Enflasyon artacak algısı güçlendikçe

Türkiye ve dünya ekonomisinin olağanüstü bir dönemden geçtiği şu günlerde ekonomilerin öncü göstergeleri arasında yer alan enflasyondaki yükseliş ve bununla mücadele gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Yaşanmakta olan süreçte uzun süreden beri “resesyon riski mi”, “enflasyon tehlikesi mi” ikileminde kalan ABD ve Avrupa, tercihini enflasyondan yana kullandı ve resesyon riskine rağmen enflasyonun düşürülmesi önceliklendirildi. Bu tercihi yapan ABD’de mayıs ayı manşet enflasyon, piyasa beklentilerinin üzerinde yıllık bazda yüzde 8,6 ile son 41 yılın en yüksek oranı gerçekleşirken; Euro bölgesinde bu oran haziran ayında yüzde 8,6 ile son 25 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

Türkiye’de ise bu hafta pazartesi günü açıklanan resmi rakamlara göre haziranda TÜFE yüzde 4,95 artarken, yıllık bazda 78,62 seviyesine yükseldi. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar sırasıyla, yüzde 123,37 ile ulaştırma, yüzde 93,93 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 81,14 ile ev eşyası olurken; en fazla fiyat artışının yüzde 24,8 ile şehir gazı ve doğal gazda, en fazla fiyat düşüşünün ise yüzde 24,85 ile sebzede gerçekleştiği görüldü.

Öte yandan Yİ-ÜFE’nin ise (2003=100) haziran ayında bir önceki aya göre %6,77, bir önceki yılın aralık ayına göre %61,68, bir önceki yılın aynı ayına göre %138,31 ve on iki aylık ortalamalara göre %88,77 artış gösterdiği açıklandı.

Enflasyon oranlarında uçurum sayılabilecek farklılığı göz ardı eden ve ülkemiz enflasyonunu yüzde 8’lerde seyreden ülkelerle eş tutan ekonomi yönetimi tüm dünyada enflasyon yaşandığını, enflasyonun küresel bir sorun olduğu emtia ve enerji fiyatlarının bu artıştaki etkisini sık sık dile getiriyor. Nitekim MB de enflasyona ilişkin yaptığı son değerlendirmede enflasyondaki yükselişe en belirgin katkının enerjiden geldiğini belirtti. Ancak özel kapsamlı TÜFE göstergeleri arasında yer alan C endeksinin (enerji, gıda, içecek, tütün, altın hariç TÜFE) aylık yüzde 3,34 oranında yıllık ise yüzde 57,26 olarak açıklandığı göz önüne alındığında dışsal nedenlere sığınmanın yüksek enflasyonu açıklamakta yetersiz kaldığı görülmekte.

Bunun dışında hem enflasyonla mücadelede hem de reel sektörün dinamiklerini göstermesi açısından önem taşıyan ÜFE ile TÜFE makasındaki rekor tazeleyen genişleme de oldukça tedirgin edici. Zira bu genişleme özellikle düşük gelirli hane halkının alım gücünü olumsuz etkileyerek hissettiği enflasyonun daha yüksek olmasına yol açmakla kalmayıp üreticilerin cirolarını da olumsuz etkilemekte.

Nitekim Türk-İş’in Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın 2022 Haziran ayı sonucuna göre; gıda enflasyonu yüzde 117’yi aştı. Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı yani açlık sınırının 6 bin 391 liraya, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı olan yoksulluk sınırının ise 20,818 TL’ye çıktığı belirtildi. Bu bağlamda 4 bin 253 TL olan asgari ücrete gelen ara zamla temmuz ayından geçerli olmak üzere yüzde 25 oranında yapılan artış sonrası asgari ücretin net 5 bin 500 TL’ye çıkarılması alım gücünü iyileştirmedi. Asgari ücret artış oranının enflasyonun altında verilmesinin yanı sıra yeni ücret düzeyinin açlık sınırının gerisinde kalması dünya ekonomisinden ayrışan bir diğer yönü oluşturuyor. Zira Türkiye Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında brüt asgari ücret bağlamında sondan 3. sırada yer alıyor.

Tüm bunlar dikkate alındığında uygulanan kur odaklı ekonomi politikası çerçevesinde kurun kısa dönemli baskılanması için rezervlerin tüketilmesi, getirilen KKM, GES ve şirketlere kredi kısıtlaması gibi makro ihtiyati tedbirlerle ve market denetimleri ile enflasyonla mücadelede başarılı olunacağını beklemek hayalcilik olur. Nitekim merkezi New York’ta bulunan Amerikan yatırım bankası ve finansal hizmetler holding şirketi JP Morgan Türkiye’de enflasyona neden olan faktörlerde bir değişiklik olmadığını, fiyat dinamiklerinin kötüleşmeye devam ettiğini ve para politikası hareketsiz kalmaya devam ederken seçimlerin zamanlaması ve sonucunun kısa vadeli enflasyon görünümünde belirleyici olacağını vurgulayarak 2022 yılı enflasyon tahminini yüzde 49,5’ten yüzde 63,1’e yükseltti. Buna rağmen Sayın Nebati’nin salı günü 10 madde altında açıkladığı enflasyonla mücadele kapsamında atılan adımlara ilişkin paylaşımında, “Vatandaşlarımızın fiyat artışlarından en az düzeyde etkilenmesi amacıyla çalışmalarımız devam etmektedir” açıklamasında da görüldüğü üzere tercih edilen politikadan vazgeçilmeyeceği ve bu politika çerçevesinde yeni enstrümanların ve regülasyonların gelebileceği çıkarımı yapılabilir.

Ancak Türkiye için ekonomik bir sorun olmanın ötesine geçen, politik ve sosyal dinamikleri de etkileyen enflasyonun önlenmesinde, beklentilerin ne denli önemli olduğu ve beklenti enflasyonunun talep enflasyonunu da tetiklediği göz ardı edildiği sürece yoksullaştıran büyüme politikası tercihinin bedelini ülke olarak kendi haline bırakılan yüksek ve kronik enflasyonla da ödemeye devam edeceğiz.

Bir de buna dünya ekonomisinin resesyon eşiğinde olması eklendiğinde tablo daha vahim bir hal alacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi