Dinbazlığın nihaî sığınağı: KIZILELMA

Son Güncellenme Tarihi: Eylül 9, 2020 / 01:18

Yakın tarihimize bakıldığında Kızılelma, hayata geçirilmesi için coşkunca-sarhoşça peşinden koşulan sonsuz bir hayal, “yapıcı bir hayal” değil, beraberinde yıkım, çöküş, kan, acı, gözyaşı getirmiş bir “serap”tır aslında…

Malazgirt Savaşı yıldönümüne denk gelen önceki hafta hem Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanmış olup Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Fetîh Suresi’nden bir bölüm okuyarak katkıda bulunduğu video;

 Hem de bizzat Erdoğan’ın kutlama vesilesiyle, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Malazgirt Marşı’ndan “Kızılelma’ya, Ya heyy, Kızılelma’ya” nidaları eşliğinde sosyal medyadan paylaştığı klip-mesaj;

Bana birkaç yıl önce kaleme aldığım bir yazıda ileri sürdüğüm görüşleri hatırlattı.

Üç buçuk yıl önce TRT 1’deki Payitaht Abdülhamid dizisinden yola çıkarak, dizinin ideolojik motivasyonla Abdülhamid’den Erdoğan’a kurduğu rabıta üzerine şöyle yazmıştım:

“Amaç esasen insanlara ‘Ulu Hakan’a [Abdülhamid’e] baksan da ‘Büyük Reis’i [Erdoğan’ı] gör telkininde bulunmak. Ancak bir uyarsızlık şu ki ‘Reis ve çevresi’nin özellikle 2011’den beri dış-politik zeminde izlediği yayılmacı arzularla yüklü ihtiraslı ve hırçın dış politikanın karşılığı aslında Abdülhamid’de yoktur. Olsa olsa onu deviren İttihat ve Terakki’de, daha açık seçik olarak Enver Paşa’da mevcuttur bu… Dolayısıyla bugün karşımızda olan, tatlı bir çelişki halinde, Enver’in ruhunu Abdülhamid kılığında taşımaya hevesli bir iradedir” (T. Atay, “Reis için biçilmiş Abdülhamid kaftanı”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2017).

O zaman böyle yazmıştım ve şimdi iktidar ağızlarındaki halihazır “Kızılelma” retoriğine baktığımda da, özellikle Ziya Gökalp dolayımıyla, Enver Paşa’yı acı acı yâd etmekten alamıyorum kendimi.

Ve bir kez daha, Erdoğan’da “psiko-politik” olarak Abdülhamid’i değil Enver’i aramanın çok daha uygun olacağı şeklindeki kanaatim kuvvetleniyor.

Elbette çorbada “Bahçeli tuzu”nu unutmamak, onun hakkını da teslim etmek şartıyla!..

Kızılelma sonsuz bir hayal…

Kuşkusuz bu topraklarda milliyetçi-muhafazakâr zihinler ve kalpler açısından tarihsel bağlamda bir “mefkûre timsali” (ideoloji simge) olarak Kızılelma”yı çok eski zamanlara irtibatlandırmak söz konusu: Ergenekon’dan çıkış; Roma Saint Pierre Kilisesi’nin altın yaldızlı küresi; bir fetih arzusu olarak İstanbul; Ayasofya önündeki Iustinianos heykelinin elindeki altından küre (ki bir fırtınada düşmesi, Bizans’ın düşmesini işaret sayılmıştır); Viyana kuşatması, vs. vs. vs.

Bütün bunlarda Kızılelma, hayata geçirilmesi için coşkunca-sarhoşça peşinden koşulan, sonsuz bir hayali temsil eder ve o, “Türk cihan hakimiyeti mefkûresi”ni sembolize eden mitik-fantastik-romantik bir tabirdir.

Ancak Kızılelma’nın daha bariz bir motif olarak yakın tarihimizdeki işlerliği, 20’nci yüzyıl başında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde belirmiş en kritik siyasi-ideolojik figür, “Türkçülüğün babası” Ziya Gökalp’ten hareketle karşımıza çıkar.

Kızılelma’yı “Panturanizm” idealinin simgesi olarak kullanıma sokan Gökalp’tir. 1910’da yazdığı Turan şiiri, bu idealin tecellisidir:

“Damarlarımda yaşar şân ü ihtişamiyle / Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem; (…)  Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir; Turan.”

Sonraki yıllarda kaleme aldığı şiirlerinde de Gökalp, Kızılelma sembolizmi üzerinden Turancılık idealini politik mahiyette yerleşikleştirme ve yaygınlaştırmaya devam etti ki aynı adı taşıyan şiiri, “Kızılelma” (1913), bu bakımdan tepe noktası oluşturur:

“Türk bakmamış İrem yahut Saba’ya, / Demiş: ‘Gideceğim Kızılelma’ya’ // Maksadı gitmektir birliğe doğru, / Mili düşünceye, dirliğe doğru… (…) Kızılelma oldu bir güzel Cennet / Oradan Turan’a yağdı saadet // Ey Tanrı icabet kıl bu duaya / Bizi de kavuştur Kızılelma’ya!…”

Gökalp’in bu lirik-romantik mahiyetli ideolojik pozisyonunun izlerini bugün Malazgirt anmasında, “Kızılelma’ya, Ya heyy, Kızılelma’ya” seslenişiyle karşımızdaki iktidar iradesinde bir dereceye kadar sürmek mümkün mü mümkün… Tabii Gökalp’in “Ergenekon”a endeksli ve İslamî dozu düşük Türkçülüğünün burada özellikle Yahya Kemal’de izleri sürülebilecek “Malazgirt”e endeksli, İslamî dozu daha belirgin bir Türk-İslamcı milliyetçilikle takviyeli olduğunu kaydetmek şartıyla…

Kızılelma, “İmparatorluk Türkiyesi”ni mahvetti!

Başat bir siyasi-ideolojik arayış çerçevesinde Kızılelma duyarlılığını Gökalp’e borçluyuz. Ve fakat, aynı doğrultuda, amiyane deyişle Kızılelma dolduruşuna gelerek “Panturanist bir vecd” ile bu toprakları önce Balkan Harbi (1912-13) felaketine ardından Birinci Dünya Savaşı (1914-18) yıkımına sürükleyen Enver Paşa’yı da Gökalp’e borçlu olduğumuz ileri sürülebilir!.. Bakın bu minval üzere Nihad Sâmi Banarlı, Gökalp’in Turan şiirinin politik neticeleri hususunda neler kaydediyor:

“Bu şiir ve onun telkin ettiği sıcak ve ışıklı ülkü, mitolojide, Tanrıların denizlere çarpan kamçıları gibi, kahramanlık deryası bir milletin gençliğindeki asil ruhu kamçılamıştır. Daha mühimmi, devrin bazı toy ve ihtiraslı siyasileri, bu şiirin yarattığı hayali, kendi ihtirasları için siyasi bir basamak gibi de kullanmışlardır. O kadar ki 1912-1913’te uğranılan Balkan Harbi felaketi yetmiyormuş gibi, bu hızla ve bu aldatışla Birinci Dünya Harbi’ne girilmiş ve güya yeni topraklar alma hevesindeki İmparatorluk Türkiyesi, dört yıl gibi kısa bir zaman içinde mirasyedice harcanmış ve çökertilmiştir. (…) Ziya Gökalp, söylediği bu şiirin, daha doğrusu yayılmasına hizmet ettiği bu Tûrancılık idealinin, mesela Enver Paşa gibi toy ve muhteris bir ele düşüp felaketle neticelenecek maceralara basamak yapılacağını bilseydi bu şiiri söyler, hatta o güzel ideali böyle pişmemiş bir şekilde, açığa vurur muydu? Buna evet denilemez.”

Demek ki Kızılelma yalnızca bir hayal, hele hele “yapıcı bir hayal” değil, beraberinde yıkım çöküş, kan, acı, gözyaşı da getirmiş bir “serap”tır aslında. Ve şimdi aradan 100 yılı aşkın bir zaman geçmişken, mevcut iktidar iradesi güdümünde bu ülkenin Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz’e açılan yelpazede hanidir benzeri tehlikeli maceralara atıldığı bir kesitte yeni bir Kızılelma retoriği topluma servis edilmekte.

Kızılelma fantezisinden Türkiye gerçekliğine…

Malum, Birinci Dünya Savaşı sonrasında memleketin yeni ortaya çıkan siyasi-ideolojik topografyasında Enver Paşa gitti, Kemal Paşa geldi. Bu gidiş-gelişle birlikte Türkçülük de “Kızılelmacı”, yani Turancı-yayılmacı bir romantik fantezi olmaktan “Türkiyeci” bir politik gerçeklik olmaya yol tuttu.

İlginç nokta, Ziya Gökalp’in de bu yeni “arazi koşulları”na derhal uyum sağlaması ve 1923’te yazdığı “Türkçülüğün Esasları” kitabında Turancılık ideali ve Kızılelma fantezisine dönük fikriyatı noktasında tam anlamıyla ve neredeyse bir günah çıkarma ayini ile karşımızda olmasıdır. Aslında bu noktaya o, lirik (şiirsel) bakımdan da kademe kademe gelmiştir. Şöyle ki 1910’da “Turan”ı, 1913’te “Kızılelma”yı yazdıktan sonra, ortaya çıkan vahim siyasi-askeri tablonun da etkisiyle olsa gerek, onun 1916 dolaylarında Panturanizm ülküsünden vazgeçtiği ve 1918’de yayımladığı “Vatan” şiirinde “Oğuzculuk” denilebilecek bir “ideal daralması”na gittiği söylenebilir. Artık Tatarlardan, Özbeklerden, Kırgızlardan, Yakutlardan vazgeçmiş ve sadece Oğuz Türklerinin birliğiyle sınırlı bir Türkçülüğün vaazına yönelmiştir.

Fakat Gökalp burada da duramamış ve acımasız realitenin gerekleriyle uyarlı olarak “Turan” şiirinden “Vatan” şiirine izi sürülebilecek “daralma”yı 1920’de yazdığı “Çobanla Bülbül” şiirinde sadece “Anadolu Türklüğü” ile sınırlanan bir daralmaya daha uğratmıştır. Bu, onun Türkçü-Ülkücü camia açısından elkitabı niteliğindeki “Türkçülüğün Esasları” eserinde “Türkiyecilik” savunusu olarak kendini dışa vurur. Kitaptan şu satırları not edelim:

“Türkçülerin uzak mefkûresi [ideali], Turan adı altında birleşen Oğuzları, Tatarları, Kırgızları, Özbekleri, Yakutları lisanda, edebiyatta, harsta [kültürde] birleştirmektir. Bu mefkûrenin bir şe’niyet [gerçeklik] haline gelmesi mümkün mü değil mi? Yakın mefkûreler için bu cihet aransa da uzak mefkûreler için aranmaz. Çünkü uzak mefkûre [ki “Kızılelma”ya da karşılık geldiği düşünülebilir/T.A.] ruhlardaki vecdi [coşkuyu] nâmütenahi [sonsuz] bir dereceye yükseltmek için, istihdaf edilen [amaçlanan] çok cazibeli bir hayaldir. (…) Bugün şe’niyet sahasında yalnız Türkiyecilik vardır. Fakat, ruhların büyük bir iştiyakla [özlemle] aradığı Kızıl Elma, şeniyet sahasında değil, hayal sahasındadır.”

“Türkçülüğün en büyük adamı”

Nasıl ama?! 1910’da yazdığı “Turan”, ardından 1913’te yazdığı “Kızılelma” gibi şiirleriyle, yukarıda da mevzubahis edildiği üzere Enver Paşa önderliğindeki İttihat-Terakki hükümetine müthiş “gaz” vermiş, böylece muazzam bir siyasal, ekonomik, toplumsal ve psiko-kültürel yıkımda payı olduğu dahi düşünülebilecek Ziya Gökalp, Mustafa Kemal’in itidalli Türkiye-Türkçülüğü ile hizalanmış görünmekte. Zaten bir bakıma bu doğrultuda “Türkçülüğün Esasları”, Cumhuriyet’in kurucusuna methiyelerle açılır:

“Mamafih, Türkçülüğe dair bütün bu hareketler akim kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük mefkûresi etrafında birleştirerek büyük bir inkıraz [çöküş] tehlikesinden kurtarmaya muvaffak olan büyük bir dâhi zuhur etmeseydi! Bu büyük dâhinin ismini söylemeğe hacet yok, bütün cihan bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa ismini mukaddes bir kelime addederek her an hürmetle anmaktadır. Evvelce Türkiye’de, Türk Milletinin hiçbir mevkii yoktu. Bugün her hak Türkündür. Bu topraktaki hâkimiyet Türk hâkimiyetidir, siyasette, harsta, iktisadda hep Türk hâkimdir. Bu kadar katî ve büyük inkılâbı yapan zat Türkçülüğün en büyük adamıdır.” 

Medet yâ Kızılelma!

Ziya Gökalp, romantik fikriyatının Enver Paşa üzerinden reel olarak mahvedici sonuçları görüldükten sonra “şe’niyet [realite] sahasında sadece Türkiyecilik var” diyerek Mustafa Kemal’in itidalli ve haddini-hududunu bilen ulus-devlet milliyetçiliği çerçevesiyle mutabık şekilde 1924’te ahir ömrünü tamamladı.

Gökalp’in böyle bir final yapmasından yaklaşık 100 yıl sonra, dokunanı yakan Kızılelma fantezisi bu topraklarda yeniden ihya edilme cihetine gidiliyor bugün… Elbette hanidir kitlesel temelleri sarsılmış, daha ileri gitmek gerekirse çoktan bitmiş bir siyasi iktidarın uzun ölümünü biraz daha geciktirme arzusu ve ümidi ile “medet” niyetine!..

Ne denilebilir, bekleyip göreceğiz! Enver Paşa’nın Kızılelma fantezisine dayalı politik pratiği, Nihat Sâmi Banarlı’nın yukarda alıntılanan satırlarındaki deyişiyle “İmparatorluk Türkiyesi”ni yok oluşa götürdü. Erdoğan’ın bugün, “Kızılelma’ya, Ya heyy, Kızılelma’ya” nidasıyla tezahür eden aynı doğrultudaki fantastik tavrı bakalım “Cumhuriyet Türkiyesi”ni nereye götürecek?..

(KAYNAKLAR: Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 2 [“Ziya Gökalp” maddesi], Milli Eğitim Basımevi, 1998; Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları [1923], Varlık Yayınları, 1968; Ahmet Kabaklı, Edebiyatımızda Milliyetçiliğin Üç Kaynağı [Ziya Gökalp, Mehmet Âkif, Yahya Kemal], Kültür ve San’at – Milliyetçiler III. Büyük İlmi Kurultayı Tebliğler/Açıklamalar/Müzâkereler, Boğaziçi Yayınları, 1980)

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde fizik antropoloji öğrenimini tamamladıktan sonra (1983) aynı üniversitede paleoantropoloji alanında yüksek lisans yaptı (1986). Sonrasında Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) sürdürdüğü lisans-üstü eğitiminde Yakın ve Orta Doğu Çalışmaları (Area Studies: Near and Middle East) programında sosyal antropoloji odaklı olarak ikinci yüksek lisans derecesini aldı (1990). Ardından aynı okulun Antropoloji ve Sosyoloji bölümünde “din antropolojisi” alanında doktorasını tamamladı (1994). 1984 yılında Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde başlayan akademik yaşamında 1988-1994 yılları arasında lisansüstü çalışma amacıyla Londra’da bulunduktan sonra Hacettepe-Antropoloji’ye geri dönerek 2000 yılında doçent oldu. Ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim ve Etnoloji Bölümü’ne geçiş yaptı ve burada profesör oldu (2006). Uzun yıllar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde antropoloji dersleri verdi ve ODTÜ’de 2007’de eğitim-öğretime açılan Sosyal Antropoloji yüksek lisans programının hazırlık ve uygulama aşamalarına katkıda bulundu; bu program çerçevesinde ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde 2014 yılına kadar ek-görevli öğretim üyesi olarak çalıştı, dersler verdi. 2003-2004 yılları arasında Can Dündar’la birlikte Milliyet gazetesi bünyesinde “Milliyet-Popüler Kültür” ekini çıkardı. Sonrasında 2006-2008 yılları arasında BirGün gazetesinde, 2009-2011 ve 2018-2020 yılları arasında T24 internet gazetesinde, 2011-2015 arasında Radikal gazetesinde ve 2015-2018 yılları arasında da Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı, aynı gazetede 2018 yılı başında yayıma giren “Cumhuriyet PA7AR” ekinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Halen Gazete Pencere’de yazmakta ve “Pencere Pazar” ekinin yayın yönetmeni. Bunun yanı sıra Youtube üzerinden yayın yapan Bidebunuizle kanalında gazeteci Yavuz Oğhan’la “Büyük Resim” adlı programı izleyiciyle buluşturuyor. Diğer eserleri: Batı’da Bir Nakşi Cemaati: Şeyh Nâzım Kıbrısî Örneği, İletişim, 1996 (2. baskı, Berfin, 2011); Yaşasın Meşhuriyet Çağı-Popüler Kültürden Kitle Kültürüne Türkiye İzlenimleri, Epsilon, 2004; Din Üzerine Antropolojik İncelemeler (Brian Morris’ten çeviri: Anthropological Studies of Religion) İmge, 2004; Göl ve İnsan – Beyşehir Gölü Çevresinde Doğa-Kültür İlişkisi Üzerine Antropolojik Bir İnceleme, Kalan, 2005; Türkler Kürtler Kıbrıslılar – İngiltere’de Türkçe Yaşamak, Dipnot, 2006; Çin İşi Japon İşi – Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler, İletişim, 2012 (Genişletilmiş 2. baskı, 2018); A Muslim Mystic Community in Britain – Meaning in the West and for the West, EHV, 2012; Parti, Cemaat, Tarikat – 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri, Can, 2017 (2. baskı 2017); Görünüyorum O Halde Varım: Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan, Can, 2017 (2. baskı 2018); Doğadan Duaya: İnancı Gözlemlemek, Oğlak, 2020.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top