Emre Tansu Keten

Emre Tansu Keten

Gazetecilik hürriyeti ve Hürriyet’sizliği

Neoliberal bir model olarak girişimci gazetecilik için bir kurumda maaşla çalışıp, sadece işini yapmak modası geçmiş, antika bir uğraş. Yeni tip gazeteciler, kendi benliğini bir yatırım alanı olarak görüp, kendisini her alanda geliştirmek için uğraşmalı, sosyal medyada kendi ismini bir marka haline getirmeli ve kendi kişiliğini bir şirket gibi tasarlamalıdır. Bu açıdan bakıldığında, gazetecilerin ek gelir elde etmek için kendisini parlatmasını etik dışı bir eylem olarak görmek de çağdışı bir bakış olarak değerlendirilebilir. İktidar medyası dışındaki alanda da gördüğümüz bu girişimci gazetecilik modeli, gazetecilik etiğini sınayan bir tarzı egemen kıldı.

AKP, medya alanının yüzde 90’ına yakınını ele geçirdi ve gazetecilik mesleğine büyük zararlar verdi. Ancak gazeteciliğin bu saldırıya direnmesinin yollarını kapayan eskinin ana akım medyasından başkası değildi. 90’ların başında elinde sendika üyesi gazetecilerin listesiyle herkesi zorla sendikadan istifa ettiren Ertuğrul Özkök, o dönemde, tam da AKP’nin dizayn ettiği bugünkü medya alanına giden yolu açıyordu.

Ana akım medyada önemli görevler üstlenmiş gazetecilerin yazdıkları anılar, hem medya eleştirmenleri hem de akademisyenler için önemli kaynaklar. Bu anılar sayesinde, gazetecilik açısından utanç olarak anılabilecek olayların arka planında nasıl daha büyük utançlar olduğunu, bu olaylardan tam olarak kimlerin sorumlu olduğunu, kimlerin bu olaylara sessiz kaldığını öğrenebiliyoruz.

Ancak AKP’nin medyaya tam saha pres saldırıya başladığı 2010’larla birlikte başlayan gazeteci kitapları furyası, önemli bilgiler aktarsa da, bir yerde ortaklaşmaya, homojenleşmeye başladı diyebiliriz. Bu kitapların çoğunda, gazetecimiz, içerisinde bulunduğu kurumda baş gösteren yozlaşmaları bir bir anlatırken, kendisini bütün bunlarla mücadele eden, meslek onurunu elden bırakmayan ve sonunda bedel ödeyen bir “basın kahramanı” olarak resmediyor. Bir gazetede genel yayın yönetmeni olsa da ve bu gazete türlü yanlışlar yapsa da, “kahramanımız” bir şekilde kendisini bu yanlışlardan sıyırmanın yolunu buluyor. Hal böyle olunca, bu kitaplar, medya tarihine bir katkı olmaktan ziyade, söz konusu gazetecinin kendisini aklamasının bir aracı haline geliyor kolayca.

Uzun yıllar Hürriyet’te okur temsilciğini görevini yürütmüş olan Faruk Bildirici’nin Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Medya Ombudsmanı, Saray’ın Medyası” kitabının bu dalgaya kapılmayan, özeleştirel bir tonu bırakmayan bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Bildirici, bu kitabında, alışıldık olmayan bir yöntem izlemiş ve kitapta adı geçen kişilere metni baskı öncesi göndermiş. Birçok kişi herhangi bir cevap vermezken, Bildirici’nin anlatısına şerh düşen isimlerin cevapları ise kitapta yayımlanmış.

Denge sanatı

Bildirici’nin kitabı, aslında iki hat üzerinden ilerliyor: Birincisi siyasi iktidar ile gazetenin, yani patronun ilişkileri, ikincisi ise gazetecilerin parasal ilişkileri.

Bir zamanların en büyük medya grubu olan Doğan medya, AKP iktidarı için özel bir önem arz ediyordu başından beri. 2002’den başlayarak, iktidar ile Doğan Medya’nın ilişkileri hep belli bir gerilimin üzerine kuruldu. AKP’nin siyasi olarak zayıfladığı yerde Doğan, belli riskleri alarak, (çıkarları doğrultusunda) kendi yolunu çizmeye çalıştı; tam tersi dönemlerde ise iktidara yaranmak için her yolu denedi. Başka örneklerde de olduğu gibi, medya patronlarının çıkarlarının siyasi iktidarın çıkarlarıyla çatıştığı yerlerde, öne çıkarılan olgu medya etiği ve gazetecilik ilkeleri oldu. Bu iki kavram, başlı başına kendilerine verilen değerden dolayı değil, dönemsel olarak işe yarar görüldükten dolayı kıymete bindi.

Bildirici bu durumu şöyle özetliyor: "2000'lere gelindiğinde medya o kadar kirlenmişti ki, patronların aklanabilmek ve okurun güvenini kazanmak için çare bulmaları gerekti. İşte o zaman evrensel gazetecilik ilkeleri gündemlerine girdi, bir özdenetim kurumu olan okur temsilciliğini başlattılar.” (s.26)

Hürriyet örneğinde gördüğümüz gibi, bu ilkeler büyük büyük sloganlarla duyurulsa bile, iktidarın karşısında güçsüz konuma düşüldüğünde, patronun diğer sektörlerdeki yatırımları tehlikeye girdiğinde kolayca unutuldu. Genel yayın yönetmenleri, bu süreçlerde, gazetecilik faaliyetini yönetmek yerine, denge politikasının denetmenleri olarak çalıştı. “İktidar ne der?” kaygısıyla gazete hazırlayan bu yöneticiler, kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla, okur temsilcisinin yazılarına bile günü gününe müdahale etti. Sansür ve otosansür ana akımda artık kural haline geldi.

Yandaşlık da zor!

2018’de Demirören’in Doğan Medya’yı satın almasına kadar süren bu denge politikası, bu tarihten itibaren sıkı bir kontrole teslimiyet aşamasına evrildi. Kurumun başına parti komiseri olarak atanan Mehmet Soysal, bir süre, Hürriyet’in prestijini iktidar için kullanma yolunu denediyse de, AKP bu modelden de memnun olmadı ve Hürriyet’i havuz medyasına katma yolunu tercih etti.

Kitapta anlatılan bir olay, aslında yandaş gazeteciliğin, uzaktan göründüğü kadar kolay olmadığını kanıtlıyor. Genelkurmay tarafından sipariş edilen bir haberi, “karargâh rahatsız” başlığıyla veren Hande Fırat, bu haberin ardından hem yandaş medyanın, hem de AKP’li yöneticilerin hışmına uğradı. Oysa Fırat, 15 Temmuz’da sadakatini kanıtlamış, aynı isimler tarafından övülmüştü. Bundan kısa bir süre sonra yaptığı bir yanlış nedeniyle neredeyse medyadan siliniyordu. Yandaş gazeteci olmak, hemen her gün kendini muktedirlere kanıtlamak gibi zor bir görevi beraberinde getiriyordu.

Ek gelir meselesi

Bildirici’nin kitapta üzerinde en fazla durduğu diğer bir konu, gazetecilerin ek gelir elde etme sevdası. Özellikle köşe yazarlarının, ellerindeki konumu daha fazla para kazanmak için kullanması, haber ile reklamın arasındaki sınırın bulanıklaşmasına neden oldu. Şirketlerin gazetecileri özel turlara yollaması, onlara çeşitli hediyeler vermesi, sosyal medya ile birlikte gazetecilerin ellerinin daha fazla rahatlaması, etik anlamda ciddi bir ihlal alanı oluşturdu. Buna, matbu gazetelerin reklam gelirlerinin, dijital reklamcılığın avantajları ile birlikte, azalması da eklendiğinde, para için her şeyin mubah sayıldığı bir döneme girildi. Gazete yönetimi, bu etik dışı ticari ilişkileri bizzat destekleyen bir konuma geldi. Bildirici’nin bu konudaki mücadelesi, gitgide daha az karşılık bulmaya başladı.

Aslında bu meselede, girişimcilik kültürü içerisinden filizlenen yeni tip gazeteciliğin de etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Neoliberal bir model olarak girişimci gazetecilik için bir kurumda maaşla çalışıp, sadece işini yapmak modası geçmiş, antika bir uğraş. Yeni tip gazeteciler, kendi benliğini bir yatırım alanı olarak görüp, kendisini her alanda geliştirmek için uğraşmalı, sosyal medyada kendi ismini bir marka haline getirmeli ve kendi kişiliğini bir şirket gibi tasarlamalıdır. Bu açıdan bakıldığında, gazetecilerin ek gelir elde etmek için kendisini parlatmasını etik dışı bir eylem olarak görmek de çağdışı bir bakış olarak değerlendirilebilir. İktidar medyası dışındaki alanda da gördüğümüz bu girişimci gazetecilik modeli, gazetecilik etiğini sınayan bir tarzı egemen kıldı.

Tek suçlu AKP mi?

En başta söylediğimiz gibi, Bildirici, kendisini basın kahramanı olarak konumlandırmıyor. Yazılarına müdahale edildiğinde, nereye kadar direnebildiğini, nerede direnmeyi bıraktığını açıkça aktarıyor.

Bunun dışında, diğer gazeteciler gibi, bütün felaketleri AKP’yle başlatmıyor. AKP’nin medyayı bu kadar kolay teslim alabilmesinin nedenlerini, ana akım medyanın ve onun yöneticilerinin geçmiş günahlarında arıyor: "İçler acısı duruma düşmüştü gazete. Elbette Hürriyet'in bu hale düşmesinin tek nedeni, AKP dönemindeki baskı ve müdahaleler değildi. Yıllar içinde biriken gazetecilik hataları, güç odaklarıyla içli dışlı ilişkiler, siyaset mühendisliği girişimleri, holdingleşme ve gazete sahipliğine karşı editoryal bağımsızlığın olmamasının katkısı büyüktü. Gazeteciliği kamu yararına bir faaliyet olarak görmeyen, demokrasi ve insan hakları mücadelesini küçümseyen, habercilik yerine reklam servislerine yatırım yapan gazete sahip ve yöneticilerinin günahlarını da unutmamak gerek." (s.317)

AKP, medya alanının yüzde 90’ına yakınını ele geçirdi ve gazetecilik mesleğine büyük zararlar verdi. Ancak gazeteciliğin bu saldırıya direnmesinin yollarını kapayan eskinin ana akım medyasından başkası değildi. 90’ların başında elinde sendika üyesi gazetecilerin listesiyle herkesi zorla sendikadan istifa ettiren Ertuğrul Özkök, o dönemde, tam da AKP’nin dizayn ettiği bugünkü medya alanına giden yolu açıyordu. Bildirici’nin kitabı bu yolun önemli dönemeçlerinde kimin ne yaptığını anlamak açısından önemli bir kaynak.

Geleceğin, ismine yaraşır, gazetecilik alanı, ancak bütün bu günahlarla yüzleşilirse kurulabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Tansu Keten Arşivi