BÜYÜDÜĞÜNDE DOKTOR OLAMAYANLARIN İNTİKAMI

BÜYÜDÜĞÜNDE DOKTOR OLAMAYANLARIN İNTİKAMI
Çaresizlik içinde çırpınan muktedirin yarattığı şiddet ve cezasızlık iklimi içinde kendilerinden ve meslek birliklerinden başkası yok yanlarında, kapının ardındaki ”kuralları biraz zorlayarak içerideki hastalarını görmek...

Çaresizlik içinde çırpınan muktedirin yarattığı şiddet ve cezasızlık iklimi içinde kendilerinden ve meslek birliklerinden başkası yok yanlarında, kapının ardındaki ”kuralları biraz zorlayarak içerideki hastalarını görmek isteyen hasta yakınlarının oluşturduğu şiddet olaslığı’na karşı. Oysa onlar ölürse biz de ölürüz.

                Her meslek, buluştuğu kişiyi dönüştürür, dünyaya bakmak için özellikli bir pencere  açar. Hele ki sevilmiş, benimsenmiş, içinde bir konfor alanı yaratılmışsa.

                Ama eğer çalışma alanınız insan bedeniyse, o bedenin acısı, sancısı, içi, dışı, hücresi, dokusu, organı, ölüme giden ya da ölümden dönen yoluysa bir başka dönüşürsünüz. İşin tuhafı nasıl dönüştüğünüzü anlamazsınız bile. Bir gün gelir, bir bakarsınız doktor, hemşire, sağlık personeli olmuşsunuz. Hayatınızı kefeleri rasyonalite ile empati olan terazide dengede tutmayı öğrenmişsiniz.

                Başka şeyler de öğrenirsiniz elbette...

                Hem bedeninize hem ruhunuza bir direnç, bir dirayet gelip yerleşir. Az uykuyla, az yemekle yaşayabilir, günü ayakta geçirebilir, bir insanın iç organlarına bakabilir, durmuş bir kalbi tekrar çalştırabilir, mutlu haberler vermenin sevincini, verilen kötü, acılı haberlere dayanma gücü kılabilir, ağrının yerini tahmin edebilir, yeni doğanın ciğerlerini yakan ilk nefesi de, ölüm döşeğindekinin yorgun son nefesini de ensenizde hissederek yaşamayı öğrenirsiniz.

                Sonra gün gelir, bir hasta yakını suratınıza yumruğunu atıverir, kalbinize bıçağını sokuverir.

“Damgalanan” Sağlıkçılar

            Sağlık çalışanına yönelen şiddet ne Türkiye’de, ne de dünyada yeni değil.

                Saldırganlık dürtüsünün ve onun vücut bulmuş hali olan şiddetin; yardım eden, iyileştiren, deva olan bir meslek grubuna yönelmesi serinkanlı bir düşünce yapılanmasında anlaşılmaz gibi görünse de, “Görünenin ardında her zaman başka bir şey olduğunu” akıldan çıkarmamak gerek.

                Sağlık çalışanıyla hastası arasında eşitliğin kurulması zor bir ilişkinin varlığı ve tıbbın doğası gereği taşıdığı asimetri (irade koyma eşitsizliği), ilişkinin zaman zaman kırılganlaşmasına, gerginleşmesine ve karmaşık hale gelmesine yardım eder. Bu gergin karmaşa dışsal faktörleden (yaş, cinsiyet, etnik köken, sosyal ve ekonomik konumlanmalar vs) beslenerek kendini tekrar tekrar üretir.  Hele bu dışsal faktörlere bir de pandemi gibi olağanüstü haller ve “nedense?” iktidar dilinin sağlık personeline karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen öfke de eklenince acil odalarında sedyelerden barikatların kurulması gerekebilir.

                Oysa aynı sitede, apartmanda oturduğunuz komşularınız “normal” seyirde giden gündelik yaşamda sizin varlığınızı bir güven unsuru olarak algılayıp, ellerinde tahlil sonuçlarıyla sizi kapıda bekler, tansiyonlarını ölçtürüverir, o meşakkatli randevu süreçlerinde sizden küçük iyilikler isterken, şimdi can sıkıcı küçük burjuva duyarlılıklarını kağıda döküp ilan panolarına asmakta sakınca görmemektedir. Bu küçük hatırlatmalar sizden “merdiven korkuluklarına dokunmamanızı ve arkadaki asansörü kullanmanızı “önemle rica etmektedir”

                Ya da çalışmaktan halinizin, zamanınızın kalmamasından ve ev ahalisini kendinizden koruma zorunluluğunuzdan evinize gidemediğiniz için parasını ödediğiniz otelde “Diğer müşterilerin sizden rahatsız olması” nedeniyle kapının önüne konuluverirsiniz.

                Bir vali çıkar, sizin kendinizi koruyamadığınızı, kendisine yük olduğunuzu ve sizin yüzünüzden salgında geri dönüşü konuşamadıklarını söyleyiverir.

                Beş adet maskeyi dağıtmanın becerilemediği yönetim ve organizasyon içinde, bir belediye aile hekimlerine koruyucu ekipman dağıttığı için (bu ne cüret, iyilik de yardım da tek merkezden gelmelidir) sosyal medyada kendi kentinin belediyesine teşekkür eden bir aile hekimine, yine kendi kentinin İl Sağlık Müdürlüğü soruşturma açıverir.

                Dağıtılamayan, parayla da satılamayan ve sinir bozucu bir havuz problemine dönüşen o beş adet maske, maskesine ulaşamayan vatandaşın öfkesini hakaret, küfür ve fiziksel saldırı yoluyla eczacılar ve eczane çalışanlarına yöneltmesine neden oluverir.

                Neredeyse her gün medyaya, burnu kırılan, darp edilen, ısırılan (evet yanlış duymadınız, şu pandemi döneminde bir hasta yakını poliklinik sekreterini ısırdı) kanserinin terminal döneminde olan hastanın ölüm haberini yakınlarına verdiği için oksijen tüpüyle saldırıya uğrayan sağlık çalışanlarının, sokakta kimliği belirsiz kişilerce darp edilen afiliasyon ekiplerinin, kendisinden test için ücret talep edilmesine sinirlenip acil kapısından arabasıyla girmeye karar veren hastaların, Covid-19 şüpheli hasta taşıyan ambulansa taş atan vatandaşın (sembol dilinin yadsınamaz çekiciliği ve gücü!) haberleri düşüverir.

                Tıp bu, siyasete benzemez!

            Salgının başladığı ilk günden beri Türk Tabipleri Birliği (TTB)“nafile” bir ortak akıl çağrısı yapıyor. Ama sesini duyan yok.

                Ama TTB vazgeçmiyor, kendi komisyonlarını kuruyor, kendi değerlendirmelerini yapıyor, geçmişinden bugüne taşıdığı o sağlam sivil toplum kuruluşu geleneğinden taviz vermeden toplum yararına çalışmaya devam ediyor. Çünkü işlerinden biri de bunu yapmak.

                Türkiye’deki hekimlerin %88’inin üyesi olduğu TTB, neredeyse her gün yaşamını kaybeden bir üyesinin ya da sağlık çalışanının acısıyla yapıyor bunu. Vazgeçmeden, bir türlü şeffaflaşamayan vaka sayılarından, alınamayan ya da “zevahiri kurtarmanın” ötesine geçemeyen tedbirlere gerçekleri söylüyor.

                Ama hukuktan eğitime, ekonomiden sağlığa işlerin sarpa sardığı iktidar cephesinde, muktedirin küçük ortağı, günümüz dünyasının popüler söylemi “krizi fırsata çevirme”nin adeta sağlamasını yaparcasına Türk Tabipleri Birliği’nin derhal ve gecikmeden kapatılması gerektiğini buyuruyor.

            Ne yazık ki bu kadarla da yetinmiyor.

                Açıklamasının devamında içinde “Türk Tabipler Birliği isminde ihanet oluşumu, sadece adında “Türk” bulunan, sözde artan vakalar, siyah kurdele, zehirli ve zillet bir komplo, Korona kadar tehlikeli, tehdit saçan, hükümete yönelik haince bir tertip” gibi ifadeleri taşıyan cümleler kuruyor. E ne de olsa iktidar elden gidiyor.

                Bu korkunç açıklamanın iki gün sonrasında bir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil müdahale odasının görüntüleri düşüyor önümüze. Beşi doktor on sağlık çalışanı kapının önüne sedyelerden barikat kurmuşlar, kendi iş yerlerinde kapının ardındaki yaşamsal tehditten kendilerini korumaya çalışıyorlar. Barikatla kendilerini korumaları gerektiğini biliyorlar, çünkü o odanın içinde de dışında da yalnızlar, bir yandan virüs bir yandan hastalar ve yakınları tarafından öldürülüyorlar.

                Çaresizlik içinde çırpınan muktedirin yarattığı şiddet ve cezasızlık iklimi içinde kendilerinden ve meslek birliklerinden başkası yok yanlarında, kapının ardındaki ”kuralları biraz zorlayarak içerideki hastalarını görmek isteyen hasta yakınlarının oluşturduğu şiddet olaslığı’na karşı.

                Sağlıkçı ölürse sen de ölürsün!

            Ben bu satırları yazarken İstanbul Tıp Fakültesi’nde görev yapan bir sağlık personeli, hasta yakınını maskesini takması yönünde uyardığı için darp edildi. Güvenlik kamerası görüntülerinde hasta yakınlarından birinin yerde yatan sağlıkçının üzerinden atladığı görüliyor. Şiddetin hedefi olan sağlık personeli şu an ameliyatta, görme yetisini kaybedebileceği olasılığından söz ediliyor.

                Kendisine “Sen devletin doktoru değil misin?, Allah belanı versin!” denen hekimin sesi titreyerek ve gözleri dolarak sosyal medyaya döktüğü içinden bir cümleyi hatırlatalım tekrar. “Bu düşmanlığın, bu rahatlığın, bu saygısız özgüvenin nereden geldiğini anlamakta güçlük çekiyorum”

                Ve son bir söz söyleyelim büyüdüğünde doktor olmamış/olamamışlara..

                Onlar yaralanırsa sen de iyileşemezsin, onlar ölürse sen de ölürsün!