Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

ÇÖPE BAK!

Başka diyarlarda olanaklar arama dürtüsü hep vardı, var da olacak. Ayrıca uzaya gitmek, oradan dünyaya bakmak insanda yeni bakış açıları yaratır, neden olmasın… Kırsalda, kent ışıklarının gökyüzüne yansımadığı yerlerde uzayın derinliklerine bakmak insana, kendisini büyük bir cümle içinde yeri konusunda tartışılacak bir virgül gibi hissettirir.

Tam tersi de hani uzaydan bakınca dünya gezegenini bir virgül gibi görmemizin önünü açıyor olabilir mi? Yeni bakış açıları edinmeyi yanlış okuyor olabilir miyiz… Bakış açısı geliştirmek, olanaklar yaratmak derken hep yaptığımız gibi ortalığı kirletiyor olabilir miyiz? Yoksa, dünyayı gözden çıkarttık mı? Tanrılar da dur demiyor ki, mübarek!
Dünyanın otuz altı bin kilometre yukarısında uydular dünyayı izliyor. Onları yönetenler balistik bir füzenin ısı bulutunu takip ederek, anında hesaplar yaparak nereden atıldığını, nereyi hedeflediğini söyleyebiliyor. Bazı uydular uzaydan bakınca yerde kimde silah var, yığınak yapıyor, görüyor. Uyduya yerleştirilen bir tür sismograf marifetiyle dünyada yeraltı nükleer testlerinin titremelerini dinliyor, verileri iletiyor. Sadece bunları yapmıyor, uydular. Askeri bir battaniye gibi dünyanın etrafını çevirerek veri topluyorlar. Sonra o veriler sınıflandırılıyor. Bilim insanlarının o verileri görecek kadar şanslı olduklarını düşünüyor musunuz? Ben düşünmüyorum. Bir generalle bir bilim insanının görüşleri aynı olmayacaktır.
1990’larda Al Gore ve ekibinin kırılmak bilmez inadı sayesinde verilerin bir kısmı bilime açıldı da bu sayede göktaşlarının dünya yörüngesine girerek bir tehlike oluşturup oluşturmayacağı yönünde bilgi geliştirebildik. Ayrıca, dünyamızın enerji döngülerini anlamak için değerli olan okyanus yağışları hakkında veri toplayarak meteorolojiye katkıda bulunduk. Yine 1990’lardan başlayarak uyduların 1970-1990 arasında kaydettiği Arktik buzul verilerini sınıflandırdık ve bu sayede Kuzey Kutbu buzulundaki kademeli erimeyi görebildik. Bu veriler olmasaydı ozon tabakasındaki incelmeden, iklim değişikliğinden haberimiz olmayacaktı. Uydulardan gelen ve bilim insanlarının görmesine “izin verilen” veri akışı kimsenin bilmediği bir el tarafından 2000’li yılların başında durduruldu. Şimdilerde akış ara ara açılıyor, sonra kapanıyor. Bir grup insanın karar verdiği karanlık bir durum var. Al Gore’un zamanında uyguladığı gibi güçlü bir siyasi baskı istihbarat kurumlarını verileri paylaşmaya ikna etmenin bir yolu olabilir mi? Bu soruyu uzay macerasına atılma konusunda sözler veren hükümetin halihazırda bize sunduğu perspektiften bakarak cevaplandırın, olur mu… Henüz filizlenmiş bir Türkiye- uzay ilişkisinden ne kadar bilim çıkar, dersiniz.
An itibariyle üstümüzde, kendisine çizilen rotada dolaşan iki bin kadar uydu olduğunu okudum. Eskiyen uydulara ne olduğunu benim gibi merak ettiyseniz, şu oluyormuş: Atmosfere nispeten yakın seyreden uydular için onu yönlendiren mühendisler, içinde kalan son yakıtı uydunun hızını düşürmek için kullanıyor, böylelikle yörüngeden düşüp atmosfere girerken yanıp kül oluyorlar. Yörüngeye uzak seyredenlerse daha da uzağa gönderiliyor ve uzayın derinliklerinde kayboluyor. Ancak bir de uzay çöpü gerçeği var. Boyu bir santim ile on santim arasında değişen altı yüz bin parça uzay çöpü uyduların arasında dolaşıyor. Her yıl ortalama bir uydu uzay çöpüyle çarpışarak yok oluyor. Daha da önemlisi, bu çöpler fırlatılan uzay aracı için tehlike oluşturabiliyor. Uzay aracının üzerinde bulunan güneş panelleri, teleskop gibi kalkanla korunamayan cihazların üzerinde geri dönüşsüz hasar oluşturabiliyor.
Başka diyarlarda başka olanaklar aramamızın sonu yok. Ülke olarak bizim durduğumuz yer, “bayrak inmez, ezan susmaz” ile “aya bayan bile göndermek” arasında olunca yutkunuyoruz.
Yutkunuyoruz. Çok düşünüp, az söylüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi