Oğuzhan Aygören

Oğuzhan Aygören

Büyük Bir Şirket Startup Gibi Olabilir mi?

Siz de son zamanlarda büyük şirketlerin yöneticilerinden sıklıkla duymuşsunuzdur: “Startup gibi olmak istiyoruz.” Bunun için etkinlikler yapılır, konuşmalar düzenlenir, destekler verilir, yatırımlar yapılır, paralar harcanır. Bütün bunların sonunda da şirketler, aslında startup havasının verdiği “cool” imajdan yararlanmak ister. Bakın bizim şirketimiz de asi bir çocuk olabilir. Biz de bu dili konuşabiliriz derler. Peki girişimciler ile aynı karede olmak onlardan biri olmakla aynı mıdır? Bir şirket gerçekten girişimci olabilir mi? Startup ruhunu edinip bunu koruyabilir mi?
Sayıları çok az olsa da bunu başaran şirketler var. Tahmin edebileceğiniz gibi bu şirketler de teknoloji alanında startup olarak doğan ve şu an dünyanın en büyükleri olan şirketler. Google, Apple, Amazon, Facebook’tan bahsediyorum. Özellikle Amazon kurucusu Jeff Bezos bu zihniyeti şirketin henüz daha ilk günlerinde yerleştiren ve buna “Gün Bir” felsefesi ismini veren kişi. Gün Bir, şirketin her gün ilk günmüş gibi iş yapması için verilmiş bir isim. Bezos, çalışanların ilk günkü iştahla, heyecanla, azimle ve tutkuyla iş yapmalarını istiyor ve ancak bu sayede sürekli güçlenip büyüyeceğini savunuyor. Halka arz olduğu 1997 senesinden bu yana hisse değerinin bin kattan fazla artmış olması da bu arayışın karşılık bulduğunu gösteriyor. Hatta Amazon bu felsefeye o kadar sahip çıkıyor ki genel müdürlük binaları da aynı ismi taşıyor. Böylece her gün çalışanlarına bunu bir mantraymış gibi çok doğal ve eforsuz bir şekilde hatırlatıyor ve tekrarlatıyor.
Facebook kurucusu Mark Zuckerberg ise felsefelerini “hızlı hareket et ve bir şeyleri boz” olarak ifade ediyor. Hatta kurumiçi bürokrasi ile yenilik yapmanın zorluğuna dikkat çekerek “izin isteme, özür dile” bakışına sahip çıkıyor. Elon Musk da aynı mantıktan yola çıkarak “eğer başarısızlık yaşamıyorsanız, yeterince inovasyon yapmıyorsunuz” diyerek yenilik yapan kişinin duvarlara çarpıp çuvallayacağını hatırlatıyor. Girişimcilik ve startup ile çıkarmamız gereken belki de en önemli ders bu. Şirketler, bürokrasinin ve diplomasinin en fazla hakim olduğu yerlerden biri. Hiyerarşi ve ilişkiler önemli. Mevcut işi korumak ve büyütmek en birinci öncelik. Hal böyle olunca yenilikleri denemek risk olarak görünüyor ve insanlar güvenli sularda kendi çıkarlarını koruyan işler yapmayı daha rasyonel olarak görüyorlar. O yüzden, kurum içindeki yenilikçilerin başka bir çaresi de kalmıyor. Tek yöntem sistemi “hack” etmek. Yani yaratıcı ve akıllı yöntemlerle mevcut yasaların, uygulamaların, kuralların, hiyerarşinin veya işleyişin etrafından dolanacak bir yöntem bulmak. Zuckerberg’ün ilk derdi sevdiği kızla tanışabilmek için öğrenci işlerinden bilgilerini almaktı. Öğrenci işleri kendisini geri çevirdiği gün sistemi “hack” etti ve herkesi kendi bilgilerini girmeye davet etti. Bugün aynı felsefe ile şirketteki yenilikçileri mevcut düzeni bozmaya davet ediyor ve bunun için cesaretlendiriyor. Facebook da bu felsefenin adını şirket kampüsünün bulunduğu yola vermiş durumda. Meşhur “Like” işaretinin bulunduğu tabelenin altında yazan cadde ismi: “Hacker Way” yani “Düzeni Bozanların Yolu”.
Steve Jobs da çok benzer bir felsefeye sahip. Hatta “Deniz kuvvetlerine katılmaktansa korsan olmak daha eğlenceli” şeklinde bir ifadesi de var. Buradan yola çıkarak “Deniz kuvvetlerindeki korsanlar” isminde bir kitap yazan Tendayi Viki de kurumiçi girişimciliğe dikkat çektiği kitabında bir kurum içinde korsan ruhlu kişilerin değişim öncüleri rolünü üstlenmesinin önemini anlatıyor. Tabi bunun için kurumun tepe yönetiminin korsanların varlığını istemesi ve bürokratik yapının dışından onları desteklemesi gerekiyor.
Teknoloji şirketleri dışında bu işi beceren şirketler var mı ve durumları nasıl? Bu da başka bir yazının konusu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuzhan Aygören Arşivi