Devlet 1 Mayıs’tan neden korkar?

Tarihin her evresinde işleyen bu adaletsiz düzen doğal olarak içinden isyanlar üretti. Toplumun adaletsizliğe uğrayan bireyleri bu gerçeğin bilincine ulaştıkları anda isyan ettiler ve adaleti geri çağırdılar. Ancak en başından beri adaletsizliği inşa eden devlet kendi kurduğu bu düzene isyan etmeyi kendisine isyan saydı ve kendince kurduğu cosmosun yıkılacağından korktuğu için çareyi bu isyanları güç kullanarak bastırmakta buldu. Düzeni adil bir hale getirmek yerine adalet isteyenleri sindirmeyi tercih etti.

Bu soruyu yanıtlayabilmek için öncelikle devlet kavramına bir bakmak gerek. Tarih boyunca filozoflar, sosyologlar, siyaset kuramcıları bu kavramın tanımını defalarca yaptılar. Tabii her soyut kavramda olduğu gibi devletin tanımında da müthiş bir çeşitlilik oluştu. Her düşünür kendi düşün dünyasından tanımladı devleti.

DEVLET NEDİR?

Başta Platon olmak üzere pek çok filozofa karşı çıkarak devlet dediğimiz kavramın köklerini doğadan almayan, insanın ihtiyaçları doğrultusunda insan tarafından ortaya konmuş bir kavram olduğunu söyleyeceğim. Devlet, insanın doğada var olduğunu varsaydığı cosmosu, yani düzeni kendi hayatına yansıttığı halidir. İnsan kendisini güvende hissetmek için chaostan kaçar ve hep bir cosmos kurmaya ihtiyaç duyar. Bu düzen isteği, sınırları belirlenmiş, kuralları konmuş, rasyonel bir sistem gerektirir. Bir arada yaşama ihtiyacını toplum oluşturarak çözen insan, bu toplumu bir cosmos içerisinde yönetecek organizasyona da ihtiyaç duyar. İşte çok basit anlamıyla devlet, bu organizasyondan başka bir şey değildir.

Ancak bu yönetim organizasyonunu yönetenler kavrama hiçbir zaman bu basitlikte bakmayı tercih etmezler. Elbette devlet dediğimiz büyük bir yapıda adalet gibi, ekonomi gibi, güvenlik gibi işletilmesi gereken pek çok aygıt vardır ve bunları yönetmek basit bir iş değildir. Yine de devletin temel amacına, varoluş amacına baktığınızda o basitliği görmek ve tüm o karmaşık yapıyı bu basit ilkeyi her zaman göz önünde bulundurarak yönetmek gerekir. Kısaca cosmos yani düzen olarak tanımladığımız bu temel ilkeyi koruyabilmek için en başta adalet aygıtını doğru işletmek zorundasınız. Öyle ya… İnsanlar toplum oluşturdular ve bu toplumun bir düzen içerisinde varlığını sürdürebilmesinin en temel gereksinimi de o toplumdaki bireylere adil davranan bir yönetim organizasyonu.

DEVLET ADİL MİDİR?

İşte başlıktaki sorunun cevabı da burada yatıyor. Yani cosmostaki adaletin işlememesinde. Devlet en başından güçlüler tarafından yönetildiği ya da yönetime gelenler artık güçlü oldukları için adaletin terazisini de hep kendileri gibi olanlardan yana işlettiler. Bir tek demokrasi bu problemi kuvvetler ayrılığı ilkesiyle çözdü, ama o da pratikte hiç işlemedi. Yasama ve yürütme kanunlar yoluyla yürütmeden bağımsızlaştırılsa da yürütme onları kendi tarafına çekmenin yolunu her zaman buldu. Böylece adına düzen denilen bu adaletsiz sistem, emek-sermaye ilişkisini de hep sermayenin çıkarları doğrultusunda yönetti.

Tarihin her evresinde işleyen bu adaletsiz düzen doğal olarak içinden isyanlar üretti. Toplumun adaletsizliğe uğrayan bireyleri bu gerçeğin bilincine ulaştıkları anda isyan ettiler ve adaleti geri çağırdılar. Ancak en başından beri adaletsizliği inşa eden devlet kendi kurduğu bu düzene isyan etmeyi kendisine isyan saydı ve kendince kurduğu cosmosun yıkılacağından korktuğu için çareyi bu isyanları güç kullanarak bastırmakta buldu. Düzeni adil bir hale getirmek yerine adalet isteyenleri sindirmeyi tercih etti.

İşte devletin 1 Mayıs korkusu buradan geliyor. Kendi adaletsiz düzeninin yıkılma korkusu. Bu düzene karşı yapılan her eleştiri, her protesto aslında devletin varlığına yapılmış bir eylem olarak görüldü. 1 Mayıs’ı kutlamak da protesto eyleminde bulunmak da eleştiri de aslında devletin vatandaşına tanıdığı bir anayasal hak olmasına rağmen bu hak vatandaşa hakkıyla verilmedi hiçbir zaman.

ADALETİ OLMAYANLAR KENDİ KORKULARINI KENDİLERİ YARATIR

Bir de şu yönden düşünelim. Aslında 1 Mayıs’ı devlet yaratmıştır. Devlet gerçekten adil olsaydı emek-sermaye ilişkisini olması gerektiği gibi kursaydı 1 Mayıs diye bir bayram olur muydu? 1856’da Avustralya’da taş ve inşaat işçileri, 1886’da ABD’de İşçi Sendikaları Konfederasyonu eylem düzenler, greve giderler miydi? Hatta işçi sendikaları diye bir kuruma gerek olur muydu? Öyle değil mi? İşçilere adil davranan, haklarını veren bir düzen ve bu düzeni yöneten adil bir devlet olsa işçiler ne için ayaklanacaklar, neyi protesto edecekler? İşçileri haklarını aramaya muhtaç eden bir devlet var ki ayaklanıyorlar, greve gidiyorlar. Üstelik bu haksızlığı yapan devlet onlara diyor ki “Ben adaletsiz davranabilirim. O zaman sen de beni protesto edebilirsin. Bu senin yasalarla korunmuş olan hakkın.” Bunları kanun kitaplarına yazarken böyle de pratikte neden böyle değil?

Çünkü devlet özünde adil bir yapı olmakla beraber onu yönetenler adil değil. Kendi adaletsizliklerini örtbas edebilmek için de devleti kullanırlar. Sırf bu yüzdendir ki o demode “devlet kutsaldır” lafını ağızlarından düşürmez, her fırsatta bunu bir silah olarak kullanırlar. Toplumu yönetmek için kurulmuş bir organizasyon neden kutsal olsun? Ben söyleyeyim. Çünkü bir şey “kutsal” ise eleştirilemez, ondan şüphe edilemez, ona zarar verilemez. Yani aslında “kutsal”lık devletin daha doğrusu devleti yönetenlerin kendi adaletsiz düzenleri için uydurdukları bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Gücünü tanrıdan alan monarklar için de böyleydi, o gücü halktan alan demokratlar için de böyle.

Hal böyle olunca devlet, daha doğrusu onu yönetenler 1 Mayıs’tan da Gezi’den de sarı yeleklilerden de korkar. Onları kolluk kuvvetleriyle sindirir, kurdukları adaletsiz mahkemelerle zindanlara tıkarlar. Bu, haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği yaratanların hakkını arayanlardan korkmasından başka bir şey değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi