Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“DAHA MUTLU NASIL HİSSEDEBİLİRİMİN PEŞİNDE BİR YOLCULUK SÜREN GÜVEN’İN HİKAYESİ…”

Kendisini filmlerde izlemiş hafızama çoktan not etmiştim. İlk olarak ‘Masumiyet’ filmindeki performansında görüp büyülenmiş ve gün geldiğinde tanışmak ne güzel olur demiştim. Kendisini izlediğim her projede rengarenk oyunculuğu benim de dünyamı renklendirdi. İsmi gibi seyircisine güven veren bir duruşu vardı, tanıştığım ilk anda da bu duyguyu hissettiğimi hatırlıyorum. Güven Kıraç’ın yolculuğuna eşlik etmek ve kendisini izlemek insana çok şey katan inanılmaz güzel bir serüven. Oyunculuğunun yanı sıra uzun süredir resim çalışmalarının içinde başka bir yolculuk yaşatıyor bizlere Güven Kıraç. Onun ismi olduğu zaman merakla ve heyecanla bekliyorum projelerini ve her defasında “size eşlik etmek ne güzel” diyorum içimden. Bu kez sesli olarak “iyi ki varsınız” dedim kendisine ve sizler için sanatçı Güven Kıraç ile resim sergisinden yola çıkarak bir röportaj gerçekleştirdim. Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar dileriz.

Resim çizmeye merak nasıl başladı ve ressam kimliği nasıl oluştu Güven Bey?

Resme ve çizmeye olan merakım 10 yıllık bir zamanı buluyor onun öncesinde ise koleksiyonerlik durumum vardı. Kendi çapımda ve bütçem el verdiği ölçüde resim alıyorum ve topluyorum. Duvarlarımızda resim görmekten hoşlanan bir aileyiz. Resme olan ilgim çok eski, resim yapmaya olan ilgim ve realize etmem ise yaklaşık 10 yıllık bir zaman zarfını kapsıyor. Dokuz yıldır hiç aralıksız resim yapıyorum, resimle rehabilite oluyorum ve zamanın dışına çıkıyorum. Zaman mefhumunun dışına çıkmayı çok önemsiyorum çünkü zamanın ruhu bizi daraltıyor. Özellikle virüsün de etkisiyle içinde bulunduğumuz psikoloji bütün dünyanın üzerine adeta bir kafes inmiş gibi ve hepimiz parmaklıklara tutunup birbirimize uzaktan bakıyoruz. Bütün bunların insan üzerinde yarattığı duyguların resmini yapmak ve yaşattığı şeyin adını koyarak durumu bir resme dönüştürüyorum. Bu kez durumun adına ‘Distopya’ dedim. Bir sanatçı olarak bir şeyi göstermek temelinde içimde yatan bir dürtü bunu bazen oyuncu olarak sahneye çıkmak ve oyunu göstermek için yapıyorsun bazen de resme dönüştürüyorsun. İfade etmek farklı versiyonlarda oluyor ve bu bana çok iyi gelen bir şey.  Oyunculukta kollektif bir sanat var senden başka bir sürü insana bağımlısın. Resimde ise tek başınasın sonucu günahıyla, sevabıyla vebali boynuna oluyor. Resim çizmek tek başına olduğun için hem zevkli, hem büyük bir özgürlük ama hem de bir o kadar tehlikeli.

Pandemide hiç durmadan her gün resim yaptım

Serginin manifestosunda Distopya; “Binanın insanı yuttuğu bir dünyada / Adı kış ya da yaz olmayan bir iklimde / Umudunuz ve mutluluğunuz çocuklukta kalan bir anıya dönüşmüşse / Gördüğünüz ama uzanamadığınız çarelere bakakalmış olsanız ne yapardınız? / Yoksa şimdi öylece bakakaldık mı?” Ne güzel yazmışsınız öylece bakakaldık mı Güven Bey?

Herkesin hayatta kendine göre çıkış rampaları bulması gerekiyor gibi geliyor bana. O çıkış rampası da benim için resim ve o rampanın üzerine basıp başka nefes alacağım bir yere ulaşıyorum. Dolayısıyla ben kendi açımdan bunu böyle rasyonelize ettim ve buldum. Herkesin bir yol bulmasında fayda var diye düşünüyorum. Çünkü içinden geçtiğimiz süreç insanın psikolojik olarak çok çok yorgunlukla ilerlediği bir süreç. Korona virüsün insan vücudunda yaptığı tahribatlar ile fiziksel durumdan yola çıkarak ölüme kadar götüren bir zaman yaşıyoruz. İnsanın fiziken yorulmasının dışında bir de psikolojik bir yorgunluk var ve buraları tamir etmek gerekiyor. Hasta olduğunuzda bir takım ilaçlar veriliyor falan ama ruha ne yapacağız? Ruhun hastalığına ve yorgunluğuna ne yapacağız? İşte o yüzden de ben ruhun yorgunluğunu gidermek ve bu sıkışıklıktan çıkmak için uzun süredir resimle ilgileniyorum. Özellikle pandemide, o büyük kapanmada hiç durmadan hemen her gün resim yaptım.

‘Distopya’ pandemi döneminin ruh halinde yaptığım işlerden oluşuyor  

Neden serginin adı ‘Distopya’ sergideki üretimleriniz sadece pandemi sürecini mi kapsıyor?

Tamamen pandemi döneminin ruh halinde yaptığım işlerden oluşuyor bu sergim. Oradaki duygu karşılığını resmetmeye çalıştım. La Fontaine’nin hayvanlarla anlattığı tekniğini resimde nasıl olur diye denedim. O yüzden bir aslan arkasına bir fabrika çizdim ve işçiler hala fabrikalara mı gidiyor diye bir soru açtım resmin içinde. Dolayısıyla resimlerimde içinden geçtiğimiz dönemin ruh halinin bir iz düşümünü nasıl yakalarımın peşine düştüm. ‘Distopik’ adıyla ve bu ismin şemsiyesinin adı altında toplanan bütün işler bu pandemi sürecinde kapalıyken o duyguyla yapılmış ve çıkmış çalışmalar.

Resimlerimde “konuştum ve yükümü boşalttım”

Resimleriniz insanı ruhsal bir yolculuğa çıkarıyor. Çalışmalarınızı biraz daha detaylı anlatır mısınız tablolara verdiğiniz isimlerden yola çıkarak size kattığı yolculuktaki duygu nedir?  

İsimler konusu benim için çok önemli ve hassas bir konu. Resimleri isimlendirme meselesinde olabildiğince o ismi okuduğunda ve sonra resme baktığında o ismin resmi ve benim anlatmak, tarif etmek istediğim duyguyu karşılayıp karşılamadığı meselesiyle çok uğraşıyorum. Resimlerimin ismine çok zaman harcadım, o kısım da benim için çok kıymetliydi. Resimlerin bendeki karşılığı her biri benim içimdeki sıkışıklığı, yaşadığım kaosu, kaygıyı, endişeyi, içimden atmak ve birileriyle paylaşmak, birilerine aktarmak için bir yol, bir vesile oldular. Bu benim için çok değerli çünkü içimizde bir sürü şey birikiyor, Latince sevdiğim güzel bir sözün “konuştum ve yükümü boşaltım” Türkçe anlamı anlatıyor aslında yolculuğumu. Burada herkesle konuşuyorum, yükümü boşaltıyorum ve ben bunu yalnız başıma bir atölyemde yapıyorum ama resimlerimde herkesle konuşuyorum aslında ve çalışmalarım görücüye çıktığı zaman da bir muhabbete dönüşüyor.

Ben hep her şeyin içinde umut olsun isterim

Resim aracılığıyla yüzleşmeler yaşarken birazcık zihnimizi açıp distopik bir hissiyattayken belki ütopik bir dünyaya doğru tekrar dönüşür müyüz hikayesi midir acaba?

Eeee onu da tartışmaya açıyoruz zaten. Resimlere baktığınızda da aslında konusu ve ismi ‘Distopya’ olmasına rağmen geri bildirimlerde, resimleri izleyenlerden gelen ortak kanı şu;  “aslında içinde çok renkli umutlu bir dünya da var” lunaparklar çizdim evet içinde çocuk yok sadece siyah bir karga duruyor sanki etrafında siyah siyah üstüne devriliyor gibi lunaparkın, binalar sarmış ama orada rengarenk bir lunapark var. Belki çocukluğumuza dönmek belki çocukluğumuzu o rengi anımsatmak bütün bunlara karşılık da denk geliyor olabilir ve bütün bunları içinde barındırmasını son derece önemli bularak bunları bunların içine koydum. Resimlerimde aslında büyük bir renk var kırmızılar, turuncular, sarılar, yeşiller, maviler, saks maviler çok neon renkler kullandım ama serginin ismi ‘Distopya’ Ben hep her şeyin içinde bir umut olsun isterim umutsuz yaşamak zaten mümkün değil ve enseyi hiçbir zaman karartmamak gerekir diye düşünürüm. Ama bu böyle ucuz bir pollyannacılık değil gene ayakları yere basan sadece farkındalığı artıralım istiyorum. Bir şeyi tartışmaya açmayı, bir şey konuşulsun demeyi önemsiyorum. ‘Distopya’ olduğu için tam da şu gün, şu zamanda bu resimlere bakıp içinden geçtiğimiz süreci analiz etmemize yardımcı olur mu diye bu sergiyi açtım.

Ressamlık bir yaşam biçimi

Bu dünyayı nasıl kuruyorsunuz, sizi neler besliyor, nasıl çıkıyor o çizgiler, o renkler ve o şekiller?

Bir kere çok resim seyrediyorum, çok resme bakıyorum. Oyuncu olmaya karar verdiğimde de çok oyuna gitmiş, çok oyun seyretmiş, çok tiyatroya gitmiştim çünkü içimde büyük bir oyuncu olma ateşi ve oyuncu olma arzusu ve isteği yanıyordu alev alev. O yüzden de çok oyuna gittim, çok oyun okudum. Şimdi resme de uzun süredir bakıyorum, çok müze geziyorum, ressam atölyelerinden çıkmıyorum, birçoğu ile özel dostluğum arkadaşlığım var ve onların atölyelerinde yapılan sohbetlere bayılıyorum. Beni bıraksanız her boş vaktimde bir resim atölyesinde ressam arkadaşımla beni sohbet ederken bulabilirsiniz. Şimdi orada göz de biraz terbiye oluyor tabii ve bir de o algıdan bakıyorum dünyaya artık. O görsel algı benim gölgem oldu artık onunla yürüyorum her yere ve her yerde ona dikkat ediyorum. Ne çizilmiş, nasıl çizilmiş, ne yapılmış bütün bunlar benim artık olmazsa olmazım ve istemeden yaptığım eylemler halinde seyrediyor benimle birlikte. Dolayısıyla bu kadar ilgili ve meraklı olunca, bu kadar resme bakınca ufak ufak sizin çizginiz de, boya sürüşünüz de, kompozisyonunuz da figürünüz de, lekeniz de yol kat ediyor. Ben de ilk başladığım günlerden bugünlere baktığımda kendi içimde bir yol kat ettiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten bununla ilgili ressam arkadaşlarımdan geri bildirim de alıyorum. Bu arada ressamlık mevzusuna gelince ben böyle olmasını pek tercih etmiyorum ressam kimliğini title olarak çok kabul etmiyorum. Ben şu anda ressamcılık oynuyorum. Ressamlık bir meslekse ki bana göre bir meslek değil aslında bence bir yaşam biçimi bu ve ben bunu bir yaşam biçimi gibi yaşamaya gayret ediyorum.

Resim yapmak çocukluk hayalim değildi

Peki çocukluğunuza döndüğünüz zaman resim yapacağım, sergiler açacağım gibi bir hayaliniz var mıydı?

Hayır yoktu asla öyle bir şey. Bu gerçekten hayatıma dokuz yıl önce girdi. Arkadaşımın resim atölyesinde otururken onun yönlendirmesiyle “bu kadar resim seviyorsun, resim alıyorsun, paranı resme yatırıyorsun bak burada atölyedeyiz tuvaller, boyalar, fırçalar falan var gel şurada resim yap Güvencim” yok yaparsın yapamazsın ben Cin Ali bile çizemem durumundan yola çıkarak resim muhabbeti koyulaşınca hadi bir deneyeyim dedim. O akşam ilk defa bir resim yapıp sonra o resimde a ne kadar güzel oldu ya fena olmadı diye ressam arkadaşımdan geri bildirim almam ile orada bir omurganın dikleşmesi oluştu ve o günden bugüne hiç bırakmayarak istikrarla sürekli resim yapmamla geçen bir hikaye benimkisi.

Sanki başkasının resimlerine hep beraber bakıyormuşuz gibi oldum

Size çok iyi gelen bir şey olmuş olmalı ki üçüncü kişisel resim serginizi açtınız ne hissettiniz peki?

Garip bir duygu tabii tiyatrodan falan alışkın olmadığımız bir şey. Tiyatro ile bambaşka karşılığı var yani, sergide öyle değil ne bileyim sünnet sahibi gibi duruyorsunuz işte kapıda, insanları karşılıyorsunuz sanki çocuk içeride yatakta ve siz de anne baba olarak kapıda hoş geldiniz diye insanları karşılıyorsunuz öyle bir duyguya kapıldım yani. Garip geldi onların arasında dolaşmak ve onlar resme bakarken yüz ifadelerine şahit olmak falan çok ilginç bir tecrübeydi. İlk sergide bu kadar olmamıştı araya baya da bir zaman girdiği için bu sergide resmim de biraz daha ilerledi dolayısıyla daha değişik bir duygulanım ve hissiyat içine girdim. Garipsedim diyebilirim yani garip geldi yabancılaştım. Sanki başkasının resimlerine hep beraber bakıyormuşuz gibi oldum.

Yeteneği bir bütün olarak ve büyük bir ev olarak düşünürüm

Sanatın farklı disiplinlerinde üretim yapıyorsun ve seçtiğiniz yolculuk içinden sanat geçen bir yolculuk. Bu merak ve birçok alanda üretim neden kaynaklı?

Multidisipliner oluyor sanatçılar, bazı insanlar birden fazla karpuz taşıyabiliyorlar koltuklarının altında bu da büyük bir zenginlik. Bugün Z dediğimiz son kuşakta da gözlemliyorum onlara da bir meslek yetmeyecek. Ayrıca bir meslek neden yetsin, niye öyle olmak zorunda olsun. Birden fazla iş herkes yapabilir ve yapmalı bence. Yüzde yüz ben bir insanın sadece bir iş yapabileceğine inanmıyorum. Hepimizin elinden gelen bir sürü iş vardır bence bunları keşfetmek ve hayata geçirmek ile ilgili bir durum bu sadece. Bir insan yetenekli ise tırnak içinde birden fazla şeye yetenekli olduğunu görüyoruz. İyi de yemek yapar, iyi de şiir yazar, iyi de oynar bunlar hep bir arada kol kola olabilir. Bütün bunların içinde bir geçirgenlik var birbirlerine geçen ve açılan odalar sanki öyle düşünürüm. Yeteneği bir bütün olarak ve büyük bir ev olarak düşünürüm. Onun içinde bir sürü açılan odaları var herkes odalarını keşfetsin, kilitli odalarını açsın ve bulsun. O aşağıdaki kömürlükteki o ışığı yaksın ve görsün içeride neler var. Bir sürü şey var içimizde ve onları keşfetmekle ilgili bir şey bu ayrıca sizi zorlar böyle şeyler durduk yere olmaz. Yani oturup bir gün ben resim yapayım diye karar vermez insan.  

Ben önce kendi mutluluğumun peşindeyim

Biraz da tabii hayattaki duruşunuzla da ilgili bir durum bu siz daha anlamlı bir hayatta yaşamak istiyorsanız sorguluyorsunuzdur bunun karşılığı bu. Tek bir çizgide tek tip yolculuk yapmak kolay bir yolculuk ama siz farklı sanat disiplinleri arasında daha renkli bir yolculuk yapmayı tercih ediyorsunuz. Yoksa popüler bir oyuncu olarak kalmak ve sadece öyle yaşamak da bir tercih ki yapabilirsiniz.

Ben bu hayatta vakit geçirdiğimizi düşünüyorum, vaktimi de güzel geçirmeye çalışıyorum kendimce ve kendi meşrebimce benim için bu kadar basit bir yer. Çünkü doğumdan ölüme bir yol bu yürüdüğümüz ve bu yolu yürürken kimi zaman birbirimizin kollarına giriyoruz, kimisi kesiliyor ben daha yavaş yürüyeceğim diyor, öbürü diyor tamam ben hızlanıyorum. Ben de bu yürüyüş içerisinde burada bir zaman ve vakit geçirmek olarak tarif ettiğim şeyin içinde olabildiğince vaktimi mutlu olduğum ve beni mutlu eden şeylerle geçirmek istiyorum. Bu yaptıklarım beni mutlu eden şeyler, ben önce kendi mutluluğumun peşindeyim ve hiç sosyal bir derdim yok. İlla bir şey anlatayımın dışında bir şeyden bahsediyorum tabii ki bir şey anlatınca da bir şey anlatmış olmak beni mutlu ettiği için gene orada ortak payda da buluşuyoruz. Kesirin altında üsteki rakamlar değişir ama kesirin altında vardır ya ortak payda dediğimiz orası mutluluk, o beni mutlu eden şey. Yani aslında saçımızı taramak, bir şeye bir şeyi uydurup giymeye çalışmak, makyaj yapmak falan bunların hepsinin altında kendini mutlu etme ve mutlu hissetme var.

Güven’in yolculuğu bu

Siz kendinizi mesleki anlamda nasıl tanımlıyorsunuz?

Çok kutulara koymak istemiyorum hani böyle kutu koyup üzerine etiket koyup bu bu, bu bu, yapmak istemiyorum burada hep kendi içimde bir geçişkenliği olan Güven Kıraç aslında. Esasında işin özeti Güven, Güven’in yolculuğu bu. Bu hayattan geçerken o mesleği seçmiş, onun mensubu olmayı bir şekilde becermiş başarmış, o meslek içinde güzel yerlere gitmiş hem sahne üzerinde hem kamera önünde gönenmiş maddi ve manevi olarak bu karşılıkları hayatında ne şükür ki bulmuş. Ama bir taraftan da şiire bulaşmış kendi meşrebince resme bulaşmış ve hep kendini nasıl daha ifade edip daha mutlu nasıl hissedebilirimin peşinde bir yolculuk süren Güven’in hikayesi.

Hep o duygu benimle olsun hayatım boyunca bana eşlik etsin istedim

Ne güzel resim ve şiir hatta daha fazlası aslında oyunculuğunuzu çok zenginleştiren şeyler bunlar…

Bunların arasında bir geçişkenlik oluyor şiirle ilgili olmak resme, resimle ilgili olmak sahneye, sahneyle ilgili olmak resme hepsinin birbirine transformasyonları ve etkisi muhakkak oluyordur. Dolayısıyla bütün bunların avantajlarını ve bu donanımları da bu dolaşım sırasında yaşamaya çalışıyorum elbette. Şiirle ilgili olduğum için belki resimlerin isimlerinin o kadar benim tarafımdan önemsenmesi ve öyle özellikli ve incelikli isimler koyma çabası oradan kaynaklanıyor muhtemel ki. Aktör olduğum için aktörlük mesleği de çok volümlü ve çok geniş bir meslek aslında içinde her şeyi barındırıyor. Biz ressam da oluyoruz, doktor da, pilot da, serseri de, din görevlisi de oluyoruz aktör olarak her şeyi oluyoruz ne muhteşem bir şey bu. Bu durum müthiş bir şey, ben bunu keşfettiğim an zaten bunu bırakmam dedim ta lise yıllarında. Lisede tiyatro koluna girdim ilk bir oyunu çalıştık Cevat Fehmi Başkut’un Göç diye bir eserinde bulunan kapıcının yeğeni Ahmet diye bir rol oynadım. Oyun bitince el ele tutuştuk selam verdik, veliler falan alkış kıyamet o zaman dedim ki; bu muazzam ve müthiş bir şey ben bunu bırakmam. Meslek gibi değildi o bir hissi ve o duyguyu bırakmak istemedim ben. O duyguya hep sahip olmak, hep o duygu benimle olsun hayatım boyunca bana eşlik etsin istedim.

Ben hep risk almayı, hep değişmeyi tercih ettim

İyi ki o duyguyu bırakmamışsınız. Oynadığınız filmlere, dizilere baktığım zaman orası da rengarenk lunapark gibi tek tip rollerde değilsiniz, herkesin sevdiği başka karakterde bir Güven Kıraç var. Herhalde bir oyuncu için bu hem çok güzel bir şans hem güzel bir doyum ve çok güzel bir serüven diye düşünüyorum.

Aynen öyle bir de bunun böyle olmasını özellikle ihtimam gösterdim buraya bir mesai harcadım ve hep daima bir önceki rolümden kilometrelerce uzakta bir karakter oynamayı seçmeye çalıştım. Ne kadar seçebiliyorsa bizim gibi ülkelerdeki aktörler için çok da bazen mümkün olamıyor bu işler çünkü hep sizi toplumsal olarak bir yere hapsediyorlar ve istiyorlar ki siz hayatınız boyunca hep domates güzelini oynayın mesela işte Ayşen Gruda’ya yaptıkları gibi. Hep bir yerde klişelerle ilerlenilsin isteniyor. Bir yerde bir şeyi çok iyi oynadığınızda hep onun devamını ve benzerini yapın istiyorlar. Ben de hep risk almayı, hep değişmeyi ve değişimi birinci derece öne koymayı tercih ettim çünkü ancak o zaman mesleğimi gerçekten icra ettiğimin ayırımına, zevkine ve keyfine varabilirim.

Biz bir talk şov değil walk şov yapıyoruz

Ben sizinle ve Erkan Can ile birlikte yolculuğa çıkmayı çok istiyorum. İnanılmaz güzel bir proje tekrar tekrar izliyorum. Gezi programının içindesiniz ama program gibi de değil birlikte acayip eğleniyorsunuz ben orada olsam ve size eşlik etsem istiyorum.

Program çok sevildi bundan çok büyük bir mutluluk duyuyoruz ve çok güzel bir karşılık buldu, geri dönüşleri çok güzel. Buradaki şey zannediyorum ki samimiyet, samimiyse gerçeğe çok yakınsa ve gerçekse karşılık buluyor artık. Dramatik bir şeyi çok yutturacağımız bir dönemde değiliz artık samimiyet geçer akçe. Bu gezi programındaki de ana mesele hakikaten onun çok büyük bir samimiyetle yapılıyor olması. Hiçbir şey düşünmüyoruz kamerayı açıyoruz ortada ne metin var, ne bir şey var, gelişine topa vuruyoruz diyeyim sana amiyane tabirle. Sohbet birbirini açıyor bir yerde bir hatalı bir şey söylüyoruz ama orayı atmıyoruz kamerayı tekrar çalıştırıp biraz önce bunu söylemiştik bu da böyle değilmiş, bize inanmayın siz araştırın diyoruz ve o kısmına işte geri vites diyoruz. Bütün bunların kameraların önünde açıkta olması ve samimiyetle olması çok karşılık buldu. Biz bir talk şov değil ama walk şov yapıyoruz. Yürüyerek sohbet ediyoruz ve arkamızda gezdiğim şehirler bize eşlik ediyor.

Erkan Can özel bir ruh

Partnerinizi tanımlamak çok zor nevi şahsına münhasır bir insan Erkan Can’a dair neler söylersiniz?

Erkan Can’ın yüzüne de söylüyorum arkasından da konuşuyorum o benim için çok kıymetli bir yerde, çok özel bir ruh, özel bir insan ve gerçekten nevi şahsına münhasır denilen öyle bir insan. İnsanlar birbirini seyahatte tanırlar seyahat etmek öyle kolay bir şey değildir, bütün bunları biz birlikte yaşıyoruz son derece saygın bir şekilde abi kardeş dozunu hiç kaybetmeden, birbirimize olan güvenle ve birbirimizin gözüne bakıp artık çok iyi anlayacak durumdayız. Biraz Hacıvat-Karagöz biraz Kavuklu ile Pişekar yapıyoruz diyebilirim. Bu bir proje zaten bu proje istediğimiz ve bizim planladığımız gibi çok şükür gidiyor, sağlığımız el verdiği müddetçe de devam edecek.  

‘Distopya’ sergisi yolculuğuna devam edecek  

Son olarak ‘Distopya’ sergisi nereleri gezecek?

‘Distopya’ yolculuğuna Viyana ve Berlin’de devam edecek Kasım ayında da İstanbul’da olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi