ETİK VE TASARIM

Dünya dönüştükçe kavramların da anlamı dönüşüyor. Etik kavramı da bunlardan biri. Etik tanımı, Aristo’nun kaleme aldığı sekiz kitaplık büyük yapıtından bu yana oldukça genişledi.

Aristo Retorik Sanatı isimli kitabında, iknanın üç yöntemi olarak etik, duygu ve mantığı önerir.

Etik, Yunanca etikos veya ethos biçiminde anılan bir kelimeden kelime yapısı fazla bozulmadan, çağımıza dek ulaşmış bir sözcük. Aristo bu kavramı dertlenmeden önce de pek dikkat çekmemişti kanımca. Eskiden insanlar muhtemelen daha çok oldukları gibi davranıyorlardı. İçleri ile dışları aynı idi belki de. Bu kelime o eski çağlarda insanların doğalarını, günlük alışkanlıklarını ifade ediyordu anlam olarak. Kelimenin kökündeki “ethe” dogma, ahlak anlamında kullanılırken, daha çok doğallıkla gelişen, sezgisel olan bir duruma ithaf ediliyordu ethos.

TDK’nın kelime için verdiği tanımlar, geçmişe de atıfla töre biliminden ahlaka ve nihayetinde bir meslek dalının kurallar bütününe verilen isme kadar uzanan çeşitlilikte sunuluyor. Günümüzde etik, ahlaktan tümüyle farklılaşmış bir profesyonel alan. Aralarındaki en büyük fark ne derseniz, etik kelimesinin daha global yani tüm insanlıkça kabul gören bir anlamlar bütününü oluşturduğunu söylemek mümkün. Diğer yanda ahlak ise daha lokal, dini inanışlara, kültürel geçmişe veya yaşanan bölgeye göre değişiklik gösterebiliyor. Etik, hemen her konuyu ilgilendiriyor. Ahlak,vicdanı, teolojiyi ilgilendiren uçta, insanları iyi bir varlık olmaya telkin ederken, etik daha iyi çalışmanın, daha iyi yaşamanın ve birlikte daha iyi var olabilmenin kurallar bütününü temsil ediyor.

Etik kelimesini bu aralar bunca düşünmeme sebep olan, uzun bir süredir çok severek okuduğum bir kitapta Luis Bunuel’in İspanya iç savaşı hakkında anlattıkları. Döneminin gerçeküstücü grubunun bir üyesi olan Bunuel, o dönemde İspanya’da yaşananların, aslında hep hayalini kurdukları bir ideal uğruna yaşanmakla birlikte, insanların hırsları, hesaplaşmaları ve kötülükleri ile birlikte nasıl da kontrolden çıktığını anlatıyor.

Etik, insanların masumiyetlerini yitirdikleri o çok eski çağlardan bu yana sık sık kaybettiği değerleri korumaya çalışan bir kavram.

SOSYAL BİR YAPI TAŞI OLARAK ETİK
İnsan, her türlü eyleminde, arka planda “iyi”lik peşinde koşmaz ise etikten söz edilemez. Bunun olmadığı bir durumda, birileri sürekli tepemizde neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyen ve buna göre farklı yaptırımları uygulayan olacaktır.

Etik birlikte daha insancıl bir yaşam için kendi iç sesimizi dinlemektir. Ne yazık ki bilgi, görgü ve ahlak düzeyi düştükçe, insanın içindeki o hamlık da ortaya çıkıyor. Etik bu anlamda bir medeniyet yongası, İlkel insan ilk olarak çevresindeki vahşi hayvanlarla olan ilişkisinde ortaya atmış kuralları. Onlarla birlikte yaşarken kendini nasıl koruyacağını, onları nasıl avlayacağını, nasıl yiyeceğini ve kullanacağını belirlemiş bu kurallar ile.

Her bir kural bir değer tanımıdır. Değerlerin iyi tanımlandığı ve yüceldiği her ortamda medeniyet var. Medeni dünyadaki etik tanımı ile medeniyetten yoksun ortamlardaki etik anlayışı da bu çerçevede ayrılıyor biraz birbirinden. İkincisinde biraz daha korku imparatorluğu gibi davranan ve “ müesseleşmiş” yapılardan söz etmek mümkün; oysa medeni dünyada etik, bireysel veya kurumsal bir değerler bütünü; en basit davranıştan en karmaşık olanına dek önemli bir yapı taşı.

Yaklaşık bir aydır yurtdışındaydım. İnsanların birbirlerine alışveriş başta olmak üzere, hemen her ortamda, “Merhaba bugün nasılsın?” diye konuşmaya başladığı, kimsenin bırakın tarihi çeşmelerin önüne, belirli bölgeler/ kutular dışında hiçbir yere çöplerini bırakmadığı, engellilerin, yaşlıların ve çocukların özgürce ve öncelikleri ile dolaşabildikleri, tüm araçların yayalara öncelik verdiği bir coğrafyada haftalar geçirirken düşündüğüm konu da aslında etik idi. Kendimizden başkasına saygı duyarak yaşamak, galiba etik bir dünya idealinin de başında geliyor. Saygı duymak için o başkasını dinlemek, anlamak ve onu düşünmek gerekli. “Mış” gibi de olmuyor. Bu davranışı kimi yerde kurallar ve o kuralları çiğneyenlere yönelik yaptırımlar; kimi yerde ise toplumun diğer bireyleri oluşturuyor; ki antik çağların töre dedikleri de tam olarak bu kapıya çıkıyor. Bir de iyilik, güzellik bulaşıcı. Herkes size “merhaba bugün nasılsın?” diye sorduğunda ve bu soruyu bir gün içerisinde en az on kez duyduğunuzda ertesi gün siz de otomatik olarak böyle davranmaya başlıyorsunuz.

19. yüzyılda etik konusuna kafa yoran İngiliz felsefeci Henry Sidgwick, kelimenin anlamını bugünlerdekine en yakın biçimde genişletmiş isimlerden biri. Sidgwick’e göre etik, insani (ilahi değil), spekülatif (dogmatik değil), dünyevi (aşkın değil), formel (tözsel değil), teorik (pratik değil) ve rasyonel (ilişkisel veya kişisel değil), insan merkezli, insan kaynaklı bir kavramdı. Bu tanımla birlikte Tanrısal yani vahiy öğesi içermeyen, ahlakla ilgisi olmayan bu kavram toplumun en küçük temsiliyeti olan insana dair bir kavram olarak medeni dünyada kabul gördü.


Craiyon uygulamasına yazdığım Condo Architecture başlıklı arama sonrası bana çıkardığı AI çizimleri.

TEKNOLOJİ VE ETİK
İçinde bulunduğumuz muhteşem “dönüşüm” çağında teknoloji ile de sık sık sürtüşen bir kavram etik. Teknoloji ile bilginin bunca hızlı ve yoğun bir biçimde yayılması, beraberinde hakikat tartışmalarını getirdi. Hakikat ötesi, bilgi kirliliği, dezenformasyon olarak çevrilen yanlış bilgi yayımı gibi kavramların faturası hep teknolojiye veya sosyal medyaya çıkarılıyor.

Oysa bu mecralar sadece araç; bunlarla ilgili etik problemleri yaratanlar ise yine insanlar. Teknolojide etiği araştıran profesyonel alanlar, teknolojik uygulamalar ve işlemler bütünü içerisinde çalışan, üreten insanların nasıl daha etik değerlere sahip olacağını irdeliyor.

Söz konusu teknoloji olduğunda, etik kavramını bir sonuç değil bir süreç olarak ele almalı. Mecraları da sadece sosyal medya veya internet olarak düşünmemeli. Bankacılık sistemleri ne kadar etik? Bana göre çoktan çağd ışı olan ancak hala devam eden televizyon yayıncılığı ne kadar etik? Tüm mecralarda üretilen içerikler ne kadar etik?

