Eski Anahtar Yeni Kilidi Açar mı?

Piyasalaşmanın, özelleştirmenin, finansal serbestleşmenin, esnekleşme ve metalaşmanın orta yerinde tüm sorumluluğu gençlere yükleyip tüm faturayı onların adına kesiyoruz. En ufak şikayetlerinde de “Çıkar telefonunu!” diyerek kendi yaşadığımız zorluklardan dem vuruyor, onları kadir kıymet bilmemezlikle suçluyor, böylece onlara yarattığımız bu berbat ortamdaki sorumluluğumuzdan kaçmış oluyoruz

                Yasin. 21 yaşında. Zıpkın gibi bir delikanlı. Gençliğin şulesi yüzünde, yaşından evvel olgunlaşmanın ağırlığı hareketlerinde… Üniversitede. Tarih bölümü üçüncü sınıf. Dershaneye gidememiş. “Puanım burayı tutturdu” diyor. Ailesiyle aynı şehirde okuyor. Ancak okulu eve uzak olduğu için yurtta kalmak zorunda. Babası bir emektar. Uzun yıllardır beyaz eşyacıda çalışıyor. Bir Süper Baba. Ancak artık beli daha çok tutuluyor, o ağır yükleri kaldırmak çok daha zor geliyor. Çalışmak zorunda olmazsa… Ders olmadığı günlerde ve haftasonları Yasin babasına yardım ediyor. Buzdolabı indir çamaşır makinesi bindir…Cebine atılan üç beş kuruş bahşiş yol parası ancak. Üniversite diplomasının ona umduğu faydayı sağlamayacığını o da biliyor. En büyük hayali yurt dışına çıkabilmek. “Yok ki bir akrabamız” diyor dertli dertli. Emekle büyütülmüş, alın teriyle yetiştirilmiş gencecik bir değer o.

***

                Furkan. 24 yaşında. Makine mühendisliği son sınıf öğrencisi. Bu onun ikinci üniversitesi. İlkinde matematik bölümünü kazanmış. “İş bulamazsın.” diye diye pes ettirmişler. Bırakmış okulu. Tekrar -bir kez daha dershaneye gitmeden- hazırlanmış. “Elde yok avuçta yok” diyor. Konuşmaları yaşından çok öte. Sırtına binen sorumlulukla kesik kesik konuşuyor. Kıyıda kalmış küçük bir esnaf kahvehanesi işletiyormuş babası. Yazları orada çalışmış. “Günde 15-16 saat çalıştığım oldu.” diyor. Aldığı bir kaç lira bahşişi okulu için biriktirmiş o da, Yasin gibi. “Pandemide kapamışlar kahvehaneyi, bir daha da açamamışlar. Borçlar biriktikçe birikmiş. O günden sonra eve düzenli para girmez olmuş. Kendisi gibi mühendis olan abisi bir kaç ay önce asgari ücretle bir fabrikada iş bulunca biraz rahatlamışlar. “O da ne kadar olursa işte” diyor. Çay içiyoruz ya, neredeyse hiç kaldırmıyor kafasını. Okul bitmeden öğrenim kredisi borcu uykularını kaçırır olmuş. “Neredeyse aldığımız paranın iki katını ödememiz gerek.” diye dertleniyor. Tek umudu “bir şekilde(!)” yurtdışına gidebilmek. Almanya’da yaşayan halasından yardım bekliyor. “Hele sen bir okulunu bitir, bakarız.” demiş. Yurtdışı öğrenci programlarına başvurmuş. Kabul alamamış henüz. Zor zamanlar için köşede sakladığı bin lirası varmış. Bir umut gidip pasaporta başvurmuş. Karagün dostunu o uğurda harcamış. Evdekiler pasaportu görünce gülmüşler. Fol yok yumurta yok misali. Oysa Furkan umudunu cebinde gezdiren bir başka gencecik değer. Uçmak, buralardan uzaklaşmak isteyen…

***

                Sahi sizin çevrenizde de Yasinler, Furkanlar, İremler yok mu? Yoksa bildiğiniz tanıdığınız tüm gençler daha diplomayı almadan mı tanışıyorlar iş teklifleriyle? Ağzında gümüş kaşıkla mı doğuyor sizdeki Pelinler?

                Sizi bilmem ancak benim çevrem hayatta kalmak, ayakta kalmak, yaşayabilmek için küçük yaşta mücadele etmeye başlayan Yusuflarla, Fatihlerle, Eliflerle dolu. Öyle boş -o da ne demekse- çocuklar da değil bunlar. Ellerinden geldiğince sertifikalarla, eğitimlerle dolduruyorlar dosyalarını. Ama biliyorlar ki seçilmiş kişi olmak için bunlar yeterli değil.

Diplomalı İşsizlik

                Bilgisayarlarla, telefonlarla zenginleşen, Netflix’le, Spotify’le renklenen, Getir’le, Amazon’la hızlanan yaşamımız kısa süre sonra nesnelerin interneti, yapay zeka ve insansı robotlarla hiç olmadığı kadar büyük bir değişime uğrayacak görünüyor. Dünyanın bambaşka bir geleceğin şafağına hazırlandığı belli. Oysa ışıltısı gözlerimizi kamaştıran bu geleceğin durmadan halı altına itmeye çalıştığı küresel bir sorun işsizlik. Facebook ve türevleri ile iletişim verilerimizi, Snapchat vb ile yüz tanıma verilerimizi bizi eğlendirirken cebe indiren -sunucuya mı demeliyim yoksa- muhteremlerin geleceğin neon aydınlatmalı yüzünü, bize göstermeleri gayet de anlaşılır bir durum. İşsizlik, özellikle de diplomalı işsizlik, eli kanlı bir katil gibi gencecik insanların umutlarını doğramaya devam ediyor.

                Üniversiteli işsizliğini konu edinen çalışmasıyla dikkat çeken Esra Kaya Erdoğan’a göre Sanayi Devrimi sonrasında 20.yy’la birlikte meritokrasinin daha adil bir dünya yaratacağı inancı yaygınlaşmaya başlamıştır. Merdiven ve kapı metaforundan yararlanarak ifade edilen meritokraside “Herkesin merdivenleri yetenek, zeka, çaba ve azimle yukarıya doğru çıkabileceği, oyunun kurallarını yerine getirenlere kapıların mutlaka açılacağı vaat edilir.”*

                İnsanlık tarihinde pek çok defa olduğu gibi umut edilenle gerçekleşen aynı olmayacaktır yine. 20.yy’ın son çeyreğine damgasını vuran ve mimarlığını Thathcer&Reagen ikilisinin yaptığı neoliberal politikalar zamanla insanlığın DNA’sına kadar sızmış; sosyoekonomik yaşamın Çernobil’i olmayı başarmıştır. Böylece daha önce sosyal haklar olarak bilinen sağlık, eğitim, istihdam gibi alanlardan devlet elini çekmiş, yeni dönem piyasalaşmanın, özelleştirmenin, metalaşmanın sahnesi haline gelmiştir. Her şeyin neoliberalizmin güçlü ağlarıyla birbirine bağlandığı bu süreçte eğitimin giderek özelleştirme cenderesine sokulması, mezun sayısına, iş bulma oranına bakmadan sürekli mezun veren vakıf üniversitelerinin ticarethane hüviyetine bürünmesine; oluşan diploma enflasyonu karşısında mezunlardan sertifika ve insanüstü çaba beklentisinin doğmasına neden olmuştur. Hatta iş o noktaya taşınmıştır ki, “Madem mezun olduğunda iyi bir iş istiyorsun o halde bu iyi işe ulaşabilmen için gereken eğitim masraflarını da sen/ailen karşılamalı.” şeklinde özetleyebileceğimiz bir düşünce yapısı ortaya çıkmıştır.

Özal Gençliği

                Osmanlı’nın son döneminden  başlayarak Türkiye’deki gençlik mitini 1980 sonrasının depolitize olmuş gençliği üzerinden inceleyen ve sorunlarını ele alan Demet Lüküslü’ye göre “Gençler bugünkü durumun tek sorumlusu, günah keçisi olarak seçilirler. Belki tüm toplum depolitize olmuştur, tüm toplum neoliberal ekonominin bir parçasıdır, tüm toplum medyanın sadık seyircileri, tüketim toplumunun tüketicisidir ama bütün fatura gençlere çıkartılır.”**

                Beyaz yakalı işsizliğine dair yapılan bir çalışmada benzer bir konuya değinen Necmi Erdoğan’a göre ise bugünkü gençliğin tohumları 80 darbesi sonrasında iktidarda bulunan Özal hükümetlerinin uyguladığı politikalardır.

                “Temelleri 1980'lerde Özal'ın ‘eski moda ideolojilere hâlâ itibar edenler’e karşı neoliberal pragmatizmi öne sürmesinde (veya ‘büyük anlatılar devrinin kapandığı’ tezinin global olarak dillendirilmesinde) bulunabilecek bir ‘ideoloji sonrası’, ‘ideolojilere mesafeli’ (‘angajmansız’) veya sinik bir öznelliğin yaygınlaşması; ‘gemisini kurtaran kaptan’ veya ‘başarı hikâyesi’ kahramanı olmak için ‘kendine yatırım yapmak’, ‘risk almak’, ‘yeniliklere ve rekabete açık olmak’ gerektiğini vazeden ‘yeni insan’ anlatısının bireyci, pragmatik, narsist ve kendi kendisiyle meşgul bir kendilik  yaratması; ‘katı olan her şeyi buharlaştıran’ kapitalist modernliğin ‘akışkanlığının’ ve ‘hız’ının metropol hayatından internete kadar çok çeşitli alanlarda yaygın bir şekilde yaşantılanmasının (yaşanan mekâna, yapılan işe, insani ilişkilere) bağlılığı erozyona uğratması ve aidiyetleri gelgeçleştirmesi vb. bu iklimin özellikleridir.”***

                Yine Erdoğan’a göre ülkemizde de yaşanan bu “diploma devalüasyonu” işsizlik probleminin yanı sıra iş güvencesini de yok etmekte, sermaye sahiplerinin elini güçlendiren ve sihirli bir anahtar gibi sunulan “esnek çalışma” çalışan için önemli bir gerilim kaynağıdır. Yani aslanın midesine inen işi bulup çıkartan için de bir güvence değildir bu artık. Böylece başka bir yazımızda da temas ettiğimiz, çalışanların “Prekaryalaştırılma”sı süreci işletilmektedir.

***

                İnsanoğlu için gençlik elindeki en büyük zenginliklerden. Gençliğin heyecanı insanı ölüm düşüncesinden uzakta tutuyor. Böylece elindeki ömür sermayesine bakıp geleceğe çok daha umutla bakabiliyor. Hayallerle, umutlarla zenginleşen bu dönemde gençlerden üretken olmalarını, sorumluluk almalarını bekliyor, istiyoruz. Onları bir takım harflerle kuşaklara ayırıyoruz (hatta muhafazakar kesimin Z Kuşağına karşı “Vav Kuşağı” bile var artık). Piyasalaşmanın, özelleştirmenin, finansal serbestleşmenin, esnekleşme ve metalaşmanın orta yerinde tüm sorumluluğu gençlere yükleyip tüm faturayı onların adına kesiyoruz. En ufak şikayetlerinde de “Çıkar telefonunu!” diyerek kendi yaşadığımız zorluklardan dem vuruyor, onları kadir kıymet bilmemezlikle suçluyor, böylece onlara yarattığımız bu berbat ortamdaki sorumluluğumuzdan kaçmış oluyoruz. Bu çocukları biz yetiştirdik, bu çocukların yetiştiği dünyayı biz yarattık, elimizde makas onların umutlarını biz budadık birer birer. Şimdi şikayet etmelerini şikayet edip, susturmaya çalışıyoruz. Çünkü onlar konuştukça hatalarımız çarpıyor yüzümüze birer birer. Ataların dediği gibi: “Biçtiğini beğenmiyorsan ektiğine bakacaksın.”

                Artık dünyanın nasıl bir değişim içinde olduğunu anlama zamanımız gelmedi mi? Ana, baba, ülke, devlet, millet… eski anahtarın yeni kilidi açmadığını görmemizin zamanı değil midir? Vakit zihniyet değiştirme vaktidir. Vakit geleceğin nasıl şekilleneceğine dair oturup düşünme vaktidir.

*Bayağı Kalabalığız, Esra Kaya Erdoğan, İletişim Yayınları

**Türkiye’de Gençlik Miti-1980 Sonrası Türkiye Gençliği, Demet Lüküslü, İletişim Yayınları

***Boşuna mı Okuduk?-Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği, Tanıl Bora, Aksu Bora, Necmi Erdoğan, İlknur Üstün, İletişim Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi