Enflasyonla mücadelede tam otomasyon dönemi

Ekonomi yönetimimiz uzunca bir süredir bazı temel politika araçlarını kullanırken bilimi ve rasyonel aklı değil dini değerleri ve inancı referans alıyor. Bu durum da en yetkili ağızdan defalarca açıklandı. Ayrıca pek çok defa önemli kurumların yöneticileri yine önemli bazı parametrelerin değerlerini bilimsel araçlarla tahmin etmek yerine, arzulanan seviyelere geleceklerine “inandıklarını”, hatta bu hedeflere ulaşmak için dua etmemizin yerinde bir hareket olacağını açıkladılar. Bütün bu iman ve inanç temelli yaklaşımlardan ekonomi yönetiminin kendilerini akışa bıraktıklarını ve işlerinin gelinen noktayı açıklamaktan/anlatmaktan ibaret olduğunu anlıyoruz. Açıklama işi de çok kolay ve standart; olumlu bir şey olduysa Sayın Cumhurbaşkanının eseri, kötü bir şey olduysa dış güçlerin ve içerideki işbirlikçilerinin marifeti. Yani meydana gelen olumsuzlukların dışsal ve kontrol edilemeyecek faktörlerden kaynaklandığına kendileri iman etmiş durumdalar ve bizim de inanmamızı istiyorlar, yoksa hepimiz hainiz zaten!

Para Politikası Kurulu’nun politika faizini beklendiği gibi sabit tutması ile sonuçlanan son toplantısının tutanağı da aynı zihniyeti yansıtan bir belge olarak değerlendirilebilir. Açıkçası, Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun açıklaması ile aynı doğrultuda yazılmış ve hakkını teslim edelim ifade bozuklukları ve dilbilgisi hatalarından arınmış hali olarak görülebilir.

Tutanakta, enflasyonda görülen yükselişin nedenleri sıralanırken ilk olarak “döviz piyasasında yaşanan sağlıksız fiyat oluşumlarına bağlı fiyatlama davranışları”na dikkat çekiliyor. Döviz kurlarındaki sağlıksız fiyat oluşumunun temel nedeni, bizzat kurulunuzun ülkede ÜFE ve TÜFE yükselirken, küresel enflasyon beklentileri bozulmuşken ve gelişmiş ülke merkez bankalarının artık parasal sıkılaştırmayı konuştukları bir ortamda politika faizini indirmesidir. Üstelik faiz indirimi dinsel gerekçelerden hareketle ortaya konmuş bir boş inanca, enflasyonun tek bir nedenden, faizden kaynaklandığını iddia eden görüşe, isteğe ve iradeye dayandığı belliyken. Yani eğer enflasyon döviz kurlarındaki oynaklıktan ve akıldışı fiyatlardan kaynaklanıyorsa bunun nedeni sizsiniz.

Devamında ikinci faktör olarak küresel gıda ve tarımsal emtia fiyatlarından dem vuruluyor. Doğrudur. Ancak, hiçbir ülkenin gıda fiyatlarında bizdeki kadar büyük artışlar olmadı. Gıda fiyatlarındaki artışlardan TCMB doğrudan sorumlu değil. Gelişmişi, gelişmekte olanı ve en az gelişmişi yani bütün ülkeler gıda sektörünü birinci derecede stratejik sektör kabul edip gıda riskine maruz kalmamak için dışsal şoklardan bağımsız kılmaya çalışırlarken AKP hükümetleri uzun zamandır tarım sektörünü uluslararası fiyatlara maruz kalan bir sektör haline getirdiler. Tarım CEO’su, zincir marketlerden birinin eski yüksek memuru Sayın Pakdemirli’nin veciz ifadesi ile paramız var ithal ederiz mantığı ile hareket ettiler. Sonuç, Çiftçi Sen’in kurucularından sevgili Abdullah Aysu’nun ifadesi ile, bir ton gübrenin fiyatı 14-15,000 TL iken Haymana ovasında bir dönüm tarla 10,000 TL’ye satılır oldu.

Bütün dünya “çiftçinin işletme varlığını” korumayı garanti eden destekleme politikaları uygularken, az sayıda alıcı ve tedarikçi arasına sıkışmış çiftçilere hiçbir işe yaramayan ürün fiyatları üzerinden destekleme primleri ve borçlanma kolaylığı sağlamaktan başka bir “destek” verilmedi. Ürettikçe zarar eden küçük tarımsal işletmeler gökten zembille inmediler ki, tamamen yerli ve milli iktidarın ithalat yoluyla dışarıdaki çiftçileri destekleyen ve ülkedeki çiftçileri ise üretimden çekilmeye zorlayan tarım politikası tercihleri ile ortaya çıktılar.

İklim yıkımının etkisi ile artan, yaygınlaşan ve yoğunlaşan kuraklık, sel vb. gibi aşırı hava olaylarına bağlı ürün kayıplarını telefi edebilecek önlemleri tartışmak yerine tamamen kaderine terk edilmiş çiftçiler üretimden çekilmeye başladı. İthalatçı bakanın sadece bugünü düşünen muhasebeci yaklaşımı bugünkü gıda fiyatlarının başlıca nedenidir. Yani gıda fiyatlarındaki artışı uluslararası emtia fiyatlarına bağlamak ancak gözbağcılık olarak değerlendirilebilir. Döviz kurlarındaki seviye ve oynaklıktaki yükselişin yıkıcı etkisinden hiç bahsetmeye bile gerek yok. Yani bir parça da yaptığınız faiz indirimleri ile gıda fiyatlarının bugünkü halinden siz de sorumlusunuz.

Üçüncü olarak, tedarik süreçlerindeki aksaklıklardan bahsediliyor. Pandemi ile ortaya çıkan bir olgu ama 2020 ortalarında o zamanki hükümet bayram ilan etmişti. Dağılan küresel tedarik zincirleri hani büyük krizin Çince’deki ikili anlamından mülhem bizim için büyük fırsata dönüşecekti. Büyük fırsat, enflasyonu yaratan kâbuslardan birine dönüşmüş durumda anlaşılan…

Herhalde en anlaşılmaz faktörlerden biri de “talep gelişmeleri” olsa gerek. Pandeminin etkileri devam ederken, yoksulluk bu kadar yaygınlaşmış ve derinleşmişken enflasyonu azdıracak kadar büyük talep gelişmeleri acaba ne olabilir? Eğer kurulumuz harikalar diyarında yaşamıyorsa bu konuda ayrıca ek bir açıklamaya ihtiyacımız var.

Kurul toplantı tutanağında enflasyonun tamamen dışsal görünen nedenlerini açıkladıktan sonra enflasyonu nasıl indireceğini açıklamayı da ihmal etmiyor. “Kurul, sürdürülebilir fiyat istikrarı ve finansal istikrarın tesisi için atılan adımlar ile birlikte, enflasyonda baz etkilerinin de ortadan kalkmasıyla dezenflasyonist sürecin başlayacağını öngörmektedir”.

Evet, yanlış okumadınız. Fiyat istikrarı için iki önemli unsura ihtiyacımız var. Sayın Bakan Nebati’nin gözlerindeki ışıltıdan güç alan YEP; hani şu enflasyonun hiçbir ekonomik büyüklüğü etkilemediği ve sol üst köşede kendi kendine kapalı devre bir daire ile temsil edilen ve hiçbir ekonomik büyüklüğü etkilemediği gibi hiçbirinden de etkilenmeyen kişi başına gelirin olduğu model… Bu model ile istikrarın sağlanabileceği öngörülüyor.

Ama endişelenmeye gerek yok, çünkü model işi berbat etmezse zaten baz etkisi nedeniyle enflasyonun düşeceği öngörülüyor. Merkez Bankası’nın öngörüsüne göre yüksek aylık enflasyonların gerçekleştiği aylar endeksten çıktığında enflasyon zaten kendiliğinden düşecek. Bence çok parlak bir mücadele stratejisi bulunmuş: enflasyonla mücadelede otomasyon. Ben bir ek öneride bulunayım. İstifa ettiği dedikodusu dolaşan TÜİK Başkanı görevden affedilsin ve bir terslik durumunda enflasyonda baz etkisini devreye sokabilecek kapasitede bir memur başa geçirilsin. Bir terslik falan olur da otomasyon çalışmazsa öngörünün gerçek olması garanti altına alınmış olur böylece.

Üstelik bu parlak stratejinin bir de bonusu var. Enflasyonla mücadelede tam otomasyon aslında Merkez Bankası’nı işlevsiz ve gereksiz kılıyor. TCMB’yi kapatarak büyük bir maliyet avantajı yaratabiliriz. Malum kamu tasarruf yapmaya da karar verdi. Saraydan bir ekip memleketin kasa hesabını, muhasebesini tutar nasılsa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haluk Levent Arşivi