Enflasyon gerçeği

Küresel ekonominin uzun bir resesyona girme tehlikesinin olduğu konjonktürde siyasi ve jeopolitik riskler de büyüme için bir tehdit oluşturmasına rağmen, küresel MB’ları için enflasyonu önlemek durgunluktan daha önemli bir hal aldı.

Her ne kadar karar alıcılarımız tarafından enflasyonla faiz arasında kurulan sebep-sonuç ilişkisine hak veren ülkeler olduğu belirtilse de küresel merkez bankalarının, tam aksi politika uygulamaya devam ettiklerine tanıklık ediyoruz.

Nitekim AMB yükselen enflasyonla mücadele etmek için son üç ayda toplam 200 baz puanlık faiz artışına gitti. AMB geçen hafta politika faizini 75 baz puan artışla yüzde 2’ye yükseltti. Böylece faiz oranı 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. Ancak AMB Yönetim Konseyi üyesi Knot aralık ayındaki toplantıda faiz oranlarının tekrar 75 baz puan artırabileceğini bildirdi. Knot, AMB’ nin yükselen Euro Bölgesi enflasyonuna karşı mücadelesi hakkında “Henüz devre arasında bile değiliz” değerlendirmesinde bulundu.

Benzeri olarak AMB Başkanı Christine Lagarde enflasyonu alt etmenin bir görev, sorumluluk, düstur olduğunu ve faizin enflasyonu yüzde 2’ye indirmeyi sağlayacak bir seviyede yapılmadığı değerlendirmesinde bulundu.

Bu hafta da AMB üyesi Nagel enflasyonun yapışkanlığına dikkat çekti ve AMB’nin enflasyondan daha inatçı olması gerektiğini belirtti.

Öte yandan Avrupa İstatistik Ofisi’nin verilerine göre Euro Bölgesi enflasyonu 1997’den beri en yüksek seviyesine ulaşarak ekim ayında yıllık yüzde 10,7 artarak yükselişini sürdürdü. Aynı zamanda Euro Bölgesi ekonomisinin yılın 3. çeyreğinde yüzde 0,2 büyüdüğü belirtildi. Enerji krizinin reel kesim ve hane halkına olumsuz yansıması ihtimalinden dolayı ekonominin önümüzdeki aylarda daha da daralması bekleniyor. S&P Global verilerine göre Euro Bölgesi’nde Ekim İmalat PMI ise 46,4 ile pandemiden bu yana en düşük seviyede gerçekleşti.

Görüldüğü üzere durgunluğa ilişkin tüm bu göstergelere rağmen AMB’den faiz artışlarına devam edileceği sinyalleri veriliyor.

ABD tarafında ise imalat PMI’ı 52’den 49,9’a, hizmet PMI’ı 49,3’ten 46,6’ya ve ISM imalat endeksi de ekimde 50,9’dan 50,2’ye geriledi. Yeni siparişler endeksi ise 47,1 olarak daralma bölgesinde kaldı.

TÜFE’nin yüzde 8,8, ÜFE’nin yüzde 8,5 ve çekirdek enflasyonun yüzde 6,6 seviyesinin yarattığı endişe ve işgücü talebinin dirençli kalmasının agresif sıkılaştırma konusunda yarattığı baskı nedeniyle Fed’den dördüncü kez faiz atışı kararı geldi.

Politika faizi kasım toplantısında da 75 baz puan artırıldı ve faiz artışlarına devam edileceği belirtildi. Her ne kadar Morgan Stanley, J.P Morgan ve Goldman Sachs’tan faiz artışında sona yaklaşıldığına yönelik açıklamalar gelse de eski Hazine Bakanı Summers, Fed’in beklentileri çıpalaması için hamlelerini sürdürmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Ülkemizde de benimsenen model bağlamında MB ekim ayında beklentilerin de üzerinde bir faiz artışı gerçekleştirdi ve devamının geleceğini belirtti. Sayın Nebati ise düşük faiz politikasını savunduğu bir açıklamasında “Enflasyonla mücadele için insana odaklandık. Büyüme istiyoruz ama insanların işini kaybetmesini istemiyoruz. Enflasyonu dünyadaki gibi algılamıyoruz. Bunu insan temelli bir yaklaşımla görüyoruz” değerlendirmesinde bulundu. Ancak makroekonomik bir gerçeklik olan enflasyonunun algı düzleminde farklı yorumlanmasının ve önlemeye ilişkin adımlardaki gecikmenin bedelini ne yazık ki hem reel sektör hem de hane halkı ödüyor.

Nitekim bir ekonominin durumunu ve uygulanan ekonomi politikasının başarısını ölçmekte kullanılan sefalet endeksinde ülkemiz 93,3 puanla dünya birincisi oldu. Ayrıca enflasyon, açlık ve yoksulluk sınırını da her geçen gün artırıyor.

Tüm bunların dışında düşük faiz politikasına ek olarak makro ihtiyati tedbirler bağlamında yapılan regülasyonlar ve bankalara getirilen düzenlemeler de serbest piyasa ekonomisinden uzaklaşılmasına yol açmakla kalmayıp krediye erişimde nakit akışını azaltması nedeniyle reel kesimi ve bankacılık kesimini de olumsuz etkiliyor.

Dolayısıyla bu iklim içerisinde büyümenin gerçekleşmesi de zorlaşıyor.

Bu bağlamda TÜSİAD gibi iş dünyası temsilcilerinin dışında bankalar da mevcut politikadan duyulan rahatsızlığı dile getirmeye başladı. Nitekim İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran “……Yüksek enflasyon olduğu dönemlerde büyümenin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. Eğer yüksek enflasyon ile büyüme beraber gidiyorsa bu geniş kitlelerin yoksullaşması anlamına gelir…..Alınan makro ihtiyati tedbirlerle birlikte artık biz ekonomi modelinin desteklediği sektörleri bile destekleyemeyecek noktaya geldik…. Kredi fiyatı ucuzlamasına rağmen krediye erişim zorlaşıyorsa bunun kimseye bir faydası yoktur….” değerlendirmesinde bulundu.

Bugün ise enflasyon verisi açıklanacak. Ancak salı günü İstanbul Ticaret Odası (İTO) ekim ayına ilişkin perakende ve toptan fiyat endekslerini yayımladı. Buna göre, İstanbul’da fiyatlar Ücretliler Geçinme İndeksinde yüzde 108,8, toptan eşya fiyatları da ise yüzde 104,21 olarak gerçekleşti.

Hal böyle iken 2012’den beri yüzde 5 enflasyon hedefi olan MB’nin tahminleri ile Cumhurbaşkanlığı 2023 Yılı Yıllık Programı ve OVP’deki enflasyon tahminlerinin örtüşmüyor olması, enflasyon hedeflemesinin başarısında önemli bir unsur olan iletişimin zayıflığını gösteriyor.

Bir de buna enflasyonun sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu olduğu, özellikle emtia fiyatlarının sakinleşmesiyle ve küresel fiyatlarla yaşanacak normalleşme yoluyla düşeceği beklentisinin eşlik etmesi enflasyonun tek haneye inmesi için uzun bir zaman dilimine ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi