CİNSİYETSİZ TASARIM

Son Güncellenme Tarihi: Ekim 5, 2020 / 20:15

İnsanların yaşam eğilimleri değiştikçe, geleceğin tasarım anlayışı da bu değişime göre şekilleniyor. Şimdilerde gittikçe yükselen ve gençler arasında benimsenen bir akım var: Cinsiyetsizlik.

İki yıl önce kızımla bir sohbet sırasındaydık; arkadaşlarını daha yakından tanımak istiyor, aklımda kalabilecek ip uçları arıyordum. O sırada tanıttığı arkadaşlarından birinin cinsiyetsiz olduğunu öğrendim. Eşcinsel veya trans birey değildi, bir cinsiyeti yoktu; kabul etmiyordu. Batı dillerinde olduğu gibi bir dişi-erkek ayrımı ile hitap edilmek istemiyordu. (him / her) Biz zaten “O” diyoruz. O da “O” veya “Onlar” olarak hitap edilsin istiyordu. (They /Them) ! Elbet kızımın arkadaşlarından biri  cinsiyetsiz olduğu için de çok ilgimi çekti bu bakış açısı.

Geçtiğimiz iki-üç yıl içerisinde bu akımın nasıl da yaygınlaştığını, dizi ve filmlerde, moda çekimlerinde, reklamlarda bu cinsiyetsizliğin nasıl da yer aldığını merakla izliyorum. Sony tarafından çekilen ve gelecek yıl vizyona girmesi beklenen Sindirella filmindeki annenin Billy Porter tarafından “cinsiyetsiz“ bir karakter olarak canlandırılacağını okudum. Porter açıklamasında, böylece bu klasik masalın, yeni nesillere çağdaşlaşmış bir biçimde aktarılacağını anlatıyor. Minikler cinsiyetsiz masallar da izleyecek artık.

Cinsiyetsizlik adına farklı kelimenin aynı kavramı temsil ettiğini de belirtmeliyim: Agender. Genderless. Non-binary, Genderqueer. Hepsi aynı durumu tanımlamak için kullanılan kelimeler: herhangi bir cinse ait olmama. Kadın veya erkek hissetmeme. Önemli birkaç not, bu kişilerin kafası karışık değil, aseksüel değiller, herkes gibiler. Sadece kadın veya erkek olarak anılmak istemiyorlar, bu kalıplarda yaşamıyorlar, hepsi bu.

Aslında bu kelime tarihte ilk olarak 1896 yılında kullanılmış. Akım olarak bu kişilerin seslerini duyurması ve grupların bir araya gelmesini sağlayan 1992 yılından itibaren çeşitli aktivistlerin ve teorisyenin yazılı kültürü ve ilgili propagandayı yürütmesi ile başlıyor. 90’ların ortalarına gelindiğinde epey bir yazı yayınlanmış, toplantılar düzenlenir olmuş. Unisex modasının ve kozmetiğinin gelişmeye başladığı yıllar da aynı yıllar.

Cinsiyetsizlik ile birlikte, milenyumun başlarından itibaren akışkan cinsiyet anlamına gelen gender fluid kavramı ile tanışmıştık. Yanılmıyorsam bundan beş yıl önce Miley Cyrus kendini akışkan cinsiyete sahip olarak nitelendirince, basında geniş yer bulmuştu. Bugün pek çok müzisyen, oyuncu, yönetici verdiği röportajlarda cinsiyetsiz olduklarını ifade ediyor.

İnsanların yaşam eğilimleri değiştikçe, geleceğin tasarım anlayışı da bu değişime göre şekilleniyor. Yeni dünyada, cinsiyet ayrımının reddeden veya canı istediğinde erkek gibi, canı istediğinde de dişi gibi davranmak isteyen bir topluluk hızla gelişiyor. Bu insanların tüketim alışkanlıkları da elbet kadınlarınkinden veya erkeklerinkinden farklı; biri, diğeri ve bazen de hepsi onlara hitap edebilirken, aradıklarını kadın ve erkek olarak ayrılmış dükkan bölümlerinde bulmalarını beklemek pek de bazen mümkün olmuyor.

Bu gelişmeyi en hızlı biçimde dikkate alan moda ve kozmetik endüstrisi oldu; moda sokaktan beslenir. 1994 yılında Alberto Morillas ve Harry Fremont tarafından yaratılan, Calvin Klein‘ın One isimli parfümü tarihe ilk unisex  koku olarak geçtiğinde biz de bir grup öğrenci, sevgili Cihan Kırımlı ‘dan aldığımız Promotion dersi için benzer bir parfüm kampanyası tasarlamış ( hatta bunu CK One lansmanından aylar önce yapmış!) bu ödevimizde bir de U2’dan One parçasını kullanmıştık. U2’nun tam da o dönemde One isimli parçayı çıkarması tesadüf müydü? Elbette değildi. Bono bu sözleri 1991 yılında, grubun büyük başarısının ardından gelen bir kopma noktasında yazmıştı ve grup bu parça ile yeni bir başlangıç yapmış; duygusal olarak da sonsuza dek kenetlenmişti. Dönemin ruhu bu parçada da “farklıyız, ama biriz” diyordu.

Bu dönemden itibaren yükselerek gelen “bir olma” kavramı, sırasıyla “ben olma / benim olma” tonunda bir bireyselliğe ve aidiyete Apple markasının iphone, i mac, i watch serisi ile dönüştü ve salgına kadar yaygınlaşan bir “birlik olma” kültürüne evrildi. I, yani ben gitti yerine “co” geldi. Co-working (birlikte çalışma), Co-creation (birlikte yaratma), yaşamlarımızda aşina olduğumuz, artık pek çok ortamda iç içe yaşadığımız kavramlar oldu.

Bu kavramlar artık git gide “nötr” haline dönüşüyor. Yansız, ortada, herhangi bir kutuba yönelmeyen… Geleceğin tasarımını yönlendirecek estetik ve fonksiyonel anlayışın da gittikçe nötrleştiğini söylemek mümkün.

Tasarım dünyası, yapıları, mekanları, nesneleri ve dokuları maskülen veya feminen olarak ayırmaya programlı gibidir. Estetik tanımlarımızda erkek ve kadın kodu tanımlanmıştır. Bu tanım kız bebeklerin pembelerle, erkeklerin ise mavilerle büyümesi ile başlar. Daha da ileriki yıllarda erkek çocukların odalarında lacivert, kırmızı, beyaz gibi renkler, araba formunda yataklar, kız çocuklarınkinde ise romantik makyaj masaları, çiçekli dolap kulpları gibi tercihler yaygındır. Duvar kağıdı endüstrisinden, mutfak eşyalarına, ev tekstillerinden jiletlere kadar tasarlanmış dünyamız kadınlar ve erkekler olarak iki ayrı kutupta kümelenir. Gerek estetik tercihler; gerekse fonksiyonlar bu iki cinsin özelliklerine göre adapte edilmiştir. Yaygın olan cins ayrımı bu olduğundan modanın, mekanın, eşyanın bu tercihlere göre şekillenmiş olmasından doğalı yok. Ben bir dişi kişi olarak bu tür ayrımlardan kendi hayatımda da çocuğumu yetiştirirken de pek haz etmedim. Bana sürekli pembeler, eflatunlar, çiçek desenleri dikte eden, yani feminen bir kadın duruşundan estetik anlamda çoğunlukla kaçtım; ama yine de kızımı büyütürken bu ayrımları ne kadar yapmamaya çalışsam da okul yılları ile birlikte gelen o pembeli, eflatunlu yıllardan pek çoklarımız gibi kurtuluşum olmadı!

Bireyin tercihlerini toplumsal yaşam hizaya getiriyor. Cinsiyetsizliğin, gittikçe yaygınlaşmasında yüzyıllardır gelen toplumsal dayatmanın büyük etkisi olduğunu görebiliriz. Birey artık toplumun değerleri ile değil; ona zıt bir kutupta, o değerleri hiçe sayarak, bu dayatmalara itiraz ederek kendi benliğini kendi hislerini yaşamak istiyor.

Giyim alışverişi yaparken çoğunlukla markaların erkek reyonlarında ne sunduğuna bakar ve buralardan da giysi ve eşya alırım. Tam tersini yapıp, kadın reyonundan kendine giyim alan onlarca erkek tanıyorum. Son on yılda pek çok moda markası bunu keşfederek zaten tasarımlarını bu tercihlere göre dönüştürdüler. Kozmetik dünyasında cinsiyetsiz ürünler, ambalaj tasarımları yine son on yıldır gittikçe yaygınlaşan ve pazarda kendine yer bulan bir grafik izliyor.

Eşya tasarımı da bu nötr duruştan nasibini alıyor. Fiziki çevremizdeki eşya semantiği, geometrik ve keskin desenleri, makineleri andıran tasarımları, koyu renkleri, sert ve kaba malzemeleri erkeklere;  yumuşak dokuları, doğadan esinlenen desenleri, açık ve berrak renkleri kadınlara yakıştırırken; yeni tasarım anlayışı bu kalıpların dışında bir estetik çizgi sunuyor.

Gri, bej, pastel tonlar gibi nötr renkler cinsiyetsiz eşya tasarımında tercih ediliyor. Tasarımların fonksiyonları iki cinsiyetin de, veya kendini cinsiyetsiz olarak tanımlayanların da kullanabileceği biçimde düşünülüyor. Başka bir deyişle ergonomi için kadın veya erkek ölçütleri değil; ikisinin ortasındaki değerler esas alınıyor. Estetik yaklaşımda hem organik hem de keskin hatlar kullanılıyor. Bu karışım, eşyanın fazla maskülen veya fazla feminen olmaması için bir karma karatıyor.

Nötr olmak kavram olarak yansız, tarafsız olmak anlamına geldiğinden, bu tasarımlar sadeleşiyor. Desenden, dokudan, taraflı bir renk kullanımından uzak, salt fonksiyonunu sunan, tüm fazlalıklarından arınmış bir tasarım anlayışı.

Minimalizm ile benzer ama o denli sıkıcı değil; özellikle malzemeleri ile daha insancıl.

Günümüzde ambalaj sektörü, hızla dönüşüm geçiriyor; çünkü hiçbir firma sayıları gittikçe artan cinsiyetsiz tüketicileri kaçırmak istemiyor; aksine henüz bu alanda çok fazla rekabet yokken bu tüketicilerin tercihi olmak için yarışıyorlar. Bu sebeple şampuanlardaki, içeceklerdeki tasarım anlayışı gittikçe tarafsızlaşıyor; bu yaklaşımı etiketlerdeki harf ve renk kullanımından rahatça izleyebiliriz.

Son olarak, teknoloji ile hemhal olan yaşamlarımızda, dünyanın ilk cinsiyetsiz sesi Q’dan bahsetmek istiyorum. Kişisel asistanlar telefonlarımızda ve evlerimizde bizimle konuşmaya başlayalı çok oldu. Alexa bize kadın; Siri ise erkek sesi ile sunuldu. Elbet bu seçenekleri değiştirmek mümkün ama sadece kadın ve erkek olarak. Teknoloji dünyası yaşamlarımızı gittikçe kaplayacak ürün ve hizmetler için cinsiyetsizlik akımına kayıtsız kalmadı ve nötr sesler tasarlanmaya başladı. Q bu tasarımların ilki. Araştırmacılar ve tasarımcılar bu yükselen değer için evrendeki nötr ses tonu algısını 145 Mgz olarak belirleyip Q’yu yarattılar.

Dünyanın ilk cinsiyetsiz sesi Q da bize ayırım yerine eşitlik, birliktelik ve umut vaat ettiğini açıklıyor.

Özlem Yalım

1972 Ankara doğumlu.1995’te ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi olan Yalım, 1995-2000 yılları arasında kurucu ortağı olduğu Kilit Taşı tasarım ve mimarlık firmasında çok sayıda mobilya ve mekan tasarımı projelerine imza attı.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top