Deniz mi olsam!

Deniz ve deniz insanlarının meslek hayatımda çok ayrı bir yeri oldu. Haber, haber dosyaları hazırladım. Bazı belgesellerin ekiplerinde yer aldım. Beni deniz tutkunu yapan Trabzon’da geçen muhabirlik yıllarımdır. TRT Trabzon Radyosu Limana yakındı ve oradaki kahvehane ve meyhanelerinde sıra dışı deniz emekçilerini tanıtım. Balıkçısından, tayfasına, armatörüne, gemi donatanına çok dostum oldu. Maldivlerde, Gökova’da maviliğe dalmak işin biraz kolay yanı… En iyi sualtı arayıcılarının, denizaltı kaynakçılarının Trabzon’dan çıktığını bilir misiniz? Denizlerde, nehirlerde kayıp olanları onlar arar ve bulur. Kayıpların yüzde 99’unun ceset olarak çıkacağını Trabzonlu dalgıçlardan öğrendim mesela. Denizin altında boru hatlarını birleştirenlerin çoğunun Karadenizli dalgıçlar olduğunu burada hatırlatıvereyim.
Karadeniz’de kömür ve kum kosterleriyle dolaştım, hamsi ve palamut avına çıktım. İstanbul’dan yük gemisine binip Ege’yi kat ettim. İstanbul Boğazı’na parmağını lüfere kaptıran Balıkçı Ali reisin, geceden sabaha kaşık oltasıyla avını haber yaptım. Garipçe köyünden Karadeniz’in uluslararası sularına açılan kalkancıların yanında oldum. Çanakkale’den büyük teknelerle Orkinos avına çıktım. Yine Gökova’da radarsız sonarsız Orkinos avlayan oltacıların belgeselini hazırladım. Bunlar aklıma hemen gelenler.
Benimle birlikte olan kameraman arkadaşlarımı burada saygı ve sevgiyle anıyorum. Özellikle aynı zamanda pilot olan ve deniz tutkunu rahmetli Murat Öztürk’ü.
DENİZ KÜSKÜNÜ TOPLUM
Gündelik hayatımıza yerleşmiş, alnımıza yapışmış bir söz var… “Üç tarafımız denizlerle çevrili”… Dışarıdan bakınca, bizlerin denizle çok içli dışlı olduğumuzu sanıyorlar. Oysa hiç de öyle değil. Bizim insanımız maalesef denizlere küskündür. Deniz sadece içinde balık, kıyısında kum ve güneşle aklımıza gelir. Denizlerimiz, insan yerleşimlerinin pisliğini lağımını depolayan bedava çöplük alanlarıdır. Bizler denizlerin doğal düşmanlarıyız. Devlet ve millet olarak denizlerimize verdiğimiz zararın sonu yok. Kıyılarımız betonla yağmalandı, denizler plastik cehennemine döndü. Balık türleri giderek yok oluyor.
Bu konulara şimdi ilgi yoğun… Artık çevre haberleri eski zamanlardaki gibi hafta sonu bültenini dolduran üçüncü sayfa haberi olarak görülmüyor. Binlerce haber ve belgesel var. Ancak çoğu ülke bildiğini okumaya devam ediyor. Mavi Gezegenin sonu kirlilik ve insan çöpünden olacak.
BÜYÜK TEKNELERLE BALIK AVI BAŞLADI
1 Eylül’de yasak kalktı, gırgır ağlarıyla donatılan büyük tekneler yine denize açıldı. Önce palamut, sonra hamsi sürülerini peşinde olacaklar. Türkiye’de avlanan deniz balığı miktarı 80’li yıllarda 600 bin tonun üzerindeydi. Bunun da yüzde 70’ini tek başına hamsi oluşturuyordu. Avlanan balık miktarı sürekli azaldı. Şimdilerde 200 bin ton seviyelerinde. Bu gidişle azalma sürecek.
Bu günahın sahipleri var; 12 Eylül cuntası ‘çok balık avlansın’ emri verip teknelerin boylarını büyütünce, Özal hükümetleri de sonar cihazlarının ithalini kolaylaştırınca, bizim balıkçımız okyanuslardaki meslektaşlarına benzedi. Sonunda olan oldu, minareyi kaybetmeyenler iç denizlerdeki balıkları tükettiler. Avlanan balığı afiyetle halkımız mı yedi? Konserve mi oldu, HAYIR… Yine 12 Eylül’de emirle kurulan balık unu ve yağı fabrikalarında hayvan yemi oldu.
Sonradan fark edildi, artık devlet büyük balıkçı teknesi için ruhsat vermiyor, bazılarını da satın alıyor. Ancak sorun büyük… Denizlerde avlanma sahalarının adeta nadasa bırakılmasının zamanı geldi.
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı TÜDAV, bu konuda uluslararası kabul gören araştırmalar yapıyor, örneğin Karadeniz’deki araştırmalara başta Rus bilim insanları olmak üzere Avrupa’nın çeşitli enstitülerinden araştırmacılar da katılıyor. Tüdav, denizlerimizde bazı alanların yıl boyunca avlanmaya kapatılmasını öneriyor. Kısaca buna Deniz Koruma Alanları projesi deniyor. Rusya ve Ukrayna’nın Kalkan balığı üreme sahalarını bu şekilde koruduğu belirtiliyor. Bu konular deniz gibi engin, içinden çıkılması için bilim insanlarına kulak verilmesi gerekiyor.
MAVİ VATAN UZAK DEĞİL
Kısaca şu notu da yazıvereyim. Mavi Vatan sözü bugünlerde dillerden düşmüyor. Bu konularla ilgilenen bir arkadaşım gönderdiği E-postada, yıllar içinde Afrika kıyılarında avlanan bir iki Türk balıkçı teknesi olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor; “Petrol veya doğal gaz tamam ama deniz ürünleri de stratejik ürün olacak yakında. Sudan ve Somali’de balıkçı filoları kurulsa fena mı olur? Böylece bizim balıkçımız da geleneksel rotadan biraz şaşar ama ufku açılır. Mesela Norveçli yazar Knut Hamsun, İstanbul anılarında, 1885 yılında İstanbul’da Afrika balıkçığına yönelik okul açıldığını yazar.”
Şöyle bitireyim… Biz önce ülkemiz kıyılarını saran mavi vatanın kararmasının önüne geçelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi