İbrahim Turhan

İbrahim Turhan

Değişmeyen tek şey…

Heraklitos, felsefe tarihinin önemli isimlerindendir. Şimdilerde popüler kültürde ne yazık ki bir reklam sloganı sanılan “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözünü insanlık birikimine o kazandırdı. Üç aya yakın süredir kabuğuna çekilmiş ekonomi dünyanın her yerinde yavaş yavaş açılırken Covid-19 sonrası dönemde bu derin hikmeti yeniden keşfediyoruz.


Çarpıcı örnekler verebilirim size. Örneğin; benim kuşağım için uluslararası ekonomi politik alanda neredeyse sömürüyle eş anlamlı olan Uluslararası Para Fonu (IMF)… Daha yirmi yıl öncesine kadar bir ülke IMF’nin eline düştüğünde politika önerileri hep kemer sıkma olur, acı ilaç hep dar gelirlilere yutturulurdu. Görüntüde kendisinden biraz daha insaflı ama politika önerilerinde en az onun kadar acımasız olan ikizi Dünya Bankası ile birlikte ellerindeki standart elbiseyi sıkıntıya düşen gelişmekte olan ülkelere, gerekirse deli gömleği bağlar gibi giydirirlerdi. 1990’da Sosyalist Bloğun soğuk savaşı kaybetmesinin ardından kapitalizmin zafer sarhoşluğu içinde (eski ahitteki On Emir’e nazire olarak) ilan edilen Washington Uzlaşmasının On Emri, bu “şeytani ikizler”in dua kitabı haline gelmişti.
Oysa aynı IMF’nin başkanı Georgieva’nın 11 Haziran’da yayımlanan konuşması, ortaya bambaşka bir çerçeve koyuyor. Konuşmanın temel vurgusu, başlığından da anlaşılacağı üzere, salgın sebebiyle kapatılmış küresel ekonomi yeniden başlatılırken iktisadî faaliyetteki toparlanmanın kapsayıcı olması gerektiği. Georgieva Covid-19 salgını yüzünden 100 milyon kişinin ağır yoksulluk koşullarına sürüklendiğine dikkat çekiyor. IMF’den, geçmişte rüyamızda görsek hayra yormayacağımız önerilerde bulunuyor; yoksulluğun azaltılması, toplumun kırılgan kesimlerinin büyümeden daha adil pay alması için maliye politikası kullanılmalı, sosyal güvenlik ağları güçlendirilmeli, devlet eliyle sunulan sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesi artırılmalı ve kapsamı genişletilmeli, yoksullara gelir desteği sağlanmalı. Georgieva, gerekirse IMF’nin bu harcamalardan doğacak borç yüklerinin hafifletilmesi konusunda elini uzatacağını da vaat ediyor.


Salgının toplumun desteklenmeye en fazla ihtiyaç duyan kesimlerini birçok yönden olumsuz etkilediği bir gerçek. Yoksulluk çeken, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik imkânlarından yeteri kadar yararlanamayan zayıf sosyo-ekonomik gruplar hem salgının doğrudan etkilerini daha fazla hissetti hem de ekonomi üzerinde yarattığı artçı şoklar karşısında daha kırılgan haldeler. Düzenli geliri olmayan veya düşük gelire sahip kesimler, sokak ekonomisi ile geçinmeye çalışanlar ve işgücüne yeni katılacak gençler bir anda ortada kaldı. Bu sorunların salgının sona ermesiyle hemen biteceğinin garantisi de yok ne yazık ki. İşgücünde yapısal ve kalıcı bir değişim yaşanması, göz ardı edilmemesi gereken bir ihtimal. Yoksulluğun artması, krizin etkisiyle işlerini kaybeden çalışanların ve küçük girişimcilerin yeniden geçimlerini sağlayabilecek düzeyde gelir elde edebilecek hale gelmeleri uzun zaman alacak.
Korumacılık yanlısı popülist politikacılar başlangıçta Covid-19 salgınından pek memnundular. Kurt dumanlı havayı severmiş ya, bir taraftan akla ziyan komplo teorileriyle yabancı düşmanlığını ve nefret dilini körüklerken bir yandan da korumacı politikalara hız kazandırdılar. Böylece Coronavirüs, çok daha tehlikeli bir hastalığı örtmek için bir araç haline getirildi. Popülizme ve hamasete dayalı dışlayıcı siyasal akımları, özgürlükleri daraltan, bilgiyi küçümseyen dayatmacı otoriter eğilimleri meşrulaştırmak için salgın bir mazeret olarak kullanılıyor.


Bir kardeşlik isyanı
İşte kapsayıcı ekonomi politikalarına yapılan vurgu tam da bu yüzden önem kazanıyor. Birleşmiş Milletler Gelişme Programı İnsanî Gelişmişlik Endeksi’nde yer alan ölçütleri esas alan kapsayıcı politikalara yeteri kadar vurgu yapmayan hiçbir ekonomi programı, Covid-19 sonrası dönemde karşı karşıya olduğumuz sorunlara cevap veremeyecek. Bu sadece ekonomik değil, temel insan hakları ve özgürlükleriyle de yakından ilgili siyasal bir konu.
Bu kriz, dünyanın tamamını pençesine alan ama etkisini bireysel düzeyde hissettiren Covid-19 benzeri şoklar karşısında etkili olabilecek, bu ölçekteki krizlere müdahale edebilecek tek aygıtın devlet olduğu gerçeğini hepimize hatırlattı. Ama hangi devlet? Kaba güce ve propagandaya dayanan, akla ve bilime değer vermeyen, kurumsal yetkinliklere ve özerkliklere saygı göstermeyen devletler, dev cüsselerine rağmen minicik bir virüs karşısında un ufak oldular. Hamasî nutuklar insanların en temel hakkı olan can güvenliğini, kamu sağlığını ve düzenini korumada etkisiz kaldı.
Öte yandan Coronavirus insanlara tek bir türün mensupları, yani kardeş oldukları gerçeğini en çıplak ve sarsıcı biçimde gösterdi. Bilim-kurgu filmlerinin gelişmiş kent prototipi New York’ta da Rio’nun gecekondularında da yaşamları ölümcül bir kasırga gibi savurdu. Belki de bu iki gelişme, bir kardeşlik uyanışının fitilini ateşlemiş olabilir. Bugün dünyanın farklı ülkelerinde, farklı renkten, farklı etnik kökenden, farklı inançlardan insanların sokaklarda adalet çığlığı atıyor olması, George Floyd’un ırkçı-baskıcı otoriter gücün çizmesi altına kesilen nefesine ses vermeye çalışmasının bir nedeni de yeşeren bu kardeşlik bilinci olabilir.
Değişimi kavrayacak derinlikten yoksun, yeni dönemin meydan okumaları karşısında bilgisi de deneyimi de ufku da yeterli olmayan bir ekibin ekonomi yönetiminde olması ciddi bir sorun. ABD Merkez Bankası Fed, sağladığı destekleri 1934 tarihli bir yasaya dayandırıyor. Bizde ise son bir buçuk ayda ne kadar çok düzenleme yaptığı ile övünen bir yönetim anlayışı hâkim. Keyfî müdahaleler sıradanlaştırılıyor, fiyat kontrolleri gibi ilkel yöntemlere başvuruluyor, bağımsız, tarafsız ve nesnel ilkelere bağlı olması gereken denetim bir baskı aracı ve tehdit unsuru olarak kullanılıyor. Kurallar duruma ve ilgilisine göre farklılaştırılıyor, dahası oyun sürerken kurallar değiştiriliyor.
Diğer tarafta da bütün bu değişimi ve değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu kavrayamayıp yarının ekonomisini, dünkü hazırlop formüllerle kurtarabileceklerine dair illüzyonu sihirli bir değnekle havaya çizenler var. IMF bile aynı nehirde iki kere yıkanılamayacağını kavramışken hâlâ neoliberal ezberleri tekrar etmek arkaik bir görüntü.
Çare; serbest piyasa ile kapsayıcı sosyal politikaları, verimlilikle gelir adaletini, sermaye artışı ile yoksulluğun azaltılmasını, dışa açık küresel ekonomi vizyonuyla sanayide ve tarımda stratejik önceliklerin gözetilmesini birlikte ve uyum içinde sağlayacak formülü sunmakta. Fransız devriminin iki sloganı özgürlük (liberte) ve eşitlik (egalite) hep birbiriyle çatıştırıldı. Oysa üçüncü slogan dengeyi sağlayacak unsuru hiçbir sihre ve keramete gerek kalmayacak biçimde bünyesinde barındırıyor; kardeşlik!..
Ekonomide gelecek işte budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Turhan Arşivi