Çığlık

1997’de gösterime giren ilk film, korku sineması açısından başarılı olmanın yanı sıra, başka filmlere göndermeler de yapmasıyla bir çığır açmıştı. Bu sayede büyük bir gişe başarısı kazanmış, üç tane devam filmine de yol açmıştı. Ama hiçbiri ilkinin seviyesini yakalayamadı.

Oysa dört filmde de senaryo yazarı, yönetmen ve başrol oyuncuları aynıydı. Kevin Williamson bu seriyle adını duyurdu, asıl parsayı televizyonda vursa da hep onunla hatırlandı. Wes Craven, yıllar önce adını duyurduğu Elm Sokağında Kabus’un devam filmlerini terk etmediği gibi, bunları da çekmeyi sürdürdü. Başrol oyuncuları da hep aynıydı, Neve Campbell, Courteney Cox ve David Arquette kendilerini üne kavuşturan filmleri bırakmadı, yıllar içinde karakterler de onlarla birlikte yaş aldı.

Şimdi bu serinin beşinci filmi geldi. Oyuncularda 25 yılın getirdiği bir yaşlanma var. Genç oyuncular ise her yeni filmin başat kurbanları olarak ortalıkta dolaşıyor.

Kevin Williamson, yapımcı olarak senaryo yazarlığını iki kişiye bırakmış. Biri Zodiac’tan Örümcek Adam’a çeşitli işler yazmış James Vanderbilt, diğeri de daha önce Saklambaç için yazan Guy Busick.
Ki bu film önemli, çünkü yönetmen Wes Craven 2015’te öldüğü için, yönetmen olarak bu filmi çekmiş olan Matt Bettinelli ve Olpin Tyler Gillett ikilisini seçmişler.

Peki sonuç nasıl olmuş derseniz, ilk cinayetlerden 25 yıl sonra Woodsboro kasabasına aynı kılıkla yeni bir katil musallat oluyor, onu durdurmak da bizimkilere düşüyor, işte bu noktada değişen bir şey yok.
Yapı aynı, korkuturuz da güldürürüz de bu bizim işimiz, hazır tutmuş seri de var, aynen devam diyor filmi yapanlar…
Yönetmenlerin yenilik babında yapabildiği birkaç cinayete özgün gerilim sokmak, o da kurtarmıyor. Betinelli-Gillett ikilisinin Saklambaç filmini beğenenler burada hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü filme eskiler damga vuruyor, sonuç eski tekrarlar gibi oluyor. ( * 10 üzerinden 6.5)

Kod 355

Geçen hafta demiştim, James Bond biterse hem güzeller güzeli hem ihtişamlı becerikli bir kadınla yeni bir seri başlayabilir. Nitekim bu hafta beş kadın casusu bir arada kullanan bir film geldi. Ama ne yazık ki olmamış, olamamış.
Bay ve Bayan Smith’ten Jumper’a, Sherlock Holmes’dan X-Men’lere, birçok yapımda senarist ve yapımcı olarak bulunan, yönettiği ilk film Dark Phoenix, 10 üzerinden 4 puan alınca, demek ki film çekmek benim işim değilmiş diyerek bu işlere bir daha bulaşmamak varken, yapa yapa öğrenmeye karar veren Simon Kinberg, boş bir cesaretle bu filmi de yönetmiş. Daha doğrusu denemiş, ama yine başarısız olmuş. Ne oyuncu yönetimi ne çekim kalitesi, hiçbir yeri dikiş tutmamış.
Kinberg’in en başından yazımına da katkıda bulunduğu senaryodan başlamış eksikler ve yanlışlar,inandırıcılıktan uzak durumlar ve ağız yoran konuşmalar.
Tabii bu hengamede oyuncular da kafalarına göre takılmışlar. Hareketli sahnelerde bol dövüş ve bol çatışma işini uzman bir ekiple halletmenin yanı sıra, kendilerini bu işten en az zararla çıkarmaya karar vermişler belli ki.
Kameranın daha yıllarca göstermek isteyeceği Jessica Chastain, ki CIA ajanı rolünde, çok saygın ve yaygın işlerde çalışırken olgun kadın yaşlarına gelen Penelope Cruz, ki Kolombiyalı ajan rolünde ve Diane Kruger Alman ajan rolünde. Hem gencecik hem tazecik oyuncular Lupita Nyongo İngiliz ajan rolünde ve Bingbing Fan, Çinli ajan rolünde, bu beş kadın oyuncu, güzel güzel durmuş, fırıl fırıl hareket etmiş, şakır şakır dövüşmüş.
Ama keşke her filmde aynısı olan kötü adamlara karşı, en basit olay örgüleri içinde olmasaydı. Ölümcül bir silahı paralı askerlerden geri almaya çalışırken, dünyanın dört yanında onlarla karşılaşan kadın ajanların, seyir keyfi açısından tek iyi yanı, kadınlar arası mücadelenin tadı. Ama o da bütünü kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki. Başladığı gibi bitiyor film, büyük bir hayal kırıklığıyla…
( * 10 üzerinden 5.5)

Belle

Japonların animasyon filmleri bütün dünyada büyük ilgi ve beğeni topluyor. Hem farklı görsel yapıları hem özgün hayat algılayışları, her türden atmosfer ve karakter, müthiş bir animasyon sinemasını besliyor.
Kendi stüdyosunu kurarak bağımsız çalışan tanınmış yönetmenlerden biri olan Mamoru Hosoda, bu filmde rengarenk, havalı, çekici, büyüleyici bir fantastik şehir yaratıyor.
Küçük bir kızın, sanal bir evrenin müthiş karmaşası içinde yarattığı şarkıcı karakteri üzerinden yaşadıkları anlatılıyor. Okulda yaşıtı bir gençle epey zorlanarak yakınlaşırken, öte tarafta bir tür “güzel kız ve korkunç canavar” ilişkisi sergileniyor. Hem bir ergen aşk hikayesi hem bir bilim kurgu fantezisi kurgulanıyor. Güzel tasarlanmış birkaç şarkı sahnesi de hediyesi olarak var.
Yönetmen Hosoda, duygulu bir anlatımla, hareketli bir macera ve tatlı bir mizah sunuyor, nefis bir çizgi film ortaya çıkarıyor… (10 üzerinden 7.4)

TrIple FrontIer (NetflIx)

2011’de çektiği Oyunun Sonu ile başladığı sinemaya, Sona Doğru ve En Şiddetli Yıl gibi ses getiren filmlerle devam eden yönetmen I.C. Chandor, bu filmde eski Amerikan özel kuvvetleri mensubu olan beş arkadaşın, bir Güney Amerikalı uyuşturucu tacirinin bütün parasını sakladığı evi soymak için bir araya gelmesini, ama bir dizi tesadüf ve aksilikle karşılaşmasını anlatıyor. Her filminde görüldüğü gibi heyecan ve merakı ayakta tutan bir anlatımla sonuna kadar sürükleyici bir film, başlıca oyuncular Ben Affleck, Oscar Isaac ve Charlie Hunnam.
( * 10 üzerinden 7.0)

Mare of Easttown (BeInConnect)

Bu dizinin yazarı, Gece Takibi (Run All Night) ve Dönüş Yolu (Way Back) gibi iyi filmlerin senaryolarına imza atmış Brad Ingelsby, yönetmeni ise televizyon dizilerinin yanı sıra Av (Hunt) gibi ilginç işler de çekmiş olan Craig Zobel. 7 bölümlük bu dizide güzel bir iş çıkarmışlar birlikte…
Nitekim oyuncu kadrosundan da belli. Kate Winslet gibi müthiş bir oyuncu başrolde. Yıllar önce kaldırılmış bir dosyayı yeniden açtıran yeni bir cinayeti araştırırken, pek de iyi gitmeyen özel hayatını da düzeltmeye çalışan polis dedektifini oynuyor. Annesini Jean Smart, kız kardeşini Julianne Nicholson, kızını Angourie Rice canlandırıyor, yılların yaradığı Guy Pearce da var oyuncu kadrosunda.
(* 10 üzerinden 7.8)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Hakan Arşivi