DÜNDEN BUGÜNE DİYANET’İN MEDYAYLA İMTİHANI

Ramazan programları, uhrevi derinlikli bir ibadet çağrısı olmak yerine dünyevî bir seyirlik-eğlence. Kur’an okuma yarışmaları, 10’larca tam altının kapışılmasından ibaret bir ticaret. Zekâta-fitreye teşvik için sosyal medyada döndürülen rap şarkılı klip, İslam’ın şartına değil “Masiva”nın şurtuna, “tık”lara, “like”lara vesile bir ürün... Ve böyle bir hayatın içinde ibadet, Cuma’ya gitmekten daha çok, milyonlarca insanın birbirlerine akıllı telefonlarıyla gönderdikleri “Cumanız mübarek olsun” mesajlarından ibaret.

2006 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nca kamuoyuna yönelik mahiyette yayımlanan aylık dergi DİYANET’in “Popüler Kültür” özel sayısında (Şubat 2006) o dönemin Başkanı Ali Bardakoğlu, kaleme aldığı Başyazı’da şunları kaydediyordu:

“Bugün artık dine ve dindarlığa kültürel bağlamdaki asıl tehdit pozitivist veya teorik bazdaki ateist mülahazalardan değil, gündelik hayat akışının ürettiği popüler kültürden; bu kültürün manevî, dinî ve ahlâkî değerleri aşındırmasından ve toplumları tüketim kitlelerine dönüştürme çabalarından gelmektedir. Kur’an’ın lehv ve lağv, yani boş, beyhude, oyun ve eğlence olarak nitelendirdiği popüler kültür dalgaları, dindar bir kişiliğin sahih ölçüler içinde gelişiminin veya devamının belki de en önemli tehdidi olmaktadır.”

Tabii Bardakoğlu’nun başyazısı ile katkıda bulunduğu bu özel sayının içeriğindeki ilgili yazıların geneline bakıldığında popüler kültürün “tehdidi”ne dair tespit ve değerlendirmelerin yapıldığı ana mecra olarak karşımıza televizüel medya çıkmaktaydı. Bugün bağlam, özellikle tekno-ekonomik olarak televizüelden dijitale değişmiş durumda. Buna karşılık ve aradan geçen 15 yıla karşın Diyanet’in yakınması üç aşağı beş yukarı aynı. Şimdiki Başkan Ali Erbaş’ın geçtiğimiz Cuma hutbesindeki şu sözlerine baksanıza:

“Sanal alemin cazibesine kapılıp kendimizi kaybettik. Dijital ortamlarda güzel ahlâkı muhafaza edemedik, hakkı hukuku gözetemedik. Bilgisayar, tablet ve akıllı telefonların esiri olduk. Gerçek hayatla bağımız koptukça kalabalıklar içinde yalnızlaştık. Dünyanın diğer ucundaki insanlarla çevrim içi iletişim kurarken aynı evi, aynı ortamı paylaştığımız ailemizle, çocuklarımızla, komşularımızla hasbihal etmeyi unuttuk.”

Kur’an okunurken selfi çekmek mubah mı?

Bana adeta yaklaşık 20 yıla yakın zamandır yazdıklarımı-söylediklerimi okuyor-duyuyor hissi veren bu ifadeleri hüzünlü bir tebessümle karşıladım. Ama hemen ardından başka yazdıklarım da zihnimde canlandı; özellikle Diyanet’in medyayla “dansı”na ilişkin ki isterseniz buna medyayı fethetme çabası da diyebilirsiniz.

Müteakiben, fethe giderken fethedilme durumu diye de ekleyebilirsiniz.

Mesela Başkan Erbaş, konu ile bağlantısız olduğu hiç mi hiç söylenemeyecek olan ve yıllardır bir postmodern Ramazan âdeti haline gelmiş, memleketin güzide televaizi Nihat Hatipoğlu hocayla gerçekleştirilen iftar ve sahur-şovlardan neden söz etmiyor acaba?..

Orada Kur’an okunurken selfi çekenlerden, ezan okunurken bir elde cep telefonu öbür eliyle de evde ekran karşısında kendisini izleyenlere el sallayanlardan neden söz etmiyor acaba?..

Ya da yine Başkanlık’la bağlantılı şekilde yıllardır hem TRT hem Diyanet TV ekranlarında ve televizüel olduğu kadar dijital platformlarda da seyre sunulan, sunuluş formatı itibarıyla “O Ses Türkiye”den hiç mi hiç farklı olmayan Kur’an’ı güzel okuma yarışmalarından hareketle söylenebilecek bir eleştirel husus yok mudur?

Gün birincisine 3 tam altın, hafta birincisine 5 tam altın, finalde de üçüncüye 10 tam altın, ikinciye 20 tam altın, birinciye ise 50 tam altın “ödül” verilen, dolayısıyla dillerde Allah kelamının, kafalarda ise çil çil altınların fink attığı bu hadisenin “güzel ahlâk”ın muhafazası açısından sorunlu hiç mi yanı yoktur?

Kur’an’ın kıraat edilmekten ziyade temaşa edildiği, Allah rızası için değil altın şıkırtıları için okunduğu televizüel-dijital etkinlik, neden çevrimiçi iletişime ilişkin eleştirel hutbelerinize hiç konu olmuyor?..

Eğlence Çağı’nda din

Kabul etmek gerek, görsel-dijital kültürün hayata egemen olduğu çağda Diyanet’in işi zor mu zor.

Çünkü çağın adı MESH Çağı… Yani medya, eğlence (entertainment) ve “show”un hayatın akışına damga vurduğu, herkesi seyre ve seyredilmeye davet edip “Görünüyorsam varım” motivasyonuna soktuğu bir dönemde yaşıyoruz ki benim de “Meşhuriyet Çağı” olarak tanımladığım dönem bu.

Din, insanları ciddiyete davet ederken medya insanları eğlenceye davet ediyor.

Böyle bir ortamda eğlence, Amerikalı iletişim bilimci Neil Postman’ın ifadesiyle bir üst-ideoloji. Yani her ne yapıyorsan yap; ister siyaset ister bilim ister felsefe isterse dinî tebligat… Yap, ama eğlenceli yap!..

O yüzden memleketin en gözde din figürü kim? Ne Ali Erbaş ne de hiç kuşkusuz ondan daha popüler olmakla birlikte Nihat Hatipoğlu, ama Cübbeli Ahmet…

Çünkü Cübbeli, hem hatip hem komik, hem ilimli hem esprili ve hem cübbeli hem de eğlenceli…

Ekranın “mabet” olduğu günler…

Kısacası, günümüzde din de artık “temaşa” ile muteber. Öyle ki Diyanet de bunu zımnen kabul etmiş ve oyunu kuralına göre oynuyor sayılmaz mı geçen ramazanda hazırlanmış kamu spotunda rap üzerinden insanları zekatlarını vermeye çağırırken?..

Ekranın mabet, eğlencenin de ibadet haline geldiği bu çağda kitleler, dinin içeriğinden çok görünümüyle, özünden çok sathıyla ilgililer. Bunu da bize en erken serimlemiş olanlardan biri yine Postman’dır ve onun, 15 yıl önce Ali Bardakoğlu’nun yakınmalarına yönelik gündeme getirdiğimiz görüşlerini şimdi Erbaş’ın yakınmalarına binaen de güncellemek uygun olur.

Ekran hayata damgasını vuruyorsa eğer, Postman’a göre dinin hali şudur:

“Dini, tarihsel, derinlikli ve kutsal bir insanî etkinlik durumuna sokan bütün özellikler silinmiştir; ne bir ritüel, ne bir dogma, ne bir gelenek, ne bir teoloji ve her şey bir yana n de bir ruhsal aşkınlık söz konusudur. Ekran, belleklerimizi dinsel olmayan olaylarla o kadar doldurmaktadır, ticaret ve eğlence dünyasıyla o kadar içli dışlı hale getirmektedir ki, kutsal olaylara çerçeve hazırlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi çok zordur” (N. Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence, Ayrıntı, 1994, s. 129, 134-5).

İslâm’ın şartı, ‘Masiva’nın şurtu

İşte ekranı “kutsal olaylara çerçeve hazırlayacak şekilde yeniden düzenlemek çok zor” olduğu içindir ki…

Ramazan programları uhrevi derinlikli bir ibadet çağrısı olmak yerine dünyevî bir seyirlik-eğlencedir.

Kur’an okuma yarışmaları, 10’larca tam altının kapışılmasından ibaret bir ticarettir.

Zekâta-fitreye teşvik için sosyal medyada döndürülen rap şarkılı klipiniz de İslam’ın şartına değil “Masiva”nın şurtuna, yani yalan dünyanın temaşasına, yani “tık”lara, “like”lara vesile bir üründür.

Böyle bir hayatın içinde ibadet de Cuma’ya gitmekten daha çok, milyonlarca insanın birbirlerine akıllı telefonlarıyla gönderdikleri “Cumanız mübarek olsun” mesajlarından ibarettir.

İslamî paganizm

Tabii daha da vahim bir durum var ki bunu da Diyanet Reisi’nin dikkatine-bilgisine sunmak boynumuzun borcu: Ekranın hükmünü icra ettiği yerde, kutsalın cismanileşip ete-kemiğe bürünmesi, yani “semavî olanın paganikleşmesi” de isteseniz de istemeseniz de kaçınılmazlaşır.

İslâm adına konuşan, ilgi ve rağbet gören herkes artık birer ikon ya da ikonadır.

Ekranın içinden doğru gelen her dinî performans, (sakın yazım hatası sanmayın!) bir “İslâmî paganizm” tezahürüdür.

Popüler kültür de akıllı telefonlara dayalı “mobil kültür” de, televizüel medya da sosyal medya da ikonlar-ikonalar yaratma peşindedir. Din adına, dini kitlelerle buluşturma adına ekranı “değerlendirme”ye yönelik, onu araçsallaştırma yanılsamasına düşen her girişim bu dinamikten payını düşeni alır. Yine Postman’ın, ABD’de bir dönem çok öne çıkmış evanjelik televaiz Jimmy Swaggart’a ilişkin kaydettiği üzere:

“Swaggart, Tanrı’dan daha iyi oynamaktadır. Tanrı yalnızca zihinlerimizde varken, Swaggart izlenmek, hayran olunmak, tapınılmak üzere oradadır” (s. 135).

Tıpkı dört yıl önce Ankara’da açılış törenine katıldığı Melike Hatun Camii’nde Tayyip Erdoğan Kur’an okuduğunda ortaya çıkan manzarada olduğu gibi… O, Kur’an okurken onunla aynı saftaki cami imamının öne doğru kaykılıp elindeki cep telefonuyla kıvrım kıvrım kıvranışını hiç unutmadım.

İslam adına Kur’an’ın ya da Yaradan’ın değil, tüm somutluğuyla Erdoğan’ın öne çıktığını/çıkarıldığını düşünmeden de edemedim!..

Televaizlerden dijivaizlere…

Aynı durumun üç aşağı beş yukarı Allah adına sosyal medyada dijital mecralarda ha bire konuşan, sakallı-cübbeli-takkelisinden traşlı-kravatlı-bobstiline, tesettürlüsünden frapanına, kadın-erkek dizi dizi “dijivaiz” için de mevzubahis olduğunu söylemek çok mu ileri gitmek olur?..

Ne olursa olsun her halükârda onların hepsinin “din-i İslâm” adına Ali Erbaş’tan çok daha fazla ilgi ve teveccühe mazhar oldukları bir vâkı’a.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi