Evrimin isimsiz kahramanı: Alfred Russell Wallace

Biyolojik evrime ilişkin dönüm noktası oluşturmuş ve genelde yalnızca Darwin’e mal edilen kuram, bugün daha titiz ve Wallace’a haksızlık yapıldığını düşünen kesimlerce “Darwin-Wallace Kuramı” olarak isimlendirilir. Fakat eğer Wallace biraz daha hırslı olsaydı veya bu kadar “olgun” olmasaydı, kuramın kamuoyu ile buluşmasında itici güç kendisinden geldiği için bugün “Darwin-Wallace” değil, “Wallace-Darwin Kuramı”ndan da, Darwinizm yerine “Wallaceizm”den de söz etmek pekâlâ mümkün olabilirdi

Dünya artık yavaş yavaş yolcu etmek üzere olduğumuz 2021 yılını Darwin’in “Türlerin Kökeni”nden sonra ikinci en çok bilinen eseri olan “İnsanın Türeyişi”nin (1871) yayımlanmasının 150’nci yılı olarak kutladı. Charles Darwin (1809-1882) evrimsel biyoloji dendiğinde bugün ilk akla gelen isim; dolayısıyla “evrimin Babası” unvanına sahip bir doğa bilimci ve İrlandalı oyun yazarı-hiciv ustası George Bernard Shaw’un deyişiyle, bir dokunuşta bütün dünyayı akraba yapmış bir insan (“One Touch of Darwin Makes the Whole World Kin”).

Darwin için tüm bunlar söylenebilir. Darwin için söylenemeyecek tek söz, onun bir “kendini yaratan insan” (self-made human) olduğudur.

Evrim dendiğinde bugün bütün dünyada akla gelen ilk isim olan Darwin, bu tarihsel ayrıcalığı kendisine borçlu değildir. Kanımca Darwin’i yaratmış olduğu söylenebilecek ve her ikisi de onun gibi doğa bilimci olan iki insan vardır. Bunlar, Türlerin Kökeni’nin öncesi itibarıyla Alfred Russell Wallace; sonrası itibarıyla da onun düşüncelerini gıyabında cansiperane savunmuş, bu nedenle “Darwin’in Buldoğu” diye tarihe geçmiş Thomas Henry Huxley’dir.

Bugün, Darwin’i “Darwin” yapan bu iki insandan Alfred Russel Wallace’ın ölüm yıldönümü (7 Kasım 1913). Ve tüm dünyanın Darwin’in diğer sıra dışı eseri İnsanın Türeyişi’nin 150’nci yılı nedeniyle Darwin anmaları gerçekleştirdiği bir zaman kesitinde Wallace da eminim bu ölüm yıldönümü gününde saygıyla hatırlanmayı ve anılmayı fazlasıyla hak ediyor.

Fakat yine de Darwin’le başlamak zorundayız.  

Tanrı’yı ararken evrimi bulan Darwin

Darwin bir doğa tarihi araştırması yapmak üzere İngiliz HMS Beagle donanma keşif gemisi ile 1831 yılı sonunda Davenport limanından denize açıldı. Bir dünya turu mahiyetindeki bu yolculuk, “Türlerin Kökeni”nin altyapısında yer alan gözlem ve veri birikimini sağlama fırsat ve imkânını ona vermiştir.

Bununla birlikte araştırma öncelikle ve beklenmedik şekilde evdeki hesabın çarşıya uymadığı bir sonuç çıkarmıştır ortaya.

“Evdeki hesap”, din, Tanrı ve kutsal kitaptır. Bu hesaba uymayan “çarşı” da doğa, doğal seçilim ve sonuç itibarıyla bir başka kitap, “Türlerin Kökeni”dir.

Önce tıp öğrenimi alan, ancak doktor olamayacağına kanaat getirdikten sonra 1827’de Cambridge Christ’s College’da din adamı olmak için eğitim almaya başlayan Darwin, o yıllarda “Kitabı Mukaddes”te yer alan her sözcüğün doğru olduğuna inanan bir insandı. Dolayısıyla Beagle ile beş yıllık dünya turuna bir rahip adayı ve doğa bilimci pozisyonuyla katılan Darwin’in hareket noktası, biyolojik çeşitliliğe ilişkin doğanın seçiciliği ve üretimini ortaya sermek değil, kutsal kitaptaki “yaratılış mucizesi”ni belgelemekti. Yani o, “Kitap”ta yazanın karşılığını doğada bulma heves ve hedefiyle bu araştırmaya koyulmuştur.

Ancak sonuç çok farklı ve beklenmedik oldu. Bulgular, kutsal kitabı doğrulamamış, yanlışlamış, Darwin kutsal kitaptaki “Yaratılış” anlatısı ile çelişen sonuçlara varmıştır. Canlı türlerinin bir kerede ve mevcut halleri ile yaratılmayıp ortak bir canlılık özünden zaman içerisinde doğanın belirleyici etkisi altında değişerek ve farklılaşarak bugünkü çeşitliliklerini kazandıkları gibi...

Ürkek Darwin, “Cesur Yürek” Wallace

Sonuçta Darwin, inancıyla bulguları arasında sıkışıp kaldı. Evrim kuramına ilişkin çalışmaları giderek yoğunlaştıkça o, inançtan uzaklaşarak daha agnostik (bilinemezci) bir çizgiye gelmiş olmakla birlikte yine de gözlem, tespit ve görüşlerinin büyük tartışma ve öfkeye yol açabileceği kaygısıyla araştırmasının insanlık tarihinde çığır açıcı olacak sonuçlarını uzun süre yayımlayamadı.

Belki de hiç yayımlayamayacaktı. Ama dünyanın bir ucunda, Pasifik’te Malezya Takımadaları’nda çalışan bir başka İngiliz doğa bilimci Alfred Russell Wallace, gözlem ve bulguları temelinde Darwin’den habersiz geliştirdiği kuramsal çalışmasına ilişkin bilgileri bir makale halinde, kendisine göre daha kıdemli olan Darwin’e mektupla ilettiğinde tablo süratle değişti.

Wallace’ın 1858 yılı şubat ayında gönderdiği mektupta yazılı olanlar, Darwin’in beş yıllık gezideki çalışma sonuçlarıyla hemen hemen aynıydı. Bunun üzerine Darwin’in içini bambaşka bir rahatsızlık kapladı: Bulgu ve düşüncelerini açıklamasını engelleyen “inanç freni” ile bilimsel emeğini yıllarca bastırmış, ama işte şimdi bir başka doğa bilimci üstelik sadece birkaç sayfalık bir mektup metninde aynı evrimsel tezlerle ortaya çıkmıştı.

Wallace’ın mektupla gelen makalesini okuyan Darwin’in bir ruhsal çöküntüye uğramış olabileceğini kaydedenler vardır. Çünkü onun yıllarca süren yoğun uğraşla oluşturduğu kuramsal çerçeveyi Wallace’ın birkaç sayfada ortaya koymaktaydı. Darwin, paniklemiş ve yakınındakilere duygularını, “Bütün orijinalliğim kaybolacak şimdi” diyerek ifade etmiştir.

Ayrıca onun bilgisine ulaştığı ama “fincancı katırları”nı (Kilise, ruhban sınıfı ve dindar-tutucu toplumsal kesimler) ürkütmekten korktuğu için yıllarca sustuğu bir konuda, Wallace’in cesareti de içten içe gıptayla karşılanmış olsa gerektir.

Darwin’in “malı götürmesi”

Darwin’in daha fazla susmasına gerek kalmayınca, üstüne üstlük bir de kuramın öncülüğünü yitirme kaygısı oluşunca onun İngiliz bilim camiası içinde önde gelen ve etkili arkadaşları, Wallace’ın yazısının Darwin’in yıllardır yayımlamaktan kaçındığı araştırma sonuçlarıyla birleşik ortak bir bildiri halinde (elbette Darwin’in ismi önce gelecek şekilde!) yayımlanmasını sağladılar. İzleyen yıl da (1859) Darwin, “Türlerin Kökeni”ni alelacele yayımlattı. Gelişmelerden habersiz Wallace, Darwin’in kitabını araştırmalarını sürdürdüğü Malezya’da aldı.

Ancak Wallace’in cesareti Darwin’i harekete geçirmiş olmasına karşın, ortaya çıkan sarsıcı, dönüştürücü ve çığır açıcı sonuç hem bilim dünyasında hem de kamuoyunda o günden bugüne hep Darwin’e mal edilmiştir.

Darwin parlatılırken Wallace geri plana itilmiştir.

Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Her iki bilim insanının sosyoekonomik, daha doğrusu “sınıfsal” konumlarının, büyük olasılıkla da politik-ideolojik durum ve yönelimlerinin bunda etkili olduğu ileri sürülebilir.

Bilimde de “sınıf” var!

Wallace, Galler sınırındaki küçük bir kasabada doğmuş yoksul bir İngiliz’di. Bu nedenle bir doğa bilimci olarak çok kısıtlı imkânlarla ve büyük özveriyle etkinlik sürdürebilmiştir. Bilimin henüz iyi gelir getirmekten uzak olduğu, doğa bilimcilerin de zengin ailelerden gelen gönüllü-amatörler olduğu bir dönemde Darwin babasının parasıyla masraflarını karşılarken, Wallace araştırma gezilerini sürdürebilmek için yıllarca büyük emek vererek topladığı böcek örneklerini satmak zorunda kalmıştır.

Dolayısıyla, Britanya’nın okyanus-aşırı bir sömürge coğrafyasında kıt kanaat etkinlik içerisindeki bir doğa bilimcinin, “İmparatorluk” merkezinde yerleşik, burjuva kökenli ve “Majestelerinin Gemisi” ile beş yıllık bir geziye katılıp araştırma yaptığı bilinen “seçkin” bir bilim insanı ile aynı düzeyde, hele hele daha öncelikli değerlendirilmesi beklenemezdi elbette!..

Dolayısıyla, “evrimin babası” nitelemesi için Darwin’e uygun zemini hazırlayacak bir “bilimsel” prosedür izlenmiştir.

Statükocu Darwin, sosyalist Wallace

Bundan öte Wallace, yalnızca bir doğa bilimci gibi çalışmanın da ötesine geçebilmiş ve Darwin’in aksine, araştırmasını sürdürdüğü diyarlardaki insan topluluklarının yaşamına ilgi göstermiş, onların dilini öğrenmiş, kültürlerini, adet ve göreneklerini, düşünce biçimlerini anlamaya çalışmıştır. Bu bakımdan o, bir antropolog, etnolog, dilbilimci ve zoo-coğrafyacı olarak da tanımlanmayı hak etmiş bir şahsiyettir.

İnsanlardan kaçan, içine kapanık ve politik-kültürel ortamın havasına göre davranan “statükocu” Darwin’in aksine Wallace, görüşlerinde son derece açık, ütopik sosyalizmin, barışçı düşüncelerin, çevre ve kadın haklarının savunucusu “radikal” bir insandı. Darwin’in konformist (düzene uyumlu) tavrı, onda yoktu.

Ayrıca (ve belki de Darwin’in işini kolaylaştıran bir karakteristik olarak) Wallace, ihtirassız ve mütevazı bir insandı. Darwin’in gölgesinde kalmayı olgunlukla karşılamış, Darwin doğal seçilimi “benim kuramım” diye sahiplendikçe, “O, senin; yalnız senin” diyerek onaylamıştır. Alçak gönüllüğü o derecededir ki Darwin’in ölümünden sonra 1889 yılında yazdığı evrim üzerine görüşlerinden oluşan kendi kitabına da “Darwinizm” adını vermiştir.   

Biyolojik evrime ilişkin dönüm noktası oluşturmuş ama genelde yalnızca Darwin’e mal edilen kuramı bugün daha titiz ve Wallace’a haksızlık yapıldığını düşünen bazı kesimler “Darwin-Wallace Kuramı” olarak isimlendirmeyi tercih ederler. Fakat eğer Wallace biraz daha hırslı olsaydı veya bu kadar “olgun” olmasaydı, kuramın kamuoyu ile buluşmasında itici güç kendisinden geldiği için bugün “Darwin-Wallace” değil, “Wallace-Darwin Kuramı”ndan da Darwinizm yerine “Wallacizm”den de söz etmek pekâlâ mümkün olabilirdi.

Zenginlik, arsızlıkla olur!

Sonuç olarak Alfred Russell Wallace örneği, bilimsel etkinliğin nasıl ekonomi-politik ve ideolojik dinamiklerle ve de sınıfsal eşitsizliklerle sarmaş dolaş ve “yaralı” olduğuna çok bariz bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.

Tam da bu nedenle 1970-80’lerde bilimsel statüko ve hiyerarşiye tepki duyan bağımsız araştırıcılar ve “nüfuzsuz” akademisyenler Wallace’ı kahraman yapmışlar; onu “bilimsel kurulu-düzen”in dışında kalmış, ekmeğini taştan çıkaran, buna karşılık zengin, yüksek konumlu ve ayrıcalıklı kesimler tarafından engellenip örselenmiş, tehlikeli toplumsal düşünceleri nedeniyle de cezalandırılmış bir deha olarak değerlendirmişlerdir.  

Wallace tarihte hak ettiği yeri almaktan yoksun bırakılmış bir bilimci, evrim düşüncesinin isimsiz ama asıl ve asil kahramanıdır.

Bu yoksul, emekçi, cesur ve mütevazı bilim insanından geriye, sıklıkta tekrarladığı belirtilen şu söz kalmıştır:

“Zenginlik ya da para kazanma başarısı, ‘intelligence’ (zekâ) değil ‘impudence’ (arsızlık) gerektirir.”

(KAYNAKLAR: Bernard Shaw, Back to Methuselah: A Metabiological Pentateuch, Constable and Company Ltd., 1921; Rebecca Stefoff, Charles Darwin: Evrim Devrimi [Çev. İnci Kalınyazgan], TÜBİTAK, 1996; Richard Milner, The Encyclopedia of Evolution, FactsOnFile Books, 1990; Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin: Reflections in Natural History, Penguin Books, 1981.) 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi