Mehmet Şandır

Mehmet Şandır

Doğu Akdeniz krizinin düşündürdükleri-2 CAN AZERBAYCAN

Türkiye, 2010 yılından bu yana “savaşın kıyısında” tutuluyor.
Büyük Ortadoğu Projesinin sahipleri Arap Baharı”nı Türkiye’ye taşımak planlarından vazgeçmediler.
Önce, bazı Arap ülkelerinde yaşananlara benzer bir çatışmaya dönüşen “Gezi” olaylarını sonra bölücü terör örgütünün iç savaş provalarını ve nihayet kanlı darbe teşebbüsünü Türkiye’ye yaşattılar.
Aynı süreçte bir milli güvenlik sorunu haline dönüşen Suriye kaynaklı terör saldırıları ve yoğun göçler sonrasında mecburen Suriye iç savaşına müdahil olduk.
EGE ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayarak oluşturulan cepheye karşı Mavi Vatan’ı savunmak için yine mecburen savaş düzeni aldık.
Şimdi Güney Kafkasya’da Ermenistan’ın saldırganlığı karşısında Azerbaycan’ın yanında (masada ve sahada) yer almaya hazır olduğunu açıklayan Türkiye’yi yine savaşın bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar.
Türkiye, Yukarı Karabağ, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyi, Doğu Akdeniz ve Libya hattında ülke kaynaklarını tükettiğimiz asimetrik bir savaş ihtimalinin psikolojik baskısı altında tutulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her cephede; EGE’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta Libya’da, Suriye’de, Irak’ta özellikle de Azerbaycan’da Türk Milleti’nin haklarını, hukukunu ve geleceğini sonuna kadar her bedeli ödemeyi göze alarak savunacağını ısrarla tüm muhataplarına ilan etmektedir. Siyaset, sivil toplum, iş hayatı, medya kısaca toplumun her kesimi Devlet’in bu kararının arkasında durmaktadır.
Dış politika bir bütünlük içinde ve sürekliliği olan bir stratejiye dayalı olarak yürütülmelidir.
Önümüze konulan sorun tüm cephelerde farklı görünse de sebep ve muhataplar aynıdır. Yani Doğu Akdeniz krizi, Libya krizi neyse Yukarı Karabağ/ Azerbaycan konusu da odur.
Meseleye “zaman ve mekan” bütünlüğünde ve bir milli mesele olarak bakmalıyız.
Ancak Azerbaycan meselesine öncelik vermeliyiz ve özen göstermeliyiz.
Çünkü Azerbaycan Türk Dünyası’nın geleceği açısından çok değerlidir;
O, CAN AZERBAYCAN’DIR!
Ancak ne yazık ki topraklarının %25’i Ermenistan’ın işgali altındadır.
Azerbaycan, bilinen tarihin her döneminde Türklerin yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Sakalar/İskitler(MÖ700), Hunlar(MÖ 395), Hazarlar(MÖ 120) gibi Türk/Altay-Turan kökenli toplumlar erken dönemlerde bu coğrafyaya gelmişler ve devletler kurmuşlardır. Binli yılların başında Orta Asya’dan gelen Oğuz boyları öncelikle bu topraklara gelmişler ve bu akraba toplulukların yaşayan varlığından güç alarak yerleşmeleri zor olmamıştır.
Azerbaycan topraklarında tarihin her döneminde bir Türk devleti olagelmiştir.
Günümüz dünyasında stratejik konumu ile Azerbaycan toprakları çok değerlidir; Rusya’nın güneye inmek, Çin’in batıya ulaşmak, Batı’nın Orta Asya’nın zenginliklerini kontrol altında tutmak için çok stratejik ve vazgeçilmez değerde bir “Köprübaşı” konumundadır.
Asya’nın batı Avrupa’nın doğu karakoludur…
Yirmi birinci yüzyılın küresel karşılaşması/çatışması bu coğrafyada olacağı iddia edilmektedir.
Türk Dünyası’nın başı Türkiye ise gövde ile baş arasındaki boynu Azerbaycan’dır.
Bu coğrafyanın yaramaz çocuğu maalesef Ermenilerdir.
Küresel güçlerin elinde kullanılmak üzere hazır bekletilmektedir.
“Denizden Denize” “Büyük Ermenistan” hayali peşinde Türk Milleti’ne düşmanlık üreten Ermeniler, Özellikle son 150 yıl içinde Hristiyan Dünya’nın koruması ve desteğinde yaptıkları saldırılarla Azerbaycan Türklerine zulmediyorlar. 1988-1994 tarihleri arasında yaşanan Ermeni saldırıları sonunda bir milyonu aşkın Azerbaycanlı Türk, yaşadıkları topraklarından “kaçkın” durumuna düşmüştür.
BM, AGİT, AB, Minsk Üçlüsü gibi uluslararası kuruluşlar ve Rusya ABD ve Çin gibi büyük devletler, Ermenilerin Azerbaycan Türklerine uyguladıkları soykırımı(Hocalı) ve tehciri yalnızca seyretmişler; “savaşma- barışma” anlamında ateşkes çağrıları ile yetinmişler; kısacası Ermenistan işgaline ve zulmüne el altından destek olmuşlardır.
Ermenistan, 13 Temmuz tarihinde 26 yıllık ateşkesi ihlal ederek kuzeydeki Tovuz şehrine ve BTC boru hattı çevresine, 27 Eylül günü bu defa Yukarı Karabağ mevzilerinden Azerbaycan’ın yerleşim merkezlerine saldırılarını yeniden başlattı.
Sabır taşı çatlamıştır.
Azerbaycan Devleti, bu zillete son vermek; milletinin haklarını savunmak ve işgal altındaki vatan topraklarını kurtarmak için ayağa kalkmış; Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, derhal “savaş hali” ve kısmi seferberlik ilan ederek “30 yıllık ateşkes aldatmacasına” son vermiştir.
Ümit ederim ki Azerbaycan bu defa sahada işini bitirmeden masaya dönmek mecburiyetinde kalmaz.
Çünkü “kalkan bayrak inmez”
BENCE
Taşnak ve Hınçak artığı Ermenistan yöneticilerinin “Haydut Devleti”, başta Azerbaycanlı kardeşlerimiz olmak üzere Ermeni halkına da zulmediyorlar.
Zalime karşı durmazsak, mazluma zulmetmiş oluruz!
Zulme/haksızlığa itiraz etmezsek o kaderimiz olurmuş!
Türkiye’nin tarihi sorumluluğu bu zülme karşı durmaktır!
Küresel güçlerin planlarına rağmen tarihin ve coğrafyanın bize yüklediği sorumluluğun gereğini yapmalıyız. Bu bizim kaderimizdir.
Coğrafyanın karakteri milletlerin kaderidir.
“Türkiye, küresel krizlerin en çok yaşandığı coğrafyanın tam merkezinde yer almaktadır”
Azerbaycanlı şair ve edip Bahtiyar Vahapzade bir şiirinde;
“Ne çok imiş bu toprağa göz diken,
Baka baka gözümüze mil çeken.
Düşmanımız dostumuzdan çok iken,
Türk’ün Türk’e adavete hakkı yok.” Diyor.
Ben de diyorum ki;
Büyük dağın büyük dumanı olur…
Sevdiği güzel olan yiğidin uykusu yarım kalır…
“Yiğidin sevdiği güzel olursa: Ömrü arkasından sökülür gider” demiş halk türkümüz…
Belası/sorunu çok olsa da biz bu coğrafyaya sevdalıyız!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Şandır Arşivi