Duvar Resminin Kısa Tarihi-V

Filistin, yoksulluk, mülteciler ya da çevre gibi büyük sorunların çözülmesi elbette ki sanatın yapabileceklerinin çok ötesinde ama birkaç kişinin “içten” dikkatini çekmek bile birşeydir; “içten” diyorum çünkü çoğu zaman bu tür sanat eserlerinin, söz konusu sorunları çözme gücüne sahip gelişmiş toplumlarda “vicdan rahatlatmak”tan başkaca bir etkisi olmadığını düşünüyorum ne yazık ki

Geçen hafta 1970’lerin sonundan başlayarak, duvardan tuvale geçiş yapan graffiti yazarlarından ve özellikle Jean-Michel Basquiat ve Keith Haring’ten söz etmiştik. Graffitinin resme daha çok yaklaşan örneklerinin görülmeye başlamasıyla, bu çalışmalara yeni bir tanımlama gereği doğar ve bu sanat alt-türü “Sokak Sanatı” (Street Art) olarak anılmaya başlar.

Graffitiden doğan sokak sanatının farklılığı yalnızca resme daha yakın olması değildir. Her ikisi de izin almadan özel ya da kamu mülkiyetindeki duvarlara yapılsa da, graffiti yazıları daha isyankardır ve sokakta geçenlerden bir tepki beklemez, derdi daha çok kendi varlığını duyurmaktır. Sokak sanatıysa olabildiğince çok kişi tarafından görülmeyi ve onlardan tepki almayı önemser. Günümüzde bu türden çalışmaların işlevi büyük ölçüde sokakların ve binaların resimle kaplanarak süslenmesine dönüşse, bunların çoğu sipariş üzerine, hatta duvar iskelesi üzerinde aylar süren bir çalışma sonunda ortaya çıksa da, sokak sanatının ilk dönemlerinde hâlâ graffitiden miras isyan duygusu baskındır. Bunun en tipik örneği, bugün graffiti denince adı akla ilk gelenlerden Banksy’nin çalışmaları kuşkusuz.

Banksy

Adını ilk kez 1990’ların başında İngiltere’nin Bristol kentinde duvarlara elle yaptığı graffitilerle duyuran Banksy, “-karşıtı“ bir sanatçı, düzen-karşıtı, faşizm-karşıtı, savaş-karşıtı, otorite-karşıtı, kapitalizm-karşıtı, vb-karşıtı, yalnızca iletilerinin içeriğiyle değil, resimlerini sergileme biçimiyle de.

Tahmin edebileceğiniz gibi Banksy sanatçının takma adı ve graffiti rumuzu; bunun İngilizlerin unutulmaz kalecisi Gordon Banks’in takma adı olduğunu biliyoruz; Banksy’nin de gençliğinde kalecilikte gösterdiği yetenek yüzünden arkadaşları tarafından bu adla çağrıldığı öne sürenler var(1).

Bugüne dek Banksy’nin gerçek kimliği üzerinde yürütülen tahminler, Massive Attack rock grubundan -aynı zamanda graffiti yazarı olan- Robert del Naja’ya, ünlü diğer bir graffiti yazarı King Robbo’ya, hatta kışkırtıcı İngiliz sanatçısı Damien Hirst’e dek uzanıyor. Banksy’nin bir kişi değil grubun adı olduğu da sıkça dile getirilen savlardan biri. Ancak tüm bunlar arasında en olası görüneni, Banksy’nin Robin Gunningham olması.

[2008’de bir İngiliz gazetesinde çıkan haberin Banksy’nin menajeri tarafından yalanlanmasına karşın, 2016’da Queen Mary University of London araştırmacılarının, salgın hastalıkların çıkış noktalarını ya da seri katillerin kimliklerini belirlemede yararlandıkları “coğrafi profil çıkarma” yazılımlarını kullanarak, Robin Gunningham’ın büyük olasılıkla Banksy olduğu sonucuna vardığını belirtelim.]

Önce Bristol ve Londra, ünü yayıldıkça da New York, Los Angeles, New Orleans, Paris gibi çeşitli kentlerin duvarlarına imzasını atan Banksy’nin öne çıkan yönü toplumsal duyarlılığı ve güçlünün karşısında zayıfın, sistemin karşısında bireyin yanında saf tutması. Sanatçının 2000’lerin başında Batı Şeria’ya birden çok kez giderek orada Filistinlilere yapılan zulmü yansıtan graffitiler yapması, hele pek çok aydın ve sanatçı oturdukları yerden İsrail’i kınamakla üstüne düşeni yaptığına inanırken, az buz bir şey değil. Bu çalışmalarından elde edilen gelirin Filistinli çocuklar yararına harcandığını da bilince Banksy’ye saygı duymadan edemiyorsunuz. Yalnızca Filistin değil, Banksy’nin bugüne dek göçmenler, evsizler, hastaneler, sağlık çalışanları, gençler ve çevre yararına yaptığı yardımlar 30 milyon poundu buluyor. Kentsel dönüşüm için evlerinden çıkarılmak istenen, ancak gidecek yerleri olmadığı için evlerini boşaltmamakta direnen yoksullara destek için, yıkımı geciktirme umuduyla o binaların duvarlarına graffiti yapan ve bunlardan elde edilen geliri yine orada oturanlara bırakan biri Banksy.

[Banksy’nin geliri, çalışmalarının basılı kopyalarının satışından geliyor çoğunlukla. 2017’ye dek “Pictures On Walls”(2) (POW) adlı web sitesi üzerinden yapılan özgün baskı satışları artık yalnızca,  başka kişi ya da kuruluşların elindeki Banksy eserlerinin özgünlüğünü onaylama yetkisine sahip olan “Pest Control” ofisi tarafından yapılmaktadır.]

Pest Control

Banksy yalnızca duvar resimleriyle değil, müze ve sergilere yaptığı “sızmalar” ya da “eşek şakaları”yla da (artık hangisini tercih ederseniz) ünlü. Sanatçının “Pest Control” ofisi de adını, onun 2004’te Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’ndeki bir duvara -müze çalışanı gibi giyinerek- kimseye fark ettirmeden monte ettiği bir eserden alıyor; gerçeğe çok benzeyen, başında eski tip bir motosikletçi gözlüğü ve sırt çantasıyla oyuncak bir fare, duvarda da spreyle yazılmış “our time will come” (“bizim de zamanımız gelecek”) yazısıyla bu eser, dünyayı paylaştığımız diğer canlılara karşı insanoğlunun acımasızlığına yönelik ince bir eleştiri.

Banksy’nin 2005’te The British Museum’a yaptığı sızmaysa daha komik. Banksy’nin betondan sıradan bir duvar parçası üstüne çizdiği ve mızraklanmış bir bizona doğru market arabasını süren bir adamı gösteren eser, müze görevlilerinin dikkatini çekmeden, tarihöncesi duvar resimlerinin sergilendiği koridorda tam üç gün boyunca sergilenir; durumun farkına da ancak Banksy’nin web sitesinde bu sızmanın haberini okuduklarında varılır. Bu eser de insanoğlunun dünya kaynaklarını doyumsuzca tüketmesine yönelik bir eleştiri taşıyor.  

[Kimileri Banksy’nin yaptığı sızmaları “vandalizm” olarak nitelendirse de bence bu yersiz bir suçlama, çünkü Vandalizm, bilerek ve isteyerek, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da esere zarar verme eylemidir, buradaysa zarar verilen bir eser söz konusu değil.]

Sindirella

Banksy’nin öncülük ettiği diğer bir girişimse “Dismaland Bemusement Park”. 2015’te İngiltere'deki sahil beldesi Weston-super-Mare'de açılan ve belli ki “Disneyland Amusement Park”ın (Disneyland Eğlence Parkı) negatifi olma esprisiyle kurulan bu geçici açık hava sergisinin adı “İç Karartıcı Şaşırtma Parkı” anlamına geliyor. Banksy’nin seçtiği 60’ın üstünde farklı sanatçıya ait eserlerin sergilendiği bu parktaki Banksy eserlerinden biri “Sindirella” adını taşıyor. Fiberglastan gerçek boyutlarda yapılmış bu heykel/enstalasyon, kaza yapmış, balkabağından bir at arabası; yerde ölü yatan iki at ve cansız bedeni balkabağının penceresinden sarkan Sindirella’yla. Arabanın çevresini de başlarında motosiklet kaskları ve ellerinde patlayan flaşlarıyla paparazziler sarmış. Belli ki bir masal gibi başlayan evliliği kabusa dönüşen ve sonunda Paris’te gazetecilerden kaçarken bir alt geçitte geçirdiği trafik kazasında yaşamını kaybeden Prenses Diana’yı betimliyor bu çalışma; kamuoyunun hastalıklı ilgi ve merakının, basının bitmeyen takip ve tacizinin de önemli bir payı olan ölümü anlatan eser, parkın en vurucu eserleri arasında.

Son olarak Banksy’nin 2006’da Los Angeles’ta açılan “Barely Legal” sergisindeki filden söz edelim. Kapalı sergi alanında, etrafı çitle çevrilmiş bir oturma odasının duvar kağıtlarıyla aynı renk ve desende boyanmış canlı bir fil bu, bulunduğu alanda serbestçe dolaşabiliyor. “Odadaki Fil(3)” adını taşıyan bu enstalasyon, herkesin farkında olduğu ve bildiği, ancak görmezden geldiği, yok saydığı yoksulları, mültecileri ifade ediyor.

Ben Banksy’nin eserlerini, toplumsal mesaj kaygısıyla aşırı yüklü ve kimi zaman fazla “didaktik” bulsam da belli ki dünyanın bu türden sanata da gereksinimi var; Filistin, yoksulluk, mülteciler ya da çevre gibi büyük sorunların çözülmesi elbette ki sanatın yapabileceklerinin çok ötesinde ama birkaç kişinin “içten” dikkatini çekmek bile bir şeydir; “içten” diyorum çünkü çoğu zaman bu tür sanat eserlerinin, söz konusu sorunları çözme gücüne sahip gelişmiş toplumlarda “vicdan rahatlatmak”tan başkaca bir etkisi olmadığını düşünüyorum ne yazık ki.

[Meraklı okuyuculara Banksy’nin, “Banging Your Head against a Brick Wall” (2001), “Existencilism” (2002), “Cut It Out” (2004) ve “Wall and Piece” (2005) kitaplarını ve yönettiği “Exit Through the Gift Shop” (2010) belgeselini öneririm.]

Son söz olarak, “Sergiler, müzeler onlarınsa duvarlar bizimdir!” diyerek graffitiye başlayan Banksy’nin  -galeriler ve koleksiyonerlerce toplanmış- özgün baskılarının sıklıkla sergi ya da müzelerde sergilendiğini hatta üzerine graffiti yaptığı kimi duvarların -olduğu gibi sökülerek- şımarık zenginlerin evlerine taşındığını da ekleyelim ve graffitinin -Kapitalizm tarafından- sokaklardan bir şekilde yine­ nasıl koparıldığına şaşıralım hep birlikte.

Bu yazıyla birlikte, duvar resminin tarihöncesi mağaralardan günümüze kadar öyküsünü anlatmaya çalıştığımız beş haftalık dizi tamamlanıyor. Ben yazarken çok zevk aldım, sizin de okurken aldığınızı umarım…

  • Marc Leverton, Banksy Myths and Legends, 2011.
  • “Duvarlardaki Resimler”anlamına gelir, POW aynı zamanda “Prisoner of War”un da (Savaş Esiri) kısaltmasıdır .
  • İngilizcede bir deyim olan “odadaki fil” herkesin farkında olduğu ancak sözünü etmek istemediği önemli konular ve sorunlar için kullanılır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi