Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Çağların köpüğü

Kimileri için sarhoş edici ucuz bir alkol türü, kimileri içinse yeryüzündeki en rafine zevklerden bir tanesi... Her ne olursa olsun gerek bizde, gerek Batı'da toplumsal yapıyı anlamada "arpa suyu" hayli önemli... Ve ülkemizdeki orman yangınları nedeniyle bu yıl kutlayamadığımız Uluslararası Bira Günü, bizi bir kez daha bu kadim içki üzerine düşünmeye davet etti!

Her yıl ağustos ayının ilk cuması kutlanan Uluslararası Bira Günü, bu yıl 6 Ağustos'a denk geldi. 2008'de California'daki yerel gruplar tarafından başlatılan Uluslararası Bira Günü, hem internetin hem de Türkçeye "butik" diye çevrilen "craft" bira modasının etkisiyle kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştı. Ve bu özel etkinlik sayesinde yılda bir kez olsun buluşan biraseverler, hem sevdikleri içkinin kültürüne sahip çıkarken hem de diğer ülke biralarına saygılarını sunuyorlardı. "Arpa suyu" bir kez daha insanlığı kaynaştırmıştı!
Biranın bu birleştirici etkisini Covid-19 öncesi çıplak gözle de görebiliyorduk. İnsanlar binlerce kilometre yolu sırf bir ülkenin "pub"ları için kat edebiliyor, burada kurulan dostluklar Instagram'da genişleyerek sürüyordu. Öyle ya, yulaflı "stout" seven bir İskoç ile "vişneli kriek" hayranı bir İtalyan'ı bira olmasa başka kim Belçika'nın "tadım günleri"nde buluşturacaktı?!

'PUB', 'PUBLIC' VE DEMOKRASİ!..

Nitekim Medyascope TV'de Edgar Şar ile "Politik ve Poetik" programını yapan sosyoloji profesörü Besim Dellaloğlu da Avrupa modernleşmesinde "pub"ların merkezî önemini vurguluyordu. Hatta "kamu"nun, yani "public"in sözcük kökeninde bile "pub" vardı! Kentlilerin birbirini tanıdığı ve kültürel paylaşımda bulunduğu ana mekânlar, "cafe" ve "pub"lardı. Yani günümüzde bir Batılı demokrasiden söz edeceksek bunun temelinde bir acı espresso kadar Bohemya "pilsner"leri, Bavyera "lager"leri de vardı!
Böyle bakıldığında AKP'nin ilk iş olarak neden genelde içkiye, özelde ise biraya savaş açtığı anlaşılıyordu. İnsanların kadınlı-erkekli buluşup "iki tek atma"ları, en nihayetinde sosyalleşme ve "çok sesli" bir toplum demekti. "İdeal vatandaş"sa A101'den ay çekirdeğiyle kolasını alıp A Haber izlemeliydi! Gelinen noktada ille içmek isteyenin evde "malt konsantresi"nden kendi birasını üretmesi gerekecekti! Zaten 35'lik rakı bile epeydir küçük bir servet demekti!   

TAVUK DÖNER VE NARGİLE ÇAĞI...

Besim Hoca'nın anlattıkları, bizde "kamu"nun neden hep kırılgan olduğunu da açıklıyordu. Sahiden de Türkiye'de ya erkeklerin gittiği kıraathane ve meyhaneler, ya da son derece şık ve pahalı "brasserie"ler vardı. Peki "eşit yurttaş"lar hangi "orta nokta"da buluşacaktı? Yoksa "kutuplaşma"mızın bir işareti de kimi yerde 3, kimi yerde 30 liraya satılan kutu ayran mıydı?
Beyoğlu'nun göz göre göre nasıl yitip gittiği de biraz bu soruyla alakalıydı. Kadıköy'deki balık restoranlarının pahalılıktan dolayı kapılarına McDonald's misali (!) "set menü" tabelaları koyması ise bir sonraki adım olacaktı. "Zamanın ruhu"nda her kesimi buluşturan anason kokulu tren lokantalarına yer yoktu! Artık revaçta olan tavuk dönerciler, dar paça pantolonla gidilen nargileciler ve çilekli "mojito" içmek için kapısına jip bırakılan Huqqa'lardı.

ÇÖLDE AÇAN ÇİÇEKLER

Buna karşılık özellikle İstanbul'da bira kültürüne yönelik açılan yerler de görüyorduk. Taps'in faaliyetlerini durdurmasının ardından Esentepe'deki Bosphorus Brewing Company ve ardından Bomonti'de açılan The Populist, kendi biralarıyla hayli dikkat çekiyordu. Ama 33'lük bardağın 35 lira olduğu böylesi mekânlar da ancak belli bir kesimin, yani "beyaz yakalılar"ın buluşma noktasıydı. "Halk" gene dışarıda kalmıştı!
Diğer yandan "craft bira" üretimi Edirne'den Muğla'ya, Antalya'dan Kırklareli'ye kadar yayılıyordu. Gara Guzu'dan Graf'a, Zıkkımm'dan Trokya'ya birçok marka piyasaya çıkarken "porter"dan "buğday IPA"ya, birbirinden değerli bira tarzları hayatımıza giriyordu. İki buzdolabından ibaret Tekel bayileri nihayet renklenmeye başlamıştı!

EFES, TUBORG VE 'YAĞMUR DUASI'...

Ama "iki buzdolabı" derken Efes Pilsen ve Tuborg'un gayretlerini de görmezden gelmeyelim. Onlar şimdilerde gerek ekstra şerbetçiotlu "yaz biraları", gerekse Frederik gibi özel serilerle yenilik peşinde koşuyorlar. Fakat bir litre biranın bir litre benzinden tam dört kat (!) daha pahalı olduğu bir ülkede, basketbol takımının adını itirazsız değiştiren "Anadolu Efes"ten de... Kamyonlarından adı ve logosu silinirken ses çıkarmayan Tuborg'dan da daha fazlası beklenemiyor. 
Elbette laiklik ve demokrasinin ölçütü içki değil. Ama bira sponsorlu Metallica ve Motörhead konserlerinden "yağmur duası"na çıkan bıyıklı hocalar çağına bu kadar hızlı intikal ettiysek demek ki bardaktaki köpük bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Topyekûn bir "çölleşme" bu... Ve şimdi korkunç orman yangınlarıyla kadim bir coğrafya da bu taarruzdan nasibini alıyor.
Son satırda bir bira açmak âdettendir. Bilgisayarın yanında buz gibi bir ev yapımı "Märzen" (Mart birası) duruyor. Bu 6 Ağustos'ta kutlama yok. İlk yudum domuzundan çamına, tavuğundan serçesine, kaybettiğimiz tüm canlara gidiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi