İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Erdoğan, Bay Kemal’e açtığı davalardan kaç para kazandı?

Biliyorsunuz Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na çeşitli vesilelerle milyonluk tazminat davaları açıyor. Kılıçdaroğlu da karşılığında bir kuruşluk, bir liralık türünden davalarla Erdoğan’a yanıt veriyor.

Peki merak ediyor musunuz?
Bugüne kadar bu davaların milli hasılası ne oldu?
Kim kaç para kazandı? Kim karda, kim zararda?

Bir de merak ediyor musunuz, Erdoğan milyonluk davalar açarken kılıçdaroğlu neden “bir kuruşluk” davalar açıyor.
Buyrun bu iki sorunun cevabı:

Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, TELE1 programcısı Fatih Ertürk’ün sunduğu programda açıkladı: “Bugüne kadar Erdoğan’ın açtığı davaların tümüne karşılık sadece 20 bin TL tazminat ödedik. Ama yine onun açtığı bir davaya itirazımız üzerine, -biraz buruk bir kazanç ama- AIHM kararıyla 13 Bin Euro tazminat kazandık!” diyor.
13 bin Euro, TL’ye çevirirsek, 210 Bin TL ediyor.

Yani kabaca Erdoğan 20 bin TL kazanmış ama  210 bin TL ödemiş.

190 bin TL zarar!
Birinci sorunun cevabı bu!


Peki, Avukat Celal Çelik, 13 bin Euro’luk kazancı neden ‘buruk bir ifadeyle’ tanımlıyor?

Çünkü biliyor ki bu 190 bin TL’yi Erdoğan kendi cebinden değil, Cumhurbaşkanlığı bütçesinden ödüyor!

Yani sonuçta o para da garip gurebanın cebinden çıkıyor.

Maliye memurluğundan gelmiş bir siyasetçi ile karkas et tüccarlığından gelmiş bir siyasetçinin yaklaşımının farkının, farkındasınız değil mi?

İkinci sorunun cevabı da bu!

Avukatlar gününüz helal olsun!

Başlığın gramerinde bir sorun yok!
Okuyun anlayacaksınız!

Geçtiğimiz Salı ‘Dünya Avukatlar Günü’ idi.

‘Dünya’ denimesine bakmayın. 5 Nisan 1978’de Barolar Birliğinin kuruluş tarihine istinaden avukatlara atfedilmiş, bize özgü, domestik bir gün…

Avukatlara, “Avukatlar gününüz kutlu olsun!” demiyorum. “helal olsun!” diyorum. 

Neden öyle dediğimi de anlatayım!..

Hukuk kuşunun da, her kuş gibi iki kanadı vardır.
Bir kanadı avukatlar, diğer kanadı diğerleri.
Savcısı, hakimi, amiri, memuru, mübaşiri, müstahdemi bir kanatta, avukatlar diğer kanattadır.

Neden böyledir? 

Çünkü hukuk her rejimde bulunur.

Kendine göre bu ilk kanattakiler de her rejimde vardır..
Ama özgür ve gerçek bir savunmaya sadece demokrasilerde rastlanır.

Mesela ‘hakim’in görevini üstlenen ‘Kadı’ Suudi Arabistan’da da vardır. 

Ama Suudi Arabistan’da gerçek bir savunmanın varlığından kim söz edebilir?

Diktatöryal eğilimli yönetimlerin, hukuk kalesi içinde en son teslim alabildiği kule ‘avukatlar kulesidir’..

Bizde de, son 20 yılda olup bitene bir bakın!

İktidarın Baro’ları nasıl nitelendirdiğine, avukatları direnemez hale getirebilmek için barolar üzerinde oynanan oyunlara bir bakın. 

Avukatlar bütün bu baskılara neden direnebildi?

Kuşun diğer kanadını oluşturan hakimler ve savcılar neden direnemedi?

Cevabı basit! 

Çünkü Hakimler, savcılar maaşlarını devletten alırken, yani dolayısıyla özlük hakları devletin denetimindeyken, avukatlar geçimlerini hariçte temin ettiler!

Savcılar özgürce dava açamıyor, hakimler özgürce karar veremiyor ama avukatlar aslanlar gibi savunmasını yapıyor.
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı direnebiliyor.
Elbette bu durum, hakim ve savcıların demokrasiye daha az inandıklarından değil, sıkıştırılmış oldukları pozisyondan kaynaklanıyor.

O halde yeni dönemde, hakimlerin ve savcıların da avukatlar gibi bağımsız olmasını sağlamak yargı güvencesine oluşturmanın en önemli adımıdır?

Durum ortada.
Savcılar dava açamıyor, hakimler özgürce karar veremiyor ama avukatlar aslanlar gibi işini yapıyor.


İşte o yüzden avukatlar gününde onları kutlamıyor, “helal olsun!” diyorum. 

Ayrıca avukatlık müessesinin değeri sadece özgürlüğün son kalesi olmaktan ibaret değil.
Çok değerli bir avukat olan bir arkadaşımın web sitesinin girişinde şu cümle var: 

“Hukuk, düğüm ve çözümden ibaret değildir.

Aslolan hukuk sayesinde düğümlenmeyecek ilişkiler oluşturmaktır!”

Yani savaş çıktıktan sonra değil, çıkmadan önce, çıkmaması için avukatla birlikte yürümek gerekir..

Bu mayınların babası kim?

Karadeniz’de boğaza yakın bölgede üçüncü mayın teşhis edildi ve SAS Timleri tarafından mayına müdahale edildiği açıklandı.

Taa ilk günden beri bir soru tekrarlanıp duruyor!.. 

Bu mayınlar kimin? Bu mayınların babası kim?

Nereden biliyorsak, bildiğimiz bir tek şey var!

Mayınların fünyesi şekerliyse Ukrayna’nın değilse Rusya’nın..

Üç mayını patlattık ama hala kimden geldiğini anlayamadık.

350 ya da 450 mayının boğaza doğru aktığı gerçeği gibi ciddi bir tehdit ile yüzyüze kalmışken sanki en önemli meselemiz mayının menşeini bilmekmiş gibi, mayın konusundaki en temel merakımız bu!
Fünye şekerliyse Ukrayna’nın! Değilse Rusya’nın!

Birader, artık SAS timleri mi fünyeleri yalar, birilerine mi yalatırlar ya da başka bir yöntemle mi anlarlar bilmiyorum ama şunları patlatmadan önce bunu bir anlasaydık da vatandaş mayınların sahibini öğrenip bir rahat etseydi!

Taşlar bağlı…

Rtük’ün, TBMM tarafından, CHP kontenjanından seçilen üyesi, gazeteci İlhan Taşçı Twitter hesabından bildirmiş:

Rtük, Diyanet işleri Başkanlığının talebiyle Halk Tv, KRT ve TELE1’e yine para cezası kesmiş!

Sebep?

Birkaç ay önce Erzurum’daki, kur’an kursunda tacize uğradığı ortaya çıkarılan, on-on bir yaşlarındaki, 7 çocuğun taciz olayının haberleştirilmesi!

Peki, tacizciler ve tacize uğrayan çocuklar var mı?

Var!
Taciz Diyanet işlerinin kendi kuran kurslarında gerçekleşmiş mi?

Gerçekleşmiş.
Yapanlar belli ve tespit edilmiş mi?
Edilmiş…

O halde neden haber yapılması cezaya muhatap olsun?

Olayı duyuran, Erzurum’un güvenilen gazetecisi Sinan Özçaylak: “duyunca bir baba olarak elim ayağım esti!” diyor! “Gece eve gittim, oğlumun üzerini örterken yüzüne bakamadım!” diyor!
Sabaha kadar uyumadım. Sabah “Valiye gittim, Vali olayı doğruladı!” diyor..
Vali: “Fail Yozgat’ta yakalandı, gereken yapıldı, kuran kursundaki 6 kişi için idari soruşturma başlatıldı. Bunlar açığa alındı!”. diyor!  Söylediklerinin daha sı var!
İnanmayan youtube’dan Canan Kaya’nın ilgili röportajını izlesin!

Peki bugünkü durum ne?

Tacizi gerçekleştiren “Gönüllü belletmen” dışında bütün görevliler işlerine iade edilmiş! Kurs müdürüne göstermelik bir maaştan kesinti cezası verilmiş! Herşey normale dönmüş!

Ama görülüyor ki asıl ceza konunun kapatılmasına izin vermeyen, bugün hala yargılaması devam eden olayı haber yapan televizyonlara kesilmiş!

Sebep?
Buyrun sebebini okuyun!
Olayı ortaya çıkaran, Erzurum Haber Express gazetesinde 27 yıldır gazetecilik yapan Sinan Özçaylak, 22 Mart tarihli köşe yazısında aşağıdaki satırları kaleme almış!

“…Bu arada konuyu gündemde tutmamıza ciddi katkılar sunan Gazeteciler, Mustafa Hoş’a, İsmail Saymaz’a, Levent Özeren’e, Halk Tv’ye, KRT’ye, TELE 1’e, Sözcü Gazetesi’ne, Birgün Gazetesine, Cumhuriyet Gazetesine, Erzurum’da destek veren Mehmet Şener’e, Orhan Bozkurt’a, Orhan Bakırcı’ya, Onur Sağsöz’e de ayrıca teşekkür ediyorum…” diyor!


Demek ki neymiş!

Olayı yapanların davası ne zaman biter bilinmez, ama duyuranların cezası, yazının mürekkebi kurumadan kesiliyor.

Sizin dağıtacağınız adaleti seveyim!

Tokat atan gazeteci

Ah be Fatma Hanım!

Tam olay unutulmuşken, yayında, teknik elemana tokat atan gazeteciyi, hatırlatmanın manası var mıydı? 

Üstelik de olaydan iki ay sonra, herşey unutulmuş, gazeteci tekrardan köşesine kavuşmuşken…

Hadi o bir yana;
“O gün o gazetecinin’nın yanında çalışana tokat attığını görmedim. Bi görseydim var ya, neler yapardım!” mealinde şeyler söylemenin hafızalarımızı ‘reset’ edeceğini mi düşündünüz bir anda?

Dersin ki yayına online olarak Malatya’dan bağlanmış da olup biteni fark edememiş!

Hayır, o gün, şu karikatürde taze taze çizmiş olduğumuz gibi, kırk santimetrelik sephanın iki yanında, aranızda bilemedin 75 santimetre var! Gözünüzün önünde karakoncolos fırtınası esiyor, soğuk bir zemheri ayazı yayılıyor!

Gazetecinin kolları adeta helikopter pervanesi gibi rüzgarlar savurup kestane rengi saçlarınızı uçuşturuyor ama siz;  “Şeyrin çiçeği leylak rengi oluyor, Şeyrin rengi baklava sarısı, fıstık yeşili…” cümleleriyle bir profesyonellik sergiliyorsunuz! 

Bu görüntüleri bu gözler canlı canlı izledi!

Hayır, konuyu tekrar açıp hatırlatmanın ne gibi bir yararı var?

“Yav, zaman geçti nasılsa herkes unutmuş gitmiştir.
Şuna son mühürü kırmızıdan vurayım!” mı dediniz?

Hani Fatma Hanım “Bir görseydim var ya?..” diyor ya, bu bana güzel bir eşkiya fıkrasını hatırlattı.
Gariban bir köyde efelik yapan, ben şöyleyim, ben böyleyim havasıyla köylüyü bezdiren bir sahte yiğidin yolunu, birgün kasabadan köye dönerken eşkiya kesmiş.
Parasını, atını, elbiselerini hatta donunu bile almış eşkiyalar!

Sahte yiğit yalvarmış, yakarmış, “Ağalar, canımı almadınız bari çizmelerimi bırakın!. Ben köye nasıl yürürüm. Ayaklarım parçalanır!..”
Eşkiya insafa gelmiş, çizmelerini geri vermiş!
Bizim yiğit bir eli önünde bir eli arkasında, edep mahallini kapatmış, paytak paytak köye gelince köylü etrafını çevirmiş!

-Atın nerede? 

-Eşkiya aldı!

-Pantolonun nerede?

-Eşkiya aldı!

-Donun nerede?

-Eşkiya aldı?

-E çizmen duruyor! Çizmeni almamışlar!
Sahte yiğit, mabadındaki elini öne doğru çekip titreterek şöyle bir babalanma pozuna girmiş:

-Ulen, hele o cızmaya bir dokunaydılar var ya!…,

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi