Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

DELİ BİR DAHİNİN MELANKOLİK HİKAYESİ: VİNCENT VAN GOGH

Delilik ile dahiliğin arasında ince bir çizgi olduğu söylenir. Hatta bence delilik ile dahilik içe içe geciktir. Hüzünlü hayat hikayesi ile başarıyı ancak ölümünden sonra yakalayabilmiş olan Van Gogh da yaşadığı çevrelerce deli olarak tanınmış dünya dâhilerindendir.

"Dünya yeteneği karşılamaya hazırdır fakat dehayı ne yapacağını bilemez" Selçuk Alsan Düşünme Kulesi

Delilik ile dahilik arasında ince bir çizgi olduğu sürüp giden bir tartışmadır. Hatta yaratıcı bir dehanın içinde delilik kırıntıları olduğu fikri Platon’a kadar uzanır. Hakikaten tarih bizlere zaman zaman dünyayı kendine has bir perspektiften gören ve yaratıcılık gücüne sahip bir deha için deli, işe yaramaz dendiğini göstermemiş midir?

Bunun bir örneği de Vincent Van Gogh…

Van Gogh hayatı boyunca yapmaya çalıştığı işlerde başarısız olmuş ve hatta tüm çevresi ona deli gözüyle bakmıştı. Ancak ölümünden sonra 20. yüzyılın başlarında ünü artmaya başlamıştı. En nihayetinde hayatı boyunca, 860’dan fazla yağlı boya ve 1.300’den fazla sulu boya, çizim ve eskizden oluşan 2.100’den fazla çalışmayı tamamladı. Bugün resimlerinin birçoğu dünyanın en pahalı sanat eserleri arasında yer almakta.

Başarısızlıklarla geçen bir kariyer hayatı

Yaşamını hüzünlü, yalnız ve mutsuz olarak tamamlayan Van Gogh eserleri kadar ruh sağlığıyla, kulağını kesmesiyle, hayatına intihar ederek son vermesiyle de biliniyor. Peki bu delilik ve dahilik arasında gidip gelen hayatın içinde neler olmuştur?

Van Gogh, otoriter ve saygınlığa önem veren bir ailede dünyaya gelmiştir. Hayatının mutsuzluk dönemeçlerinden ilki yatılı okula gönderilmesi ile olmuştur. Burada kendini çok yalnız hissetse de ailesi okuldan ayrılmasına izin vermemiştir. Yıllar sonra o günleri ‘kasvetli, soğuk ve sıkıcı’ olarak betimlemiş Van Gogh.

Babası rahip olan Van Gogh’un ailesinin içerisinde din adamları ve sanatçılar bulunmaktaydı. Bu ortamda büyüyen Van Gogh da din adamlığı ve sanatçılığı meslek olarak icra etmekte olan aile büyüklerinden etkilenerek hayatının farklı dönemlerinde her iki alana da yönelmişti. Ancak bahsettiğimiz üzere dahil olduğu işler çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

1869 yılında henüz 16 yaşındayken Lahey'deki Goupil & Cie adlı sanat firmasında çalışmaya başlamıştı. Sanatın ticari yönüne oldukça az değer veren Van Gogh 1876’da bu işten ayrıldı.

Bu tarihten sonra babası gibi vaiz olarak kariyer yapmanın kendisi için uygun olacağına kanaat getirerek metodist bir rahibin yanında gönüllü vaiz ve öğretmen olarak görev yapmaya başladı. Kendini yoksul insanların kurtarılmasına adamaya kararlıydı. Belçika’da kömür madeni işçileri arasında vaizlik yapmaya başladı. Ancak kısa bir süre sonra bu işin kendisine uygun olmadığına karar verildi ve bu işten de ayrılmak durumunda kaldı.

O dönemde kömür madeni işçilerinin ve onların yaşadıkları ortamın resimlerini yapan Van Gogh yaşamına ressam olarak devam etmeye karar vermişti.  Brüksel ve Antwerp’teki sanat akademilerinde eğitimler almıştı. Ancak akademik eğitim Van Gogh’a göre değildi. Ne hocaları onun tarzını beğeniyordu ne de o hocaların geleneksel eğitme yöntemlerinden hoşlanıyordu. Böylece kendi kendini eğitmeye karar verdi ve yeteneklerini geliştirmek için yüzlerce çizim yaptı.

Yıldızlı gece

Resme eğilmeye karar verdiğinde 27 yaşındaydı ve ilgisi yaşamının sonuna kadar yani on yıl sürecekti. Bu on yıllık süreçte binlerce çalışma yaptı. Eserlerini yalnızca “Vincent” adıyla imzalardı.

En ünlü eseri ‘Yıldızlı Gece’yi ise akıl hastanesinde yapmıştı. Van Gogh akıl hastanesine 1889 yılında kulağını kestikten sonra kaldırılmıştı.

“Bu sabah gün doğmadan epey önce penceremden gökyüzüne baktım. Büyük, çok büyük sabah yıldızından başka hiçbir şey olmayan gökyüzüne…”

Kardeşi Theo’ya yazdığı mektupta tasvir ettiği pencere o tarihlerde kaldırıldığı akıl hastanesinin penceresiydi. Yıldızlı Gece de Van Gogh’un o pencereden bakarken farklı bir formda gördüğü dünyayı anlatıyordu.

Bu eser bugün New York Modern Sanatlar Müzesi’nde birçok konuğu karşılamaya devam ediyor.

Deli-dahi

Hastaneden çıktıktan sonra 1890 yılında Van Gogh bir tüfekle kendini yaralamış ve iki gün sonra da dünyaya gözlerini kapamıştır. Yaşamı giriştiği işlerde başarısızlıkla sonuçlanarak sevdiği kadınlar tarafından reddedildiği için hüzünlü bir duygusallıkla ve hatta resimleri hak ettiği ilgiyi, beğeniyi göremeden tamamlanmıştı.

Ölümünden sonra ise adeta yıldızı parlayan Van Gogh’un eserleri bugün de dünya çapında ses getirmeye devam ediyor. Yaşarken yalnızca bir ya da iki tablosunu satabildiği bilinirken 1990’da Dr. Gachet’in Portresi adlı eseri, Christie’s’te 82.5 milyon dolara satıldı. Bu rakam, tek bir tablo için ödenen servet olarak yeni bir rekora da imza atmış oldu.

Delilik ile dahiliğin iç içe gecik olduğunu tekrar tekrar düşündüren dahi sanatçı Van Gogh’a yaşadığı bu melankolik hayat ilham olmuştur. Şimdi o çılgın, yaratıcı ve bilhassa hüzünlü bir sanatçı olarak hatırlanmaya devam etmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi