Demokratlığın alemi yok.! Akıllı olun.!

Son Güncellenme Tarihi: Kasım 23, 2020 / 10:00

Siyasi meşruiyet, bir siyasi sistemdeki kurumların, bu kurumların kararlarının ve yönetime hakim kültürün ‘değerli’ ve ‘faziletli’ kabul edilmesi halidir. Böylece siyasi sisteme saygı duyulur ve kararlarına uyulur. Bu ‘kabul’ normal olarak belli değerlere dayanır: iyilik, doğruluk, ahlak, kamu yararı, hukuk, özgürlük, eşitlik, yasalara—özellikle de ‘Ana’ yasaya—saygı gibi..
Kurumları, kuralları, kültürüyle bu normları yok sayan bir siyasi sistem ve sistemdeki karar alıcılar yozlaşır ve yönetme meşruiyetlerini yitirirler. Yani artık ‘değerli’ kabul edilmezler.!
Yapılması gereken sistemi yenilemek, yöneticileri değiştirmektir—bugünkü moda deyimle ‘reform’.! Sistem orta-uzun vadede demokratikleşir. Türkiye’de 2002-2007 döneminde ‘sanki yapılıyor’ görüntüsü verilen buydu.
Artık reform yapılamayacak kadar yozlaşmış sistemlerdeki iktidarlar—ayrılmak yerine—kendilerine yeni bir meşruiyet zemini yaratmaya çalışırlar ve siyasi sistem uzun sürecek bir alacakaranlık kuşağına girer. Türkiye’de 2007’den bugüne, özellikle bugün, yaşadığımız budur.
Bu ‘yeni’ zemin, doğal olarak yeni ve farklı ‘değerlere’ dayalı olacaktır. Yeni (!) değerler çarpıcı bir siyasi söylemle tanıtılır, farklı değerleri benimseyen toplumsal kesimler—ve siyasi muhalefet—şeytanlaştırılır, iç ve dış ‘mihraklarla’ özdeşleştirilip beka sorunu halinde sunulur, en sonunda genel bir seferberlikle demokrasi-dışı bir rejim tahkim, konsolide edilir.
“Bayrak inmeyecek, ezan dinmeyecek, vatan bölünmeyecek” sloganı bu sürecin sembolüdür. Bazen, muğlak—her yere çekilebilen, ‘dava’ kelimesiyle kodlanır.
“Make America Great Again” benzer bir sürecin Trumpçasıdır. ‘Amerikancası’ da diyebilirsiniz.
Demokrasiler hukuka, demokrasi-dışı siyasi sistemler ‘kişi kültüne’ dayanır. Kişi kültünün yaratılması, yoktan var edilmesi, yeni (!) değerlerle özdeşleştirilmiş bir karizmanın ‘yüce kişiye’ eklemlenmesi gerekir. Bunun için devasa bir propaganda makinesi, hatta yazılı ve görüntülü medyanın kontrolu yetmez. Omuz verecek ‘fedailere’ ihtiyaç vardır.
‘Başkan-değerler-fedailer’ üçlüsü demokrasi dışı rejimlerin vazgeçilmezidir. Yüce-Kişi’nin ‘yüce’ olduğuna toplumun ikna edilmesi ‘propagandanın’ görevidir. İkna edilemeyenlerin sindirilmesi de fedailerin.! Her iki kurum (!) da, Yüce-Kişi’yi ‘sorgulanamaz’ yapmayı hedefler.
Rize, 2015 Ekim’i: Hiçbir siyasi sıfatı olmayan bir şahıs seçim döneminde bir miting düzenliyor ve “Bir gün güvenlik güçlerimiz yorgun düşerse, yetersiz kalırsa, adeta dünyanın şah damarları kesilmiş gibi oluk oluk kanlarını akıtacağız” diyor. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diz çöktürülmesi, devlete diz çöktürülmesi anlamına gelecek-miş”. ‘Ona oy verin’ demeye getiriyor. Bir kaç ay sonra, bu sefer, “Milletin beklediği o vakit geldiği zaman, akan kanlarınızda duş alacağız” diyor.
Bir ay sonra, Trabzon…
Bir futbol maçından sonra hakemler, bir futbol kulübü başkanının talimatıyla (!) dört saat göz altına (!) alınıyor ve ‘hürriyetlerinden’ yoksun bırakılıyorlar. Başkan “Öleceksek adam gibi öleceğiz” diyor. Bu sözler bir ‘futbol maçı’ hakkında.!
“Bundan sonra neler olacağını Türkiye Cumhuriyeti görecek. Herkes görecek” diyor Başkan Bey. Ve ilave ediyor: “O hakemi bakalım oradan kim çıkartacak [Kimse çıkartamaz]”. Ama sonra “Ben bırakmayacaktım, ama kıramayacağım büyüğüm aradı” deyip hakemleri bırakıyor. O büyük (!) Cumhurbaşkanı Erdoğan değilmiş—öyle söylüyor.
Ve nihayet geçtiğimiz günlerde bir başkası, bir siyasi parti liderine ‘Sayın’ diye başlayıp en aşağılık hakaretleri yaptıktan sonra “Akıllı ol” diyor. Sonra da “Beni öldürt” diye akıl veriyor.
Kan, ölüm, kıyım, tehdit, hakaret…
Yüksek özgüvenli, otoriteye karşı ama güçlü kişilere yakın, doğru-yanlış ayrımları olmayan, pişmanlık veya suçluluk duy(a)mayan bu agresif tiplerin çizdiği psikiyatrik tablo çok açık.
Asıl üzerinde düşünmemiz gereken, bunları muhatap alan, konuşan, ricacı olan veya görmezden gelen, hatta bunları ‘ülke ve millet’ sevdalısı ‘dava’ arkadaşları olarak takdim edenlerin niyeti.!
Demokrasi dışı bir siyasi rejimin değerlerini, bu uç tiplerin temsil ettiği ve hayat bulduğu bir zihniyeti dayatmaya, bu yolla kendilerine bir meşruiyet zemini yaratmaya çalışıyorlar.
‘Bayrak, ezan, vatan’ beka tehdidi altında… Demokrasinin yeri, demokratlığın alemi yok.
‘Akıllı olun’ diyorlar.
Akıllarınca…!

Emekli piyade (kurmay) tuğgeneral (Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2005), stratejist, siyaset analizcisi. Uluslararası ilişkiler, politik-askeri stratejik planlama, milli güvenlik siyaseti geliştirme alanlarında; NATO ve/veya Birleşmiş Milletler çerçevesinde icra edilen Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, El Halil (Filistin), Afganistan gibi milli, çok uluslu ve koalisyon stratejik operasyonlarına ilişkin olarak siyaset belirleme ve harekat planlamasında deneyim sahibidir. Somali, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki operasyonlara fiilen katılmıştır. Kıbrıs’ta iki ayrı dönem halinde toplam dört yıl, NATO uluslararası karargahlarında da toplam dört yıl görev yapmıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), silahsızlanma, silahların kontrolu, güven artırıcı önlemler ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla ilgili etkinliklerde, özellikle Bölgesel Silahların Kontrolu, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi (RACVIAC/ZAGREP), çok uluslu Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG)’nın kuruluşu ve çeşitli Balkan ülkelerindeki Barış İçin Ortaklık (PfP) etkinliklerinde görev almıştır. Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi (PSI) konsept geliştirme ve PSI çerçevesinde uluslararası işbirliğine yönelik planlama çalışmalarında rol almıştır. Gerek şehir gerekse kırsaldaki terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top