Enkazın Arasındaki Bir Kitap: Yüzyılın Romanı

Akp, postmodernliğin siyasal bir tecessümü ve görüntü ya da imaj çağının siyasal bir fenomeni olarak ortaya çıktı ve kitleleri bir kalkınma fantezisine inandırdı. Ama artık ne etkileyici bir görüntü ne de iyi bir imaj üretebiliyor. Tıpkı enkaz arasından çıkan kitaplarının fotoğraflarını paylaşan bazı yazarlar gibi; reklamın iyisi kötüsü olmaza inanıyorlar ama yaptıkları sadece kınanmalarına neden oluyor. Enkazın arasından çıkan kitaplardan birisi de Yüzyılın Romanı. Reklam amaçlı paylaştıkları görüntüler de gittikçe daha çok insan tarafından kınanmalarından başka bir şeye yaramıyor.

                                                                                                                                                                             Süreyya Su

6 Şubat sabahı, daha henüz yeni bir Pazartesi sendromunu yaşayamadan, deprem haberiyle uyandık. Hepimiz aynı anda öğrendik, bu sefer kimse günün ilerleyen saatlerinde bir başkasından öğrenmedi. Bazılarının, bugün bir eski zaman alışkanlığı haline gelen, radyoyu veya TV’yi açıp haber programlarına bakma alışkanlığı vardır. Onlar hemen eline telefonu alıp eşini, yakınını, dostunu aradı, ama aradıklarının çoğu çoktan öğrenmişti. Aynı hayret ve heyecanla konuştular birbirleriyle.

Artık sosyal medyanın hayatımızda olmanın ötesine geçip, hayatın yerine geçen bir varoluş biçimi, bir kamusal alan olmaktan daha çok bir yaşamsal mekân/imkân olduğu bir dönemdeyiz. Hayatı değil, ilişkiyi yaşıyoruz; sosyal medyatik ilişki ve bir kamusal alanda kendimizi ifade etmek yerine, bir dijital mekânda, internette oynamak istediğimiz rolleri oynuyoruz. Algıladığımız dünya somut değil, virtüel ama virtüelin gücü gerçeğin gücünden daha etkili. O yüzden bu sefer depremin sarsıntısını, etkisini, korku ve acısını tüm Türkiye, hatta tüm dünya doğrudan ve derinden hissetti. Depremin sismik dalgaları Danimarka ve Grönland’a kadar yayılırken, iletişimsel dalgaları da aynı hızla dünyanın her yerine yayıldı. Gerçekten bu deprem etkileri ve genişliği bakımından yüzyılın depremidir.

Neredeyse Türkiye’nin bir bölgesini, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni sarsan, yıkan bir deprem oldu. Bir yanıyla, bu yüzden, yani somut olarak hepimizin ya akrabalarını ya arkadaşlarını ya da tanıdıklarını etkiledi ve herkes hemen yardım için telaşla seferber oldu. Devletten daha önce sivil toplum örgütlendi ve harekete geçti. (Burada devlet doğru bir kavram mı? Emin değilim. Topyekûn bir şiddet aygıtı haline gelmiş bir yönetim makinesinden söz ediyoruz.) Devlet ise önceliği denetimi elinde tutmaya ve sivil toplumun inisiyatif almasını engellemeye verdi. Ama her ne kadar devlet, toplumu topyekûn denetim ve yönetim altına almak için ileri teknolojik araçları kullanmaya çalışıyorsa da, yönetimsellik ya da yönetim mantığı (governmentality) bakımından gerici/tepkisel (reaktif) ve çağdışı ya da zamana aykırı olduğu için mutlak bir denetim ve katı bir otorite kuramıyor. Bu yüzden devleti kutsallaştırarak siyaseti günahlaştırma ve yasaklama girişimi çok kere sekteye uğrayan ve tamamlanmayan bir demokrasiyi tasfiye projesi olarak kalıyor. Ve böylece toplumun dağınıklığı ve muhalefetin yeniden kurucu bir iradeyi programlayamamasına rağmen siyaset, aynı enkaz altında mucizevi bir şekilde yüzlerce saat canlı kalabilen depremzedeler gibi, varlığını sürdürebiliyor.

Doğa Olayıyla Ortaya Çıkan Doğa Durumu

Siyasetin varlık koşulu, Foucault’nun çeşitli örneklerle gösterdiği gibi, iktidar ve direniş arasındaki süren ilişkidir. Bir diğer varlık koşulu da teoriden daha çok pratiğe dayalı eylem ya da hareket alanlarının varlığıdır. En son 68 Olayı bunun önemini bize gösterdi. Daha doğrusu 68 Olayının siyaset için içerdiği anlamları, olayı deneyimleyen aktivist filozof ve yazarlar bize gösterdiler. Olayın özü şu: bizdeki bir deyimle söylersek, “kervan yolda dizilir.” Yani yapılan teoriler bir şeye yaramaz, kurulan stratejiler çalışmaz. Düşünmeden eyleme geçilir ve karşılaşılan sorunlar o an bulunan taktiklerle çözülmeye çalışılır. Hareket, içinde olanları bilinçlendirir. Dolayısıyla siyasetin temeli doğa durumudur aslında. Bu yüzden uygarlık sürecinde (kapitalist modernleşme) insanların siyasal bilinci gelişmekten çok zayıflayıp, siyasal sinizm gelişir. Buna karşın doğa durumunu yeniden ortaya çıkartma potansiyeli olan doğa olayları gibi kriz zamanlarında ise siyasetin gelişebileceği ortamlar oluşur. Burada iki uç dinamik işler, ya düşmanlık ya dayanışma.

İnsanlar Hobbes’un iddia ettiği gibi doğa durumunda illa ki birbirlerini yemeye çalışmazlar, bilakis birbirlerini koruyup beslemeye çalışırlar. Ancak insanlar birbirlerine karşı kışkırtılırsa da çok kolay düşman olabilirler. Depremden sonra toplum hemen seferber olarak yardıma girişti ve dayanışmayı örgütlemeye çalıştı. Yöneticiler ise başlarda resmî kanaldan olmayan hiçbir yardım çalışmasına izin vermeyeceklerini söyledi. Buna rağmen toplum ve muhalefet bloku küçük büyük örgütlenmelerle yardıma koştu. Böylece iktidar toplumsal yardımlaşmanın siyasal dayanışma ve mücadeleye dönüşmesinin yolunu açmış oldu. Ahbap gibi apolitik bir yardım ve dayanışma örgütü bile birden kendisini siyasal bir özne olarak buldu. İktidar ve aygıtları Ahbap ve diğer sivil toplum örgütlerini itibarsızlaştımayı ve illegalleştirmeyi kendi kriz masalarının en öncelikli konusu olarak belirledi.

Burada farkedilmeyen bir duruma dikkat çekmek istiyorum. İktidar tarafından toplumdaki direnme odaklarını zayıflatmanın ve siyasetin alanını daraltmanın bir yolu da mülksüzleştirme ve yoksullaştırmadır. Muhalefet partilerinin yerel yönetim seçimlerinde kazandıkları başarı bu planı bozdu. Eğer yerel seçimlerde muhalefet partileri büyük şehirlerin yönetimine seçilmemiş olsalardı, bugün afet bölgesinde çok etkin ve güçlü yardım çalışmaları yapabilme imkânı bulamazlardı. O zaman, deprem bölgesindeki durum çok daha trajik olabilirdi ve zaten toplumsal olarak hassas olan bölgede denetim altına alınması zor bir kaos çıkabilirdi. Dolayısıyla sivil toplumun yardım girişimleri iktidar tarafından bir karşı propaganda faaliyeti olarak algılansa da, aslında devletin müdahalesindeki eksik ve aksaklıkları gidermeye yarayan hareketler olarak görülmesi gerekir. Elbette bir devlet aklına sahip olmak bu bakışı sağlar, monark (tek erk) bakışı değil.

Dayanışmanın Ortaya Çıkardığı Siyasal Güç

Depremden sonra toplumun hızla bir dayanışma ilişkisi kurup yardım faaliyetlerini organize etmesi, iktidar tarafından sadece yetkesinden bir rol çalma, afete yetersiz ve geç müdahalesinin ifşa edilmesi olarak görüldüğü için rahatsız edici gelip engellemeye çalışılmadı. Ayrıca dayanışmanın kendisi kategorik olarak tehlikeli görüldü. Çünkü dayanışma toplumun siyasal potansiyelini keşfetmesini, farklılıkların bir amaç uğruna birlikte hareket etmeye engel olmadığını görmesini sağlar, toplumun bir özne olarak kendini yeniden kurmasının yolunu açar, iktidarın kitlesinin şiddet tehdidi karşısında toplumun siyasal gücünü ortaya çıkartır. Bunlardır iktidar açısından dayanışmayı riskli kılan.

Önce iktidar alıştığı yoldan, çatık kaşlarla, azarlayan bir sesle, araçsal hukuk tehdidiyle, tutuklamalarla insanları dayanışma içinde olmaktan ve bölgeye gidenlerin tanıklıklarını paylaşmalarından vaz geçirmeye çalıştı. Ama bu afet gerçekten öncekilere benzemiyor ve sosyal medya çağında ne televizyon gibi konvansiyonel iletişim araçlarıyla ne de trollerin saçmalamaları ve yalanlarıyla yönetememe krizinin üstü örtülebilir. Nitekim ana akım televizyon kanallarının haber programlarından bile eleştiri ve öfke sesleri yükseliyor. Öfkelerin azarla susturulamayacağı anlaşılıyor ama “neyse sonra görüşürüz!” diyerek tehdit etmekten de geri durulmuyor.

Nihayet ortamdaki gergin hava bir hayırseverlik gösterisiyle dağıtılmaya çalışıldı. Ama bu da toplumdaki adaletsizliğin ifşasından başka bir şeye yaramadı. Ortada iktidar için gittikçe derinleşen şöyle bir kriz var: Akp, postmodernliğin siyasal bir tecessümü ve görüntü ya da imaj çağının siyasal bir fenomeni olarak ortaya çıktı ve kitleleri bir kalkınma fantezisine inandırdı. Ama artık ne etkileyici bir görüntü ne de iyi bir imaj üretebiliyor. Tıpkı enkaz arasından çıkan kitaplarının fotoğraflarını paylaşan bazı yazarlar gibi; reklamın iyisi kötüsü olmaza inanıyorlar ama yaptıkları sadece kınanmalarına neden oluyor. Enkazın arasından çıkan kitaplardan birisi de Yüzyılın Romanı. Reklam amaçlı paylaştıkları görüntüler de gittikçe daha çok insan tarafından kınanmalarından başka bir şeye yaramıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi