Çalınan hayallerimiz aslında…

Son Güncellenme Tarihi: Ekim 25, 2020 / 14:36

Almanya’daki “Lotto”da bir kadının tam 42,5 milyon avroluk rekor ikramiye kazanması tartışmaları da beraberinde getirdi. Sahi, “şans oyunu” adı altında kumar oynatmak devletin işi miydi? Aynı günlerde bizde ise TRT’nin “On Numara” çekilişinde çıkacak numaraların spikere önceden “fısıldandığı” iddia ediliyordu. Yoksa ülkede artık sadece geleceğe umutla bakmak değil, ham hayal kurmak da mı yasaktı?


Hiç düşündünüz mü; piyangodan durduk yere 42,5 milyon lira kazansanız ne yapardınız? Çoğumuz bu soruya “derhal işi bırakıp dünya turuna çıkmak, dertsiz – tasasız bir hayat sürmek” diye cevap veririz. Oysa araştırmalara göre bu pek mümkün olmaz. “Normal” yaşamı aniden değişen “talihliler”in varoluşsal sorunlar yaşayabildikleri, kendilerini kumara ya da içkiye kaptırdıkları bilinen örneklerdir.
Nitekim Berlin’de loto milyonerlerine danışmanlık yapan Lutz Trabalski de insanları bu konuda uyarıyor. Ve paranın zamanı satın alamadığını, amansız bir hastalığa şifa olmadığını hatırlatıyor. Trabalski, büyük ikramiyeyi tahsil ettikten sonra gece vardiyasındaki görevine dönen ya da en büyük hayali 100 gram Parma jambonu olan çiçeği burnunda zenginlere ise gıpta ettiğini belirtiyor. Ve bir anlamda hayattaki mutlu anların “sadaka”ya benzediğini, bitmeyen arzularınsa sadece acı getireceğini söyleyen büyük filozof Schopenhauer’i iki yüzyıl sonra doğrulamış oluyor.

HER ZAMAN “KASA KAZANIR”!

Geçen hafta Almanya’daki “Lotto”da bir kadının tam 42,5 milyon avroluk rekor ikramiye kazanması, haliyle “şans oyunu” tartışmalarını beraberinde getirdi. Bizdeki “Sayısal Loto”ya benzeyen Lotto’da 49’da 6’yı bulduğu gibi +1 mahiyetindeki “süper sayı”yı da bilen talihli, böylece tarihe geçiyordu. 140 milyonda bir olasılık gerçekleşmiş, büyük ikramiye Şvabya Alpleri’ndeki bir kasabaya gitmişti. Sahi, o parayla ne yapacaktı acaba şanslı kişi?..
Yazar Margarete Stokowski ise Der Spiegel’deki köşesinde konuyu siyasi yönden ele alıyordu. Acaba “şans oyunu” adı altında kumar oynatmak devletin işi miydi? “Lotto”nun bağımlılık riski taşıdığından söz eden Stokowski, buna karşılık “kasa”yı elinde bulunduran devleti bir tür “gizli vergilendirme” ile suçluyor, “dolandırıcı” diye niteliyordu. Yazara göre “Lotto” fakir insanları daha fakir yaptığı gibi, çaresizlerden topladığı parayı “şanslı” birine veriyor, bu sayede “iğrenç kapitalizm”in “Bir gün siz de zengin olabilirsiniz!” mottosunu yeniden üretiyordu. Görünüşte “Lotto”, bir nevi “hayır kurumu”ydu. İyi de gelişmiş bir toplumun hayır kurumlarına ihtiyacı mı olurdu?

FISILTI MI, “TEKNİK SORUN” MU?

Son derece radikal fikirlere sahip Stokowski, “Lotto”nun yasaklanmasını, böylece insanların “mikroskopik büyüklükte” bir umuttan yoksun kalsa da büyük bir yanılsamadan kurtulacaklarını söylüyordu. 
Aynı günlerde Türkiye’den bir haber düşüyordu gazete sayfalarına… Haberde TRT’nin “On Numara” çekilişinde çıkacak numaraların spikere önceden “fısıldandığı” iddia ediliyor; CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz durumu “skandal” diye niteliyordu.
Milli Piyango’nun işletmesini 10 yıllığına alan Demirören iştiraki Sisal Şans şirketi ise suçlamalara cevap verirken “Bu durum her canlı yayında yaşanabilecek teknik sorunlardan biridir” diyor ve yayındaki sesin çekilişle hiçbir ilgisi bulunmadığını öne sürüyordu. Ama içimize kurt düşmüştü bir kere…

“GERÇEK”LİĞİNİ YİTİREN ÜLKE

Zira bu ülkede asıl kaybettiğimiz, “gerçeğe” inançtı. Çoktandır Türkiye İstatistik Kurumu’nun işsizlik ve enflasyon rakamlarını “makyajlaması”na alış(tırıl)mıştık. COVID-19 tablosundaki “hasta sayısı”nın gerçeği “tam olarak” yansıtmadığını bizzat Sağlık Bakanı’ndan duyuyor, hiç şaşırmıyorduk.
“Anaakım” medyadaki haberlere gülüp geçiyor, meteorolojik uyarılara bile nasılsa yalandır diye aldırmıyorduk. Ama olurdu o kadarcık. Çünkü tüm dünya şu sıralar düşmandı (!) bize ve dört cephede birden yeni bir “İstiklal Savaşı” veriyorduk!
Gündelik hayatımız da pek farklı değildi uzun süredir. Boş evlere gelen elektrik ve su faturalarına hayret ediyor ama nereye şikâyet etsek, bilemiyorduk. Gıda ürünlerinin etiketlerinden emin olamıyor; tükettiğimizin bal mı, şeker şurubu mu olduğunu Allah’a havale ediyorduk.
Ve en fenası, öyle yitirmiştik ki rasyonaliteyle bağımızı; tren kazası mağdurları yargılanırken kadın katillerinin “iyi hal indirimi”nden yararlanmasını olağan karşılıyor, “Türkiye’dir bu, olur!” diyorduk.

HAYALLER GÜZELDİR!

“Doğru”yla “yalan”, “gerçek”le “sahte” bu ölçüde iç içe geçince haliyle insanın iyi bir gelecek beklentisi de tükeniyor. Sanki birileri alenen aklımızla alay ediyor, hayallerimizi toptan yok etmek istiyor. Sanki bizden de “Ay’a dört şerit otoyol yapacağız!” dense inanacak o “ideal vatandaş” olmamız bekleniyor!
Mamafih piyangoya hile karışıp karışmaması değil önemli olan… Zaten süreçlerin en şeffaf yürütüldüğü Batı’da bile bir kişinin lotodan zengin olma ihtimali, bovling oynarken ölme olasılığından dahi daha az!
Ama biz de günün birinde yaşanası bir ülkeye sahip olacaksak, bunun için önce hayallerimizi korumamız icap ediyor. Yaşamak için bir nebze de olsa umuda ihtiyacımız var. Ve bunun için 42,5 milyon avro gerekmiyor.
Olmadı, hele bir sınırlar açılsın! Şvabya Alpleri’nde güzel bir sosisli sandviç alt tarafı 9,3 liraya yenebiliyor!

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top