Yüzyılın başlarında, internet hayatımızı yoğun bir biçimde kaplamaya başladığında Herbert Simon, dikkat ekonomisi (attention economy) denilen bir duruma değinmişti. Burada anlatılan, insanların karar süreçlerini etkilemek üzere zihinlerinin manipülasyonundan başka bir şey değil. Bu, 60’lardan itibaren başta Amerika olmak üzere reklam sektöründe sıkça başvurulan bir eylemdi. Freud’un hastalarından edindiği gözlemleri, Amerika’da reklamcılık yapan akrabasına sızdırması ile başlayabiliriz reklamcılığın etik sorununu tartışmaya; günümüzdeki reklamların hangisinin ne kadar etik olduğunu da sorgulayabiliriz. Örneğin, insanlara dört duvar arasındaki son derece ucuz malzeme ve işçilikle yapılan beton yapıları, bahçelerini sanki Venedikmiş gibi düzenleyerek pazarlayan ve her defasında özlemini duydukları o muhteşem ve güzel yaşamın o site duvarları arkasında olduğunu empoze eden reklamların her biri, bunları yapanlar, o reklamları hazırlayanlar, sunanlar ve gösterenler ne kadar etik? İnsanların özel meselelerini ekranlarda milyonların önünde tartışan televizyon yapımları ne kadar etik?

Simon’un bahsettiği dikkat ekonomisi, bugün internetteki ve sosyal medya platformlarındaki algoritmaları yönlendiren başlıca unsurlardan biri. Sadece ortam değişti. Artık sinema veya televizyon ekranından değil, her bireyin cebindeki ekrandan ve eylemlerimizden dikkatimiz ölçümleniyor ve bu bilgiler kullanılarak tercihlerimiz yönetiliyor. Teknoloji alanında etik konusunu sıcak tutmak bu nedenle daha çok önemli.

Teknolojinin bir ayağı da robotlara uzanıyor. İnsan yapımı bu akıllı ve öğrenen makineler istesek de istemesek de üç beş yıl içerisinde daha çok hayatımızı kaplayacak. İnsan beyni, belleğin işleyişini halen çözebilmiş değil. Örneğin uzun vadeli hafızamız bazen kısa vadeli olana göre çok daha iyi çalışıyor. Bilim insanları yıllardır insan beyninin şifrelerini çözmeye çalışıyor. Bu nedenle insanın öğrenme kapasitesi, öğrendiklerini hatırlama ve işleme koyma kapasitesi hala belirli formüllere dayandırılabilmiş değil. Oysa yine insanlar, kendi tasarladıkları makinelere bu fonksiyonu çok basit içimde tanımladılar. Bir makinenin hafızası, birbiriyle çok net iletişim kurabilen odacıklardan ibaret; burası gittikçe genişleyen bir bilgi haritası gibi düşünülebilir. Makineler genişlettikleri bilgi ağlarının içerisine, insanların sahip olması gereken erdemleri katmaksızın becerilerini, büyük bir hızla sergiliyorlar. Etik değerleri bir makineye tanımlamak ve sonra o makineye her hangi bir insandan çok daha fazla güvenmek mümkün. Çünkü o makine bir insandan farklı olarak işin içine beyninin bilinmeyen kıvrımlarındaki hatıraları, saplantıları, ihtirasları, özlemleri yani etik karşısında duran şeyleri katmayacak.

Sizi asla sırtınızdan bıçaklamayacak bir dost, dolandırmayacak bir çalışan veya ömür boyu ruhunuzu okşayacak bir sevgili… Yani tümüyle etik çerçevesinde ilişkiler kuran ve böyle yaşayan bir makineler cenneti aslında kulağıma hiç de kötü gelmiyor. Yıllardır pek çok edebiyat ve sinema eserine konu olan bu türden fantaziler artık tümüyle gerçek. Tabii tersi de gerçek. İnsan özünde iyi niyet içermez ise üretimleri de iyi niyet sergilemez.

TASARIM VE ETİK
Tasarıma dayalı meslekler, yani yaratıcılık gerektiren alanlar için önemli bir kavram olan etik, ilk olarak intihal, kopya gibi eylemlerle özdeşleşir. Bir eserin telif sahibinin bilgisi/onayı olmadan çoğaltılması ve bununla haksız rekabet sağlanmasından tutun, teknoloji ile yayılan görsellerin bir takım tasarımlar için birebir kullanılması gibi eylemler kuşkusuz bu alanlardaki profesyoneller için etik dışı davranışlar. Müşterinin az bütçesi var diye orijinal bir tasarımın aynısını veya benzerini ürettirmek ne kadar etik? Bir mimarın, iç mimarın veya tasarımcının öncelikli prensibi özgünlük değil midir?

DELL tarafından geliştirilen Craiyon isimli bir internet platformu var. AI teknolojilerinin bir deneme ürünü olan bu siteye girip, arama kısmına yazdığınız herhangi bir kelimeyi “çiz” diye komut verdiğinizde, arttırılmış zeka internetteki tüm ilgili görselleri tarıyor ve size en fazla üç dakika içerisinde bu bilgiler ışığında kendi çizdiği dokuz alternatifi sıralıyor. Ortalama bir sanatçının veya bir mimarın bu yenilikçi aracı bir tehdit olarak görmesi mümkün. Teknoloji, onu anlayamayanları korkutan bir unsur. Bana göre bu tür gelişimlerin tümü içinde farklı fırsatlar da barındırıyor. Bu dönüşüm döneminde yaratıcı mesleklerin etik değerleri de değişiyor. Craiyon veya Pinterest gibi uygulamalar sadece mevcut bilgiyi derleyen ve sunan, hatta bu özelliği ile yararı bile olabilecek uygulamalar. Bunların tümünün, yaratıcı alanlarda tasarım ve hizmet üretenleri zorlayıcı faktörler olduğu bir gerçek ancak zorlanmadan da gelişim olmuyor; aksine tekrarcı bir kültür yerleşiyor ve kanımca bu tekrar sadece sıradanlık getiriyor. Teknolojik gelişimlere karşı bir “ bilmemenin mutluluğu” içine mi girmeli, yoksa bir an önce onu öğrenip kavrayıp etiği oluşurken bu sürece dahil mi olunmalı artık sizler düşünün.

Yine de etik sorununun bu en belirgin kısmının, buzdağının üstü olduğunu belirtmeliyim. Tasarımları ile insanlığın medeniyetini inşa eden en önemli mesleklere sahip bu gurup özgün olmanın yanında bugünlere dek gerçekten etik davranabilseydi, hem kişisel varlıklarını hem de dünyayı çok daha üstün bir yer haline getirebilirdi.

Çalışanlarına hak ettikleri ücreti ödeyen stüdyolar, işverenlerinin kölesi olmayan tasarımcılar, doğru malzemeler ve üretim yöntemleri ile sorumlu ve sürdürülebilir tasarım anlayışı, yapılan tasarımlarda insani ve sosyal fayda aranması, ihtiyaçtan fazlanın üretilmemesi için tasarlanmaması, dahil olunan projelerdeki süreçlerin ve mevzuatların etiğe aykırı olmaması gibi bir çırpıda sıralayabileceğim onlarca madde ile etik, tasarımcının her köşe başında çarptığı büyük bir duvar gibi. Mevcut düzenler ve anlayış içerisinde ne kadar etik davranılabiliniyor gerçekten de kestiremiyorum ama yine de hepimizin kendi aksiyonlarımızdan başlayarak dünyayı daha etik ve ilkeli bir yer haline getirebileceğimize olan inancım mum kadar cılız olsa da ışıldamaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi