DÜŞ MESAİSİ EMEK DEĞİL Mİ?

Son Güncellenme Tarihi: Mayıs 1, 2022 / 01:05

Mikro ölçekten makro ölçeğe kadar ortaya konan değerin temelinde emek var. Emek söz konusu olduğunda, algılarımız el emeğine, bedensel emeğe yönelir. Peki düşünce de bir emek değil mi?

Tasarıma dayalı mesleklerin tümü kapital ile iç içedir.

Günümüzün dönüşen değer yargıları, bu meslekleri artık daha duyarlı ve sorumlu olmaya davet ediyor; bu davet kimi yerde yanıt bulurken, sistemin bir yumak gibi iç içe geçtiği ortamlarda yaratıcı meslekler ile kapitalin girift ilişkisi devam ediyor.

İşçi emeği ile yoğun sanayi üretimi ürün tasarımı ile, mimarlık siyaset ve siyasetin beslendiği inşaat sektörü ile, moda endüstrisi ise iş gücünün ucuz olduğu, çocuk ve hasta işçilerin bile çalıştırıldığı coğrafyalar ile sık sık anılır. Tasarımı olağan yaratıcı eylemlerden ayıran en önemli özelliği belki de bu. Tasarımın olduğu her yerde karlılık aranır. Bu karın maddi servetten sosyal faydaya doğru evrildiği bir dönem yaşıyoruz.

Çağımız, daha iyi bir mimarlık, daha sorumlu bir üretim, daha duyarlı bir malzeme kullanımı olgusunu yüceltiyor ve açıkçası bu iyiye doğru gidişata yönelmeyen kişi ve kuruluşlara karşı da gittikçe daha da acımasız davranıyor. Her yönden üzerimize bilgi çağı marifeti ile yığılan tüm gelişmeler çoğunlukla yıkıcı ve umut kırıcı olsa da, aslında insanlığın en duyarlı ve aydınlık çağını yaşıyoruz. Hesaplaşmalar yoğun, demek ki bilinç düzeyi artıyor.

Tasarımın ayrı düşünülemeyeceği her ölçekteki üretim, emek-değer bandının vaz geçilmezi. Tasarlayanın hayalleri, işçinin emeği ile hayata geçiyor.

Yapmaktan önce düşünmek vardır. En azından ideal olanı budur. Her üretimin önünde bir düşünce aşaması var. Bir parça teli ve birkaç ahşap kalası bir araya getirip kendine bir merdiven yapan insan da yapmadan önce zihninde bu üretimi hayal ediyor, gerekli malzemeleri düşünüyor, onları arayıp buluyor ve sonra düşlediği şeyi yapıveriyor. Yapım ve üretim, çok eski bir yazımda belirttiğim gibi bir hayatta kalma iç güdüsü. İnsan varlığını sürdürebilmek için üreten olmak durumunda.

Bu işleyiş özünde aynı ilkelerle, profesyonel yaratıcı mesleklerin tümünde de aynı. Yaratıcı meslekler içgüdüsel, deneyime dayalı üretme motivasyonun içine eğitim yolu ile çok boyutlu düşünme mesaisi katıyor bir bakıma.

HAYALLERİNİ GERÇEĞE DÖNÜŞTÜREN DÜŞÜNÜRLER: TASARIMCILAR

Bir mimar da tasarımını önce zihninde şekillendiriyor, sonra onu çizim, maket gibi araçlarla görselleştirmeye çalışıyor. Düşünceleri beli bir olgunluğa eriştiğinde bu komplike tasarımı hayata geçirmek için çok daha detaylı, teknik tasarımlar yapılıyor. Yapılacak işinin büyüklüğüne göre bu düşünce mesaisi bir kişi tarafından yapılabildiği gibi onlarca kişi tarafından da yapılabiliyor. Bu yapının tasarımını oluşturacak her bir malzeme tek tek araştırılıyor. Kimi zaman var olan malzemeler kullanılırken, bazen de ilgili tasarımı yapabilmek için yeni malzemelerin üretilmesi gerekiyor.

Pek çok mimari yapı, detayları ile özdeştir. Çoğu kullanıcının hiç görmediği, görse de önemsemediği bu detaylar, bu malzemeler sayısız araştırma, görüşme, deneme ile oraya konmuş olabiliyor. Karar verilen tüm malzemeler ve uygulamalar bu kez o yapıyı hayata geçirecek diğer ekiplerle paylaşılıyor, yine sayısız görüşme, anlatım, çözüm önerisi havada uçuşuyor. Mimar ne kadar iyi çizmiş, anlatmış, tanımlamış olsa da, sahada, şantiyede bizzat bulunmak gerekiyor. Çünkü hiçbir tasarım kağıtta durduğu gibi durmaz. Hem yapılan tüm çalışmalara rağmen gerçek hayatta başka çözümler gerekebilir, hem de o tasarımı uygulayacak olanların bilgileri, yetenekleri, görüleri veya kendi insiyatifleri mimarın düşlerini değiştirmeye eğilimli olabilir. İşte bu noktada da bir tür bekçilik yapmak gerekiyor.

Bunların tümü zaman ayrılan, düşünce gücü yoğun değer yaratma çabalarından başkası değil.

Mimarlık, ilgilisi gereği komplike bir işler ve ilişkiler bütünü gerektirirken en az onun kadar değerli ve önemli olan iç mimarlık mesleği de, bir mekanı tasarlamadan önce, mevcut alanı inceliyor, irdeliyor. Yapısal değişimler söz konusu olabileceği için bu araştırma safhası teknik ve strüktürel durumu da içeriyor.  Durum analizinin ardından, yine zihninde bir sürü parçayı bir araya getiriyor. Malzemeler renkler, dokular ve bu kez başka ölçekteki detaylar.. Kimi zaman bir taşın döşenme biçimi, kimi zaman bir mobilyanın dikişindeki farklı duruş, o mekan tasarımının değerini değiştirebilir ölçekte fark yaratıyor. Bu tasarımların tümü iç mimarın zihninde önceden şekilleniyor. O da hem tasarımlarını hayata geçirme sürecinde hem de uygulama sürecinde sürekli sahada, o tasarımları hayata geçiren diğer insanlarla birlikte mesai geçiriyor. Mobilya atölyesinden taş ocağına, demirciden aydınlatmacıya koşturan iç mimarlar, günümüz koşullarında en emek yoğun mesleklerden birini icra ediyorlar.

Endüstriyel üretim için ürün tasarlayan tasarımcıların da mesaisi pek farklı değil. Pazarın ihtiyaçları doğrultusunda kendisine tanımlanan ürünleri ortaya çıkarmak için benzer bir yapıda çalışan endüstriyel tasarımcılar, bu kez “yer”e, veya “mekan”a bağımlı olmaksızın, sanayinin ve üretimin koşullarına tabiler. Malzemelerin yeterlilikleri ve özellikleri de oldukça bağlayıcı. Bu kez zihinde beliren düşler, kağıda veya ekrana geçmeden önce tüm bu imkanların araştırılması gerekiyor.

Bir ürünü sırf birileri istedi diye de üretemiyorsunuz. Bu ürünün tasarım aşamasında belirtilen ihtiyaca yönelik olarak tonlarca başka araştırma ve  çalışma yapmak durumundasınız.

Sorumlu tasarım anlayışı, kullanılacak malzemelerin veya üretim yöntemlerinin muhtemel ekolojik, iklimsel veya sağlığa yönelik zararlarını önceden bilmek ve söz konusu tasarımı bu bilgiler ışığında muhtemel zararları minimum noktalara çekmek üzere duyarlılık gösteriyor.

Burada sayısız kullanıcı görüşmeleri, ihtiyacın doğru biçimde tanımlanmasına yarar sağlarken, pazar araştırmaları da çok daha geniş ölçekte verilerin analizini yapmayı gerektiriyor. Bu bilgiler ışığında söz gelimi bir tasarımcı, kendisine üretici/sanayici/ yatırımcı tarafından verilen ilk tanımlamayı bambaşka bir boyuta taşıyabilir.

Diğer yandan her tasarım mesleğinde olduğu gibi ürün tasarımı da bir takım işi. Özellikle komplike makineler veya taşıtlar söz konusu olduğunda tasarımcılar ve mühendisler (aynı mimarlar ve statikçiler gibi) omuz omuza çalışmak durumunda. Bazen tasarımcının kurduğu havalarda uçuşan bir düşün, mühendislerce yere indirilmesi, yani ayaklarının yere basması gerekebilir. Bir imalat yöntemi çok pahalı olabileceği için bu düşler raflara kaldırılıp, üretim hiç gerçekleşmeyebilir.

Ölçek olarak küçük olsa da herhangi bir endüstriyel ürün, tıpkı bir bina veya mekan gibi, tasarlanması gereken onlarca, yüzlerce hatta binlerce farklı bölüm ve detay gerektirebilir.

Hepimizin evinde olan ütüyü düşünelim. Antik dünya keteni, yani kumaşı ortaya çıkardığından bu yana bu kumaşı düzleştirmek de bir gereksinim olarak kabul görmüş. Tarihin eski sayfalarında kumaşın düzleştirilmesi işleminin kimi zaman dövülerek, tahta paneller arasına gerilerek, mantar biçimindeki bir camın üzerinde gezdirilerek yapıldığı yazıyor. Isı, kumaşı ehlileştirdiği için, ütü kelimesi, eskiden kılların yakılması, ateş anlamına gelen -üt kökünden türetilmiş. Kelimenin İngilizce kullanımı iron, demir anlamında. Çünkü bugün kullandığımız ütüye en benzeyen eşya, ısıtılarak kızdırılan ve tutma yeri sayesinde kumaşın üstünde gezdirilebilen bir demir levhadan ibaretti. Tarih boyunca evrilen ve bugün kullandığımız en teknolojik halini alan ütünün tasarımı için, bir ürün tasarımcısı hızlı bir bakışla sayabildiğim kadarı ile yaklaşık yedi ayrı bölümde, onlarca malzemeyi ve detayı tasarlamak durumunda. Bu tasarımın tüm süreci ise kuşkusuz estetik kararların ve üretim detaylarının hayal edilmesi ile bitmiyor. Bugün bir tasarımcı, pazarda fark yaratacak, kullanıcısı için tehlike oluşturmayacak, uzun ömürlü, az elektrik tüketen bir ütü ortaya koymak zorunda. Hatta bugün bir tasarımcı belki de bildiğimiz ütüleme alışkanlıklarını yerle bir edebilecek bir ütü tasarlamak durumunda.

Tarihten bu yana alışılageldiği biçimde ütüleme yapmayacak bir kumaş düzleştiricisi yaratmak için düşünen insan tasarımcıdan başkası değil. Hatta Mars’ta veya bir uzay gemisinde ütüye gerek olacak mı? Tasarımcı bunu da düşünen kişi aynı zamanda.

Örnekler çoğaltılabilir. Bir binada yaşarken, çalışırken, önünden geçerken, bir toplu taşıma aracına bindiğinizde, koltuğunuza oturduğunuzda, sabah evden çıkmadan önce işte o ütüyü yaptığınızda, ütülediğiniz giysiyi üstünüze giydiğinizde, akşam arkadaşlarınızla o çok yeni açılmış harika mekana yemek yemeğe gittiğinizde, o masada rakı kadehlerini tokuşturduğunuzda etrafınızı ve tüm gününüzü saran  tüm fiziksel dünyanızda  onları üreten işçilerin olduğu kadar, üretimin öncesinde o nesnel dünyayı düşlerinde yaratmış, sonra da o düşleri hayata geçirmek için  mesaisini ayırmış bir insan gücünün de emeği var. Birileri fiilen yaparken diğerleri de düşünerek onların yapmasını sağlıyor.

Bu yazıyı, maalesef gözle görülmeyen şeylerin değer görmemesi genel davranışı üzerine kaleme aldım. Yaratıcı düşünce de onlardan biri. İroni şu ki: eğer konumuz “değer” sağlamak ise, bunun çoğunlukla gözle görülmeyen biçimde sağlandığı bir gerçek. Tüm meslektaşlarımın, yani işi düşünmek olan tüm tasarımcıların emek yoğun üretimlerine saygı ile, Bir Mayıs’ımız kutlu olsun.

Özlem Yalım

1972 Ankara doğumlu.1995’te ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi olan Yalım, 1995-2000 yılları arasında kurucu ortağı olduğu Kilit Taşı tasarım ve mimarlık firmasında çok sayıda mobilya ve mekan tasarımı projelerine imza attı.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top