GETİR BİR MUTLULUK GETİR Kİ DAYANIŞALIM!

Bugün sadece fabrikalarda çalışanlar değil; kargocular, hizmet sınıfında yer alan emekçiler, sözleşmeli çalışanlar, gazetecilerin büyük kısmı, emekliler, avukatlar, doktorlar, çiftçiler ve hatta işsizler de ‘işçi sınıfıdır.’

“Birbirimizin sefaletinin değil, mutluluğunun gölgesinde yaşamak isteriz. Ne nefret etmek ne de hor görmek isteriz birbirimizi. Bu dünyada herkese yer var. Bu dünya ana herkesi doyurabilecek kadar bereketli. İstesek, yaşam güzellik ve özgürlükle dolu olabilir, ama bizler yolumuzu kaybettik. Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi, aramıza nefret duvarları ördü, bizi sefalete ve kan dökmeye sürükledi. Dünya hızlandıkça bizler yükselen duvarların arkasına saklandık. Bolluk vaat eden makineler bizi doyumsuzluğa itti. Bunca bilgi içimizde art niyet ile fesat, bunca zekâ ise katılık ve merhametsizlik doğurdu. Çok düşünür ama az hisseder olduk. Makinelerden çok insanlığa ihtiyacımız var, zekâdan ziyade merhamet ve şefkate. Bu değerler olmaksızın yaşamımız şiddete bürünür, biz de pusulamızı şaşırırız.

Milyonlarca umutsuz erkek, kadın ve küçücük çocuklara sesleniyorum; beni duyabilen herkese sesleniyorum: Umutsuzluğa kapılmayın. Üzerimize çöken bu felaket, insanoğlunun gelişmesinden korkan, katı yürekli ve açgözlü yöneticiler devrinin bitmek üzere olduğuna işarettir. İnsanoğlunun nefreti geçer, diktatörler ölür... Ve halktan gasp ettikleri güç halka geri dönecektir. İnsanlar ölür, hürriyet ölmez!"

 Charlie Chaplin (1940)

Elektriğe, suya, doğalgaza, gıda ürünlerine, oduna, kömüre, kiraya, internete, giyime, bebek mamasına, akaryakıta, ulaşıma, alkole, sigaraya, temizlik malzemelerine, yani insanla ilgili ne varsa hepsine defalarca zam geldi. Hatta o kadar ki artık vatandaş fiyat algısını kaybetti. Markette küçücük bir roka demetinin bile 9 lira olduğunu umursamaz hale geldi.

Siyasal iklim nedeniyle gündem o kadar hızlı değişiyor ki bu zamlar artık normalimiz haline geldi. Fiyat algımızın artık bozulması nedeniyle de olayların asıl nedenlerini görmek yerine politik-magazine yönlendirilmiş bir kitle ve bu post politik dedikodu çarkını döndüren bir medya ile günlerimiz geçiyor. Bu nedenle de “Ben aylardır niye balık yiyemiyorum?" diye sorması gereken milyonlar “Ekrem İmamoğlu niye balık yedi?” diye soruyor. Amaç da buydu zaten.

Bunlar olurken önce Trendyol, sonra Hepsiburada ve ardından Scotty kurye emekçileri sendika ve hakları için biraraya geldi. Yemeksepeti, Banabi kuryeleri de zam, sendikalaşma ve prim hakları için kontak kapattı! Şu anda birçok kargo firması ve zincir market çalışanları da aynı şekilde eylemlere başladı. Türkiye'de son dönemde en örnek meslek grubu kesinlikle kuryeler oldu. Bu nedenle şu anda kargo emekçileri haklarını alana kadar hepimizin telefonlarımızdan girmesi gereken tek uygulama “Emek Sepeti” olmalı!

Hatta bir kargo firmasının çalışanlarının sözcüsü eylemlerini şu sözlerle duyurdu “Acemiyiz hak aramakta. Elimizde bir parça karton bir kağıtla çıktık. Sesimizi duyuralım dedik.” İnsan, hakkını almanın ne demek olduğunun ayrımına vardığı zaman sınıflaşma da başlıyor demektir. Gerçi motorcuların çoğunun ruhunda da özgürlük vardır bu da ayrı konu. Hak aramaya yatkındırlar.

Aynı günlerde İmamoğlu’nun yediği balığın peşine düşen o yoksul kitle "Ben niye açlık sınırı altında yaşıyorum?" diye sormadı ama "kuryeler niye 13 bin lira alıyor?" diyerek tam da muktedirlerin istediği koroyu oluşturdu.

Bu koroya bir kısım başka gruplar da katıldı. Herkesin yoksulluk sınırı üzerinde maaş alması gerektiği bir toplumsal düzeni isteyenlerin değil; sadece kendi mesleğinin diğerinden daha fazla maaşı hak ettiğini söyleyenlerin ülkesi haline getirildik.

Bazı meslek grubu üyeleri talepleri kabul edilen ve haklarını alan kurye emekçilerinin kendilerinden daha fazla maaş almasına buruldu ve bunun üzerinden kara ironiler yapmaya kalktı. Oysa sömürü düzeni de tam da bunu ister. Ezilen kesimleri birbirine düşürmek kapitalizmin çok eski ve klasik bir oyunudur.

OYSA SEN DE BİZDENSİN!

“Sınıf” ve “sınıf bilinci” deyince sadece üretim araçları içerisinde yer alan işçi imgesinin akıllara gelmesi büyük bir eksikliğe ve toplumsal durumun analizinin de sakat şekilde yapılmasına yol açıyor.

Öznesi sakat olan bu düşünce yapısı nedeniyle Avrupa'da açlık sınırı altında yaşayanların standardının bile altında yaşayan bizim ahalinin bir kısmı kendisini orta sınıf sanıyor!

Oysa bugün sadece fabrikalarda çalışanlar değil; hizmet sınıfında yer alan emekçiler, sözleşmeli çalışanlar, gazetecilerin büyük kısmı, emekliler, avukatlar, doktorlar, çiftçiler ve hatta işsizler de “işçi sınıfıdır.”

Ekonomik paydaşa böyle bakılırsa normal olanın, olması gerekenin kargo emekçilerinin yaptığı olduğu analizi üzerinden gitmek pek ala mümkün.

Lenin’e göre sınıfların ortadan kaldırılması; üretim araçları yönünden bütün yurttaşların eşit bir düzeyde tutulması demektir. Bırakın normal yaşam standardını, milyonlarca insanın açlık, milyonlarcasının da yoksulluk sınırı altında yaşadığı bir sistemde şunu söylemek mümkün; evet doktor arkadaşım, avukat kardeşim, gazeteci dostum, akademisyen ağabeyim; sen de kargo emekçileriyle aynı yerdesin! Peki bu ne demek oluyor? Bir sağlık çalışanı hakkı olan maaşı ve haklarını talep ederken bir kargocuya karşı bunu yapmıyor; tam tersine aynı yerden bu talebini dile getiriyor. Bir kargocu da emeğinin karşılığını isterken gazetecilere karşı bunu talep etmiyor. Onunla aynı yerden sesini yükseltiyor.

Bunu özellikle belirtmek istedim çünkü sosyal medyada “hangi meslek grubu ne maaş alıyor kim ne almış biz niye daha az aldık onlar diye daha fazla aldı” zevzekliği devam ettikçe herkes günün sonunda kaybedecek.

Entelektüel düzeyin ya da üniversite mezunu olmanın da sınıfsal bir farklılık yarattığı yanılgısı ortadan kaldırılınca yaşam; yani Marx’ın dediği şekilde “üretim araçlarının, ilişkilerinin insan yaşamını belirlediği” noktada sen de yaşamını neyin belirlediğine bakarak bulunduğun yeri görebilirsin.

YAŞADIKLARIMIZ ÖZEL DEĞİL GENEL!

İşte bu yanılgı ve illüzyonun oluşumuna sarı sendikalar da katkıda bulunuyor. Sendikaların çoğu artık kapıda kendilerine verileceği “lütuf” ölçeğinde bekleyen ve milyonluk makam araçları ve yüz binlik maaşlı “sözde” temsilcilerle doldu. Hatta öyle ki bazı sendika yöneticilikleri sınıf atlamanın yolu oldu!

Oysa sendika ne arabuluculuktur ne de verilenle yetinmesi gereken kurumdur. Oysa ezilip sonra da hak aramak yetmez. Uygarlık tarihi bize gösteriyor ki ortada bir “bilinç” yoksa sınıf da yoktur. Sadece geçici kalabalıklar vardır. Siyasal partiler (İşçi sınıfı partileri) ve sendikalar işte tam da bunun için vardır. Asgari ücret zammı gevezelikleri yerine ülkenin büyük kısmının neden ve nasıl asgari ücretli yapıldığını konuşmak gerekiyor. Eskiden ev almak hayalken şimdi kiracı bile olmanın hayal olduğu günlerden geçerken popüler geyikler üzerinden yaşanan medya soytarılıklarına artık bir son vermek gerekiyor.

12 Eylül darbesi tam da bunun için yapıldı. Örgütlü çoğunluğun yerini örgütsüz kalabalıklar aldı. O dönem 40 milyon nüfusa sahip Türkiye’de 4 milyona yakın sendikalı bulunuyordu. Diğer darbe de salt kültürel kimlikler üzerinden mücadele sürdürme alanının yaratılması oldu. Al sana post-modern gerçek darbe. Ama halkın kendisine.

Sömüren zümrenin kahkahalarla izlediği sözde “Özgürlükçü” kimlik üzerinden tartışmalar hepimizi vuruyor. Tüketim kültürü sanki biz doğaya ait değilmişiz de doğa bize aitmiş gibi davranmamıza ve bu nedenle de bir yok oluşa sürüklüyor hepimizi. Dikkat edin, bütün reklamların ve çoğu popüler Influencerlar’ın ana kaynağını bu oluşturuyor. “Sen teksin, özelsin, her şey senin için, ayrıcalıklı olmazsan ayrı kalırsın, kaybeden mutlaka olmalı ki sen kazanabilesin” vb...

Oysa konu kişisel değil, sınıfsal. Siyasal dedikoducular neden sermaye ve mutlu azınlığın kanallarında geziyor? Çünkü onların sahipleri meselenin sınıfsal olduğunun farkında ama topluma bütün sorunları “kişisel” göstermek gayretinde.

İşin ÖZ’eti: Yaşadıklarımız özel değil; Genel Genel!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi