar, yani ülkede mevcut dinbaz tek-adam rejimi yararına mı zararına mı olduğu yönünde gerçekleştiriliyor.

Çünkü aslında bu ülkede epeydir tek bir tarikat var: Tayyibîlik.

Kamuoyunda gündeme ha bire gelen diğer tarikat-cemaat oluşumları ise esas itibarıyla “Tayyibiyye”nin kolları olmaktan öte bir işlevle karşımızda değiller.

Bu duruma daha önce de başka vesilelerle değinmiş, değerlendirmemizi ilgiye açmıştık. Sürmekte olan son tartışma vesilesiyle tekrar bazı hatırlatmalarda bulunalım!..

Yasaklasak da mı saklasak yasaklamasak da mı saklasak?!

Tarikatlar hususunda 19’uncu yüzyıl geç-Osmanlı döneminden Cumhuriyet'in başına, oradan da bugüne kadar yapılıp edilenleri özetlemek gerekse, “az gittik uz gittik, dönüp baktık ki gide gide bir arpa boyu yol gitmişiz” denilebilir.

Bugün söylenenler bu topraklarda yaklaşık 150 yıldır üç aşağı beş yukarı aynı mahiyette söyleniyor. Uygulamaya dönük girişimlerde de bulunuluyor. Ama bir türlü işin içinden çıkılamıyor ve tarikatları ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kapatma ve yasaklamadan da dem vuranlar olmuştur, denetim ve gözetimden de. Söz gelimi tarikatların Osmanlı döneminde de iki seçenek, “ıslah ve ilga” (çeki-düzen verme ve kapatma) gelgitinde kaldığı, konunun uzmanı tarihçiler tarafından kaydedilmektedir (Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, Dergâh Yayınları, 2003, s. 28-29).

Bugün tartışma hâlâ aynı minval üzere sürdürmekte: Tarikatları topyekûn yasaklamalı mı Cumhuriyet'in başında kanunlaştırıldığı gibi? Yoksa yasaklamayıp din adına onların faaliyetlerini denetlemeye, düzenlemeye ve elbette gözetlemeye de yetkin "dinbilir"lerden oluşacak bir kurul mu tesis etmeli?

Yani, yasaklasak da mı saklasak yasaklamasak da mı saklasak?..

Yasak, yaşam aşısı oldu

Kapatma-yasaklama seçeneğine bakalım! Cumhuriyet kurulduktan sonra, özellikle Şeyh Said İsyanı’nın yarattığı siyasi dalganın da sonucu olarak tarikatlar (tekke-türbe-zaviyeler) bir kanunla 30 Kasım 1925’te kapatılıp yasaklandı da bu “söktü” mü, sökmedi. Tam aksi istikamette, aslında çoktandır toplumsal-kültürel olarak sönümlenmekte olan bu yapılara "hayat üflemiş” olundu. Durumu, 20. yüzyılın ilk yarısında bu topraklarda Nakşibendiliğin en önde gelen ismi olan Abdülhakim Arvasi'nin şu sözleri özetler:

"Hükümet tekkeleri değil boş mekânları kapattı. Onlar kendi kendilerini çoktan kapatmışlardı."

Bu ifadeyi sonraki gelişmeler doğrultusunda revize etmek gerekirse şu söylenebilir: Cumhuriyet hükümeti, tekkeleri değil boş mekânları kapatmış olsa da yasakçı siyaset, bunların yeniden ihyasına yol açtı.

Yasak, gözlerden uzak izbe köşelere sinen bu yapıları halk nezdinde daha çekici kıldı, deyiş yerindeyse onlara yaşam aşısı oldu.

Şirkten kaçarken ‘şirket’e tutuldular!

Kuşkusuz 1950'den itibaren çok partili yaşamın ülkede işlerlik kazanması ve siyasal tercihlerde dinsel tutum ve davranışların belirleyici olmaya başlaması, tarikat ve diğer dinsel örgütlenmelerin toplumsal alanda da siyasal süreçlerde de daha etkin olmalarının önünü açtı. Bununla birlikte kaydetmek gerekir ki askerin “siyasi özne” olarak, özellikle MGK dolayımıyla varlığını baskın biçimde hissettirdiği on yıllar boyunca ne kamusal görünürlük ne de açıktan etkinlik sergileme noktasında çok büyük imkanlar yoktu tarikatların önünde.

Bu imkânlar AKP ile gelmiştir.

İşte bu noktada şu savı değerlendirmeye sunmak gerekir: Cumhuriyet Türkiyesi’nde tarikatların palazlanması, yasakçı resmiyet doğrultusunda bu yapıların hareket kabiliyetlerinin sınırlanmaya çalışıldığı dönemlerde olduysa eğer, tarikatların bozulma, dejenerasyona uğrama ve ipliklerinin pazara çıkma süreci de onları alabildiğine kollayan, hareket imkanlarını sınırsızca artıran AKP döneminde oldu.

Yani şöyle çarpıcı ama genelde göz ardı edilen bir sürekliliğe dikkat çekmek gerekir: Cumhuriyet'in kurucu iradesi, tarikatların içine kapanarak büyümesine, güçlenmesine, popülerleşmesine sebep oldu. AKP ise tarikatların dışa dönük hale gelmesinin ama öte yandan da çözülme ve dibe vuruş sürecinin önünü açtı.

Şöyle ki tarikatlar, kamusal hareket serbestisi kazandıkça belki tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar pespayeleştiler. İktidar nimetlerinden alabildiğine yararlanıyor olma, onları “masiva”ya (dünya işlerine) ve paraya lehimledi. “Şirk” hassasiyetinin yerini "şirket" hassasiyeti aldı.

Üzerlerinde "Edeb Ya Hû" yazılı kapılardan girilen tekkeler, otomatik bariyerlerin açılmasıyla özel güvenlik görevlileri nezaretinde ancak girilebilen holdinglere dönüştü.

“Erdoğan, tarikat-cemaat takmaz!”

Ama bütün bu süreçte ortaya bugün kimsenin öyle kolay kolay baş edemeyeceği muazzam mı muazzam bir başka "tarikat" da çıktı

"Tayyibilik" bu!..

Bugün, AKP reisi bu ülkede etkin olduğu sürece tarikat ve cemaatlerin Türkiye siyasetinde bir etki gücü olamayacağı İslami camia içinden çoklukla yapılan bir tespit. Şu sözler, İslamî hareketin Türkiye’de 1960’lar sonundan itibaren süregelen macerasında hep içinde olmuş, Erdoğan’ı da ilk gençlik yıllarından itibaren gayet iyi tanıyan bir şahsiyete ait:

“O [Erdoğan], hiçbir tarikatı-cemaati takmaz. Hiçbirini kaale almaz. Ama bunu karşı taraf bilmez. Çünkü o da dini onlar kadar bilir. Erbakan öyle değildi. Onun dinî bilgisi bu ölçüde yoktu. Tayyip Erdoğan gibi İmam-Hatip’te okumadı. İstanbul Erkek Lisesi mezunuydu. İTÜ’de okumuş, Almanya’da doktora yapmış birisi o. Dolayısıyla Erdoğan tarikatları ciddiye almaz. İhtiyaçlarını karşılar, o kadar. Ondan öteye gitmez. Eğer onlar bununla yetinmez, ona karşı daha da ileri giderlerse, onlara da ‘Paralelciler’ gibi tepki gösterir, yetmiyor mu verdiğimiz, der” (akt. T. Atay, Parti, Cemaat, Tarikat: 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri, Can Yayınları, 2017, s. 181).

Hem Reis, hem ‘Meşihat makamı’

Diğer taraftan muhtelif tarikat-cemaat oluşumlarının içinde de yukarıda sarf edilen sözlere ilişkin bir farkındalık yok değildir.  Onlar da ülkede artık en büyük “cemaat”in AKP, hatta daha da öte başlı başına Erdoğan olduğunu şöyle ifade etmekteler:

“Artık cemaate de tarikata da ihtiyaç kalmadı ki, kendisi bir ‘cemaat’ haline geldi. Bir şeyh dedirtmediği kaldı kendine” (Atay, aynı kitap, s. 183).

Bu doğrultuda Erdoğan için “Meşihat (şeyhlik/şeyhülislamlık) makamı yakıştırmasında bulunanlar da olduğunu belirterek bahsi kapatalım.

Sonuç olarak, hep vurguladığımız gibi “Erdoğan Türkiyesi”nde tarikat-cemaat dendiğinde söylenebilecek olan şudur: Hem tarikat hem cemaat, tek tarikat tek cemaat, Erdoğan!..

O yüzden şu ya da bu tarikatı, o ya da bu cemaat yurdunu kapatmışsınız, kapatmamışsınız, fark etmez, bir yararı olmaz, sonuç değişmez.

Filhakika, “Tayyibîlik” yanında onlar, zevâidden ibaret değillerse eğer, olsa olsa cim karnında bir noktadırlar, o kadar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi