Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Dilsiz, Irksız, Cinsiyetsiz, Sınırsız Bayram

Kim öğretmişti bizlere tüm bu -meliler -malılar ile mecburiyet katılmış eylemleri? Kimler karar vermişti çalışacağımız ve dinleneceğimiz saatlere? Kim ve kimler tarafından yaratılmıştı, insanı düşüncelerini duyamayacak seviyeye gelene kadar çalışması gerekliliği?

İnsanın kendi icatlarına uyumlanabilmesi dahi yüzyıllar sürüyor. Sanayi devriminin ardından hem adaptasyon süreçleri hem artan sermayenin dayanılmaz çekiciliği doğayla birlik içinde yaşayan insanı geri dönüşü zor bir ayrılığa itmiş olsa da hatalarından ders çıkartabilmek insana mahsus bir beceri.

“Evladım, dışarı giderken dikkatli ol, bugün 1 Mayıs.” dediğini hatırlıyorum babamın. İşçiydi babam, herkesin babası gibi. Zamanını ve emeğini, korunması gereken ideolojiler ve sürdürülmesi gereken sistemler adına satardı. Böylece ailesine ve sevdiklerine bakardı. Neredeyse herkesin yaptığı gibi. Ona da öyle öğretilmişti. Herkese öğretildiği gibi.

Kim öğretmişti bizlere tüm bu -meliler -malılar ile mecburiyet katılmış eylemleri? Kimler karar vermişti çalışacağımız ve dinleneceğimiz saatlere? Kim ve kimler tarafından yaratılmıştı, insanı düşüncelerini duyamayacak seviyeye gelene kadar çalışması gerekliliği?

Sanayi Devrimi

Endüstri devrimi insanın modernleşme yolcuğunda refah seviyesinin yüksebileceğine dair kuvvetli bir adımdı. Sanayi devrimiyle insanlık tarihinde ilk kez nüfus artışı ve hayat standartlarının yükselişi başlamış, ekonomik büyüme artmış; artık insan ihtiyacından fazlasını üretebilir, saklayabilir ve satabilir olmuştu. Böylesine büyük miktarlarda üretim kapasitesi tüm toplumların ve bireylerin ihtiyaçlarını karşılamaya yetebilir, insanlar arası bir denge getirebilir ve refah seviyesi eşit bir düzen yaratabilirdi. Bunun yerine, toplum fark ettirilmeden yeniden modern sınıflara bölündü. Artık efendileri için çalışan kölelik sistemi yoktu, ancak köle gibi çalışma kavramı faal biçimde gözlenebiliyordu. Makinelerin insanı özgür kılması gerekirken, insanlar günde on dört, on beş saate varan sürelerde, haftanın her günü makinelere ve sahiplerine modern kölelik yapmaya başlamıştı. Şirketler hızla büyüyor, üretim artıyor, kazanç yükseliyor; lakin işçiler, işyeri güvenliği ve sağlık koşulları uygun olmayan, örgütlenme ve grev gibi en temel hakların dahi kendilerine tanınmadığı siyasi ve hukuk sistemi içinde hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Temel hak ve özgürlüklerin tanınmamasının yanı sıra renkli doğasından ayrılarak, demir ve çeliğin gri tonlarında günün yarısını çalışarak diğer yarısını uyumak, yemek gibi temel ihtiyaçlarıyla geçiren insanların fizyolojik ve psikolojik var oluşlarına aykırı bir süreç yaşanıyordu. Grevler sonucunda sekiz saate indirilen çalışma saatleri sistemin sermayeyi tutan efendileri tarafından ciddiye alınmıyor; işçiler hayatta kalmaya devam edebilmek için hala uzun saatler ve yoğun emekle çalışıyorlardı.

Haymarket Meydanı

Yaklaşık yüz yıllık bir devrin sonunda, 20. yüzyıla on kala Amerika’da binlerce işçi genel greve gitti. Sistemin alışık olmadığı bu örgütlü ve kararlı duraksama dönemin etkilerinin yöneticileri ve iş verenleri tarafından hazmedilmesi zor olacaktı. Tarihler 1 Mayıs 1886’yı gösterdiğinde Haymarket Meydan’ında işçiler günler boyunca sürecek protestolarda marşlar söylemeye, yürüyüşler ve danslar düzenlemeye başladı. Barışçıl süren protestolar, 4 Mayıs 1886 akşamı kim tarafından başlatıldığı bilinmeyen bir çatışma neticesinde kanlı sonlandı. Biri polis on iki kişi öldü, yaralananların net sayısına ulaşılamadı, yüzden fazla kişi tutuklandı ve sekiz kişiye idam istemiyle dava açıldı. Tüm yaşananların ardından işçiler ile sermaye sahipleri arasındaki gerilim daha da artmış olmalı ki 1889 yılında bu gerilimin yatıştırılması için, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlama kararı kabul edildi. Yıllar içinde halkının sesine kulak tıkamayı başaramayan devletler tarafından 1 Mayıs bayram olarak görülmeye ve kutlanmaya devam ediyor.

Emek evrensel bir kavram

Emekçilerin hikayelerin bir kısmını bilsek de bilmediğimiz daha çok 1 Mayıs öyküsü mevcut. Muhtemelen elleri nasır, kalpleri acı kaplı öyküler bunlar. Kahramanlarının dünyanın her yanında yaşadığı, her toprakta emekçilerin olduğu hikayeler. Bu yüzden, hak arayışında marşlarla çınlayan meydanların kırmızıya çalındığı geçmiş, hepimizin geçmişi. İlk örneklerin benzerleri birçok ülkede yaşandı ve yaşanmakta. Sermaye sahiplerinin hedefi yüzlerce yıldır değişmemiş olacak ki hala 1 Mayıs Bayramı’nın kutlanmasından mustarip olabiliyorlar. Oysa, uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanan bu bayramın en kıymetli yanı tüm emekçilere ait olması! Sınırlara takılmayan, dil, din, ırk, görüş, taraf, cinsiyet kısıtlamaları olmadan emekçi olan herkesin dayanışma günü. Emekçinin sınıfı önemli değil, akademide saatler boyunca eğitim veren bir öğretim görevlisi ile elektrik direklerine hat çeken işçinin hakları ve hak ettikleri aynı. Hepsi kapitalist sistem içinde emekleri karşılığında işvereninden maaş alan işçiler. Yani, 1 Mayıs hepimizin birlik ve dayanışma günü.

Başka Türlüsü Mümkün

O dönemin proletaryasının* direnişi bizi bugün çalıştığımız ofislerde, fabrikalarda, mağazalarda, akademide, setlerde hakkımızı aramızı sağlıyor. Sermaye sahipleri ve sistem hala bundan hoşnut değil. Emekçilerinin çalışmak dışında bir şey düşünmesi, hatta sadece düşünmesi tehlike arz ediyor. Bu tehlikeyi mümkün olan en az riske çekmek için işveren de işçisini korkuyla yönetmeye oldukça teşne. Bundan dolayı, 1 Mayıs türküler, marşlar ve danslarla kutlanan bir hak bayramı olmak yerine sokakların karışacağı, babaların evlatlarını dikkatli olmaları için uyarma gereği hissedeceği bir gün olarak hafızalara dayatılıyor. Oysa başka türlüsü mümkün.

İnsanın kendi icatlarına uyumlanabilmesi dahi yüzyıllar sürüyor. Sanayi devriminin ardından hem adaptasyon süreçleri hem artan sermayenin dayanılmaz çekiciliği doğayla birlik içinde yaşayan insanı geri dönüşü zor bir ayrılığa itmiş olsa da hatalarından ders çıkartabilmek insana mahsus bir beceri. Sermaye sahipleri ile işçilerinin sağlıklı iletişime geçebildiği, hak ve özgürlüklerinin karşılıklı korunduğu olası sistemlerde 1 Mayıs’ın, işveren ve emekçinin birlikte kutladığı, sınırlardan ırak güne dönüşmesi hayal olmak zorunda değil.

* Marksist teoride proletarya üretim araçlarına sahip olmayan sınıfın adıdır.

**Bir not düşmenin gerekli olduğuna inanıyorum. Bu bir düşünce yazısıdır. Taraf olmaktan sıyrılamayan insan doğasına rağmen taraf yerine birlik olma uman bir görüş ürünüdür. Literatür bilgisi ile farklılıklar ve yorumlar içerebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi