Döngüsel ekonomi için yaratıcı akıl

5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanıyor. Gelişmiş dünya çevre hakkında geçmişe göre daha duyarlı. Ancak bugüne dek verilen zararı azaltmak için yeşilleşen kavramlar, döngüselleşen ekonomiler, acil eylem planları, iklim çağrıları, sanat ve  kültür varlıklarına yöneltilen şiddet dolu protestolar yeterli değil. Yaratıcı akıl, tasarım odaklı düşünme ve duyarlı üretim en az tüketim alışkanlıklarının değişmesi kadar önemli.

Geçtiğimiz hafta Döngüyü Tasarla isimli etkinlik serisinin panel oturumlarından birinde konuk konuşmacı olarak yer aldım. Bu etkinliği sosyal medya hesaplarından izleyebilirsiniz; her yıl çeşitli bilgi paylaşımı ortamlarının yanı sıra bir de yarışma düzenleniyor ve böylece daha iyi bir çevre için döngüsel yaşamı öngören yaratıcı fikirlerin oluşmasına olanak sağlanıyor. Düzenleyenlere ve emek verenlere tebrikler!

Tasarımın ne olduğu konusunda halen yaygın bir kafa karışıklığı var. Tasarım her şeyde bulunabilir; tasarım odaklı düşünme sistemleri her problem için yaratıcı çözümler önerebilir. Döngüyü Tasarla etkinlikleri bunun ülkemizdeki iyi örneklerinden birini sunuyor.

Nivogo mağazaları kullanılmış eşyaları yeniliyor ve yeniden satışa sunuyor.

Döngüsel ekonominin kökleri

Döngüsel Ekonomi içinde bulunduğumuz yüzyıla dair bir kavram gibi görünse de kökleri 19.yüzyılın modernleşen toplumuna uzanır. Artan sanayi üretimi, beraberinde getirdiği sorunlar ile ekonomistlerin, mühendislerin, bilim insanlarının kafasını epey meşgul etmiştir. 1940’lardan itibaren “endüstriyel ekoloji” daha yaygın bir terim olarak bugün döngüsel ekonomi içerisinde gündeme gelen sorunları inceliyordu. Üretim için hammadde ve malzemelerin sisteme girişi ve üretim süreçleri sonrasında ortaya çıkan atıklar ve bu atıkların yönetimi, sanayileşen toplumun her çağda en önemli sorunu olmuştur.

Ekonomist Kenneth E. Boulding tarafından 1966 yılında kaleme alınmış olan Economics of the Coming Spaceship Earth başlıklı makale, sadece 14 sayfalık bir konuşma olarak hazırlanmış. Boulding bu son derece ufuk açıcı ve bana göre zamanının oldukça ötesinde olan metinde, açık ve kapalı sistemlere değiniyor. Bunların enerji, ekonomi, sosyoloji üzerindeki varlıklarını bilimsel bir yöntemle anlatırken, örneğin veri sistemlerine ve bulut teknolojilerine dahi gönderme yapıyor. Bu makale bugün döngüsel ekonomi kavramının çıkış noktalarından biri olarak görülüyor.

Döngüsel ekonomi hakkında benim de kaleme aldığım dahil olmak üzere pek çok farklı makale okuyabilirsiniz ve bunların tümünde ne olduğunu açıkça ifade eden anlatımlarla karşılaşmanız olası. Boulding’in makalesini irdelememdeki asıl sebep, yaşamlarımıza giren kimi eğilimlerin köklerini ve biraz da felsefesini öğrenmek. Her konuda olduğu gibi bu acilen teoriden uygulamaya geçmesi gereken konuda da, davranış ve anlayış biçimimizi değiştirmek için önce ihtiyacı ve çıkış noktasını içselleştirmek gerekli. Boulding, açık sistemler ile üreten, kullanan ve atan yapısıyla lineer ekonomiyi ifade ederken; kapalı sistemler ile atığın minimize edildiği ve mümkün olduğunca üretim için yeniden kullanıldığı döngüselliği vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

“Geleceğin kapalı dünyası, geçmişin açık dünyasından biraz farklı ekonomik prensiplere ihtiyaç duyar. Resimli anlatım için, açık ekonomiyi “kovboy ekonomisi” olarak adlandırmak istiyorum; çünkü kovboy, sınırsız düzlükleri sembolize eder ve açık toplumların Özellikleri olan pervasız, sömürücü, romantik ve şiddet içeren davranışlarla ilişkilidir. Geleceğin kapalı ekonomisi benzer şekilde “uzay yolcusu”

(Spaceman) ekonomisi olarak adlandırılabilir; burada dünya, çıkarma veya kirlilik için sınırsız rezervlere sahip olmadan tek bir uzay gemisi haline gelir ve bu nedenle insanın enerji girişlerine sahip olmasına rağmen sürekli bir malzeme formu üretebilen döngüsel bir ekolojik sistemin içinde yerini bulması gerekmektedir.

İki ekonomi türü arasındaki fark, tüketim anlayışında en belirgin hale gelir. Kovboy ekonomisinde tüketim iyi bir şey olarak kabul edilir ve üretim de aynı şekilde; ekonominin başarısı, “üretim faktörleri” tarafından sağlanan akış miktarıyla ölçülür, ki bunun bir kısmı en azından ham madde rezervlerinden ve ekonomik olmayan nesnelerden çıkarılırken, diğer bir kısmı ise kirlilik rezervlerine aktarılır. Eğer madde elde edilebilecek sonsuz rezervler varsa ve artıklar atılabilecek rezervlere dönüştürülebilirse, o zaman akış en azından ekonominin başarısının makul bir ölçüsü olabilir.

Buna karşılık, uzay yolcusu ekonomisinde, akışkanlık kesinlikle arzu edilen bir şey değildir, hatta maksimize edilmesi gereken bir şey olarak değil, minimize edilmesi gereken bir şey olarak kabul edilmelidir. Ekonominin başarısının temel ölçüsü, aslında üretim ve tüketim değil, toplam sermaye stokunun doğası, kapsamı, kalitesi ve karmaşıklığıdır; bunun içerisinde sistemde yer alan insan bedenlerinin ve zihinlerinin durumu da dahildir. Uzay yolcusu ekonomisinde, asıl ilgilendiğimiz şey stokun korunmasıdır ve verimlilik azaldığında (yani üretim ve tüketim azaldığında) toplam stokun korunmasına yol açan herhangi bir teknolojik değişiklik açıkça bir kazançtır. Üretimin ve tüketimin iyi şeyler değil, kötü şeyler olduğu fikri, gelir akışı kavramlarına neredeyse tamamen odaklanmış olan ekonomistler için çok tuhaf bir fikirdir.

Aslında, insan refahının veya iyi oluşunun bir stok mu yoksa bir akış mı olarak kabul edileceği sorusunda oldukça karmaşık ve çözülmemiş sorunlar vardır. Gerçekte bunların her ikisi de geçerlidir ve bildiğim kadarıyla insan memnuniyetinin bu iki boyutunu belirlemeye yönelik neredeyse hiçbir çalışma yapılmamıştır. Örneğin, iyi olan iyi bir şey yemek midir, yoksa iyi beslenmek midir? Ekonomik refah, güzel giysilere, güzel evlere, iyi ekipmanlara sahip olmak mıdır, yoksa bu şeylerin değer kaybı ve eskimesiyle mi ölçülmelidir?

Kendi adıma, stok kavramını en temel olarak görmeye eğilimliyim, yani iyi beslenmenin yemek yemekten daha önemli olduğunu düşünmekteyim ve hatta çeşitli hizmetlerin bile esas olarak, azalan psikolojik sermayenin yeniden sağlanmasını içerdiğini düşünmekteyim. Bu nedenle, mesela bir konsere, sadece “bir konsere gitmek” olarak adlandırılabilecek bir psikolojik durumu yeniden sağlamak için gideriz; bu durum bir kez oluşturulduğunda değeri azalır. Bu psikolojik sermayemiz belirli bir noktanın altına düştüğünde, onu yeniden sağlamak için başka bir konsere gideriz. Hızla değer kaybediyorsa, birçok konsere gideriz; yavaşça değer kaybediyorsa, az konsere gideriz.”

Döngüsel ekonomiye bu tarihi düşüncelerden dolayı kimi yerde Spaceman Economy de deniliyor. 1982 yılında Stahel tarafından yayınlanan “Product Life Factor” başlıklı ödüllü makale Boulding’in görüşlerini doğrudan ürün ve üretim süreçlerine taşıyan içeriği ile döngüsel ekonomi kavramının yapıtaşlarından biri halini alıyor.

Stahel, burada “malların kullanım ömrünün uzatılması”nı “dünya kaynaklarının sınırlı yapısıyla uyumlu bir şekilde ilerlemenin sağlandığı sürdürülebilir bir topluma doğru kademeli bir geçişin başlayabileceği mantıklı bir nokta” olarak tanımlıyor; ekonomik büyümeyi veya toplumsal ve teknik ilerlemeyi kısıtlamadan maddenin, enerji akışının ve çevresel bozulmanın en aza indirildiği bir spiral-döngü sistemi öneriyor. Burada belirtilen döngüler geri dönüşüm, onarım, yeniden değerlendirme ve tekrar kullanım olarak sıralanıyor. Süreçleri detaylı bir biçimde irdeleyen bu makale de problemi tam olarak tanımlamaz; daha çok buralardan doğacak fırsatlara ve inovasyona yönelir.

1990 yılında Pearce ve Turner tarafından hazırlanan bir ders kitabında “döngüsel ekonomi” terimine ilk kez yer verildiği belirtilir. Buradaki içerik Boulding’in değindiklerine ve önceki çalışmalara referens vermektedir; muhtemelen tanım olarak “döngüsel” ilk kez kullanıldığı için bu yayın da tarihte önemini korur.

Dünyayı dönen denizciden döngüsel yaşam dersleri

Sahneye Ellen McArthur’un gelmesi ve 2010 yılında kurduğu vakıf çatısı altında konuya eğilen yayınları hazırlaması, bu konunun sözcülüğünü yapması, sürdürülebilirlik ve atık malzemeler konusunda yarışmalar açması gibi girişimleri döngüsel ekonominin günümüzün en önemli kavramlarından biri haline dönüşmesini sağladı.

Ellen .McArthur

McArthur 1976 yılında İngiltere’de doğmuş ve henüz çocukluk yıllarında denizciliğe merak salmış bir kadın. 2004 yılında teknesi ile dünya turunu en hızlı atan denizci olarak tarihe adını yazdırıyor ve çarpıcı başarılarla dolu denizcilik kariyerini 2009 yılında sonlandırdığını açıklıyor. Kendi otobiyografisi olan “Full Circle” isimli kitap, denizcinin 71 gün boyunca tuttuğu notları içeriyor. Bu deneyimi dünyanın daha iyi bir yer olması, plastik atıkların yok edilmesi, doğal yaşamın korunması, okyanusların temizlenmesi gibi ideallere yönelirken, on yıllar içinde bu vakıf dünya üzerindeki en kapsamlı döngüsel ekonomi platformu haline dönüşüyor. Meraklılar bu vakfın sunduğu onlarca videoyu izleyerek döngüsel ekonomi hakkında çok daha detaylı bilgilere ulaşabilirler.

Tasarım, dünyayı kurtarır mı?

Kimi zaman “Tasarım dünyayı kurtarır” dediğimde saf akıllarca iddialı bulunuyorum. Tasarımı salt nesnel estetikle bağdaştıran bir tür düşünce yapısı bu sözümdeki enginliği ve kapsayıcılığı algılayamıyor. İnsanın fiziki çevresi tümüyle tasarlanmıştır. Bu tasarımların kötü yapılmış olması, insanlığa kötü yaşam deneyimi sunar. Tasarımın ustalıkla yapılmış olması ise iyi bir yaşam sunar. Aslında konu bu kadar net ve basit. İyi binalar, iyi kentler yaratır. İyi tasarlanmış bir ulaşım sistemi, zaman ve enerji kaynaklarında verimlilik sağlar bu da yaşam kalitesine ve sağlığa doğrudan etki eder. İyi tasarlanmış araçlar ve makineler her şeyden önce insanlığa güvenli bir yaşam vaat eder. İyi tasarlanmış bir ev, insanın yaşamını kolaylaştırır, onu iyi hissettirir. Tasarım bir düşünme biçimi olarak geleceğin kurgucusudur.

Dünya bir gün bir tehdit altında kalsa ve insanlık dünyayı terk etmek zorunda olsa, insan tasarımı uzay gemileri ile yola çıkacak ve sözgelimi Mars’ta insan tasarımı ortamlarda kolonileşecekler. Dünya bugün iyi bir konumda değilse, bunda herkes kadar tasarımcıların da rolü var. Tasarımcıların sorumlu yaklaşımları bu gidişatta önemli bir baskı unsuru yaratabilir. Bu bağlamda evet tasarım dünyayı kurtarır.

Avrupa Birliği Science Hub tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bir ürünün çevresel faktörlere olan etkisi %80 oranında tasarım aşamasında belirleniyor. Columbia İklim Araştırmaları’na göre sera gazlarının %45’i her gün kullandığımız eşyaların üretimi sırasında ortaya çıkıyor. Buna karşılık dünya ekonomilerinin bugün için sadece %8.6’sı döngüsel.

Toplumların döngüselleşmesi için tüketim alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor. Ekonomilerin döngüselleşmesi için üretim anlayışının doğayla uzlaşan bir yapıya bürünmesi, kaynaklarını değiştirmesi ve iyileştirmesi, uzun süre kullanılabilecek ürünler tasarlaması ve elindekileri kullanarak üretime yönelmesi gerekiyor. Bu bir geceden ötekine oluşabilecek bir dönüşüm değil.

Ekonomistlerin “değer zinciri” olarak tanımladığı her alanda her bireyin içinde bulunduğu çevreye karşı daha sorumlu bir yaşam sürdürmesi adına yapabilecekleri var. Bunları başlıca beş grupta toplayabiliriz: Ne yiyoruz, ne satın alıyoruz, ne giyiyoruz ve nasıl ambalajlıyoruz. Sadece bu alanlarda bile tasarım- üretim- tüketim alışkanlıklarımız dünyayı kökünden değiştirebilir.

Berlin merkezli Mujo bio- çözülebilir ambalaj̧lar üretiyor.

Atıkların ve çevresel kirliliğin azaltılması, elimizdeki malzemelerin olabilen en uzun halleri ile kullanımda olması ve doğal malzemelerin, tekniklerin dolaşıma sokulması yukarıda belirttiğim alanlarda uygulanabilir.

Döngüsel ekonomi çoğunlukla sosyal normlara takılabiliyor. Geçtiğimiz yüzyıl bizlere tamir etmeyi değil, atıp yenisini almayı öğretti. Kendi ihtiyacımız olan temel gıdaları üretebilmekten oldukça uzak bir noktadayız, hemen her şey kapımıza servis ediliyor; artık kendi yemeğimizi bile kendimiz pişirmiyoruz. Tüm bu alışkanlıklar özellikle ambalaj endüstrisinin büyümesine ve genişlemesine yol açtı. Plastik poşetin ücretlendirilmesi kimilerini kızdırsa da aslında bu hareket tüketicileri eski günlerdeki gibi kendi torbalarını kullanma konusunda bilinçlendiriyor. Yeni nesil bu farkındalıkla kendi alışveriş torbasını, kendi su matarasını taşıyor; kullan-at nesnelerden gittikçe uzaklaşıyor. Tamir kültürü gittikçe yaygınlaşıyor. Giysilerin, ayakkabıların tamir edilmesi bir özgünleşme ve kişiselleşme eğilimi olarak gündeme oturuyor.

Özlem Yalım, Arzu Özarı Semiz, Semi Hakim, Elif Atamaca.

Döngüsel ekonomiden döngüsel topluma

Aşırı tüketim geride kaldı mı emin değilim. Özellikle pandemi sonrası insanlığın “Ne olacaksa olsun” şeklinde bir anlayış ile daha çok kendi keyfine yöneldiğini, intikam tüketimi gerçekleştirdiğini, bireyselleştiğini ve bencilleştiğini ortaya koyan çalışmalar var. Diğer yandan bilinçli bir tüketim anlayışı özellikle küresel salgından bu yana daralan ekonomik ortam ile birlikte toplumlar için zorunlu  bir seçenek gibi görünüyor. Bir grup uçlardaki insan çağ dışı değerlerle yaşıyor olsa da toplumlar da gittikçe döngüselleşiyor.

Döngüsellik sadece ekonomik bir kavram olmaktan çıkıp yeni çağın yaşam biçimi haline bürünüyor. Bu yaşam biçimi katılımcı, daha demokratik, herkes için güç veren, motive eden, fırsat eşitliği sunan bir ortam demek. Bu tür bir toplum, sosyal refahın çevresel refahla yakından bağlantılı olduğunu anlamış toplumdur. Çevreyi kullanan değil onunla birlikte uyum içinde yaşamayı ilke edinir. Döngüsel toplum anlayışı daha adil ve uzun ömürlü bir değer zincirini arzular. Bu toplumun bireyleri, yerel malzemelere, üreticilere öncelik verir.

İnsanlık kendisine yepyeni bir çevre inşa ediyor. Bu nedenle bu çevre gününde sadece yeşil alanları, temiz denizleri, temiz havayı değil, bir üst akıl seviyesine ulaşan insanlığı da kutlamaya başlamalıyız. Bu yepyeni bir gerçeklik. Bu gerçeklikte kendimize, birbirimize ve etrafımıza olan ilişkilerimiz dahil her şey döngüsel ve yaratıcı. Diğer yaşam formlarının ve doğanın bir parçası olduğumuz, birbirimize yettiğimiz ve kimseye zarar vermediğimiz, zarar verenlerin üzerinden baskıyı esirgemediğimiz daha iyi bir dünya ideali. Hayalini kurmakla başlıyor pek çok şey.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi