‘Girebilene Bu Sinede Neler Var?’: ‘Kara Sis’ Romanı

Kemal Varol, tek bir zamandan iki ayrı roman çıkarmış gibidir. Bir eserinde yarım bıraktığı hikâyeyi, diğer eserinde mutlaka tamamlamaktadır. Bu haliyle, ana karakter kavramını da yıkıntıya uğratmakta, her bireyin bir özne olduğunu, kendine has bir hayatı olduğunu vurgulamaktadır. Romanlarındaki otogarlarda başıboş gezen köpeklerin dahi özgün birer karakteri vardır, Kemal Varol’un…

Kara Sis, özellikle Âşıklar Bayramı romanı ile neredeyse eşgüdümlü ilerler gibi bir görüntü sunmakta. Sadece karakterler değil, nesneler de bu iki roman arasında gidip gelmektedir.

Edebiyat hayatına şiirle başlayan Kemal Varol, 2011 yılında yayınladığı Jar romanıyla birlikte, on yıl gibi kısa bir zaman dilimine, tam beş roman ve bir hikâye kitabı sığdırdı. Üstelik bu eserleriyle, Cevdet Kudret Roman Ödülü (2014-Haw romanı), Sait Faik Hikâye Armağanı (2018-Sahiden Hikâye) gibi, edebiyat dünyasının prestijli ödüllerini de kazanmayı başarabildi. Eserlerinde mekân olarak, hayal-gerçek karışımı, uzaktan pek de belli olmayan, yaklaştıkça sarihleşen coğrafyaları kullanan Varol, karakterlerini ise, kendi romanları arasında gezdirmeyi seven bir görüntü sunmakta.

Varol’un son romanı Kara Sis, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Önceki eserlerinin tamamıyla, bir şekilde bağ kuran roman, Kemal Varol okurlarının, çok yakından bildiği, aşina olduğu bir teknikle ilerlemekte. Eserlerinin içine yerleştirdiği küçük nüanslar, ustaca kurgulanmış edebi oyunlar, ortak imgeler ve son ana kadar korunan gizemli yapılar, Kara Sis romanında da kendini göstermekte.

Taşkale Cezaevi

Taşkale Cezaevi’nin, C-6 koğuşuna, 28 Ekim 1998 günü, gardiyanlar tarafından öldüresiye dövülmüş halde bir mahkûm getirilir. Tamamı cinayetten ceza almış altı mahkûmun arasına, bir çöp gibi atılan kişi müebbetlik Barana’dır. Üstü başı kan içerisinde olan bu yeni mahkûm, kendisini öldüresiye döven gardiyanlara hiçbir şekilde direnmemektedir. Bir nevi canından vazgeçmiş görünen Barana, kafasına, yüzüne gelen darbelerden dahi, kendisini korumak için bir refleks göstermez.

Taşkale Cezaevi, adından menkul, son derece korunaklı, teknolojik donananıma sahip, tabiri caizse kaçmanın imkânsız olduğu, taş gibi, kale gibi bir cezaevidir. Her halinden yeni olduğu anlaşılan bu cezaevinde, farklı koğuşlarda olmak kaydıyla, hem siyasi hem de adli mahkûmlar bulunmaktadır. Barana’nın da atıldığı koğuş olan C-6, adlî mahkûmların olduğu ve tamamının cinayetten ceza aldığı bir koğuştur.

Romanın anlatıcısı olan Mesut Hoca’nın gözünden tanırız her karakteri. Biraz da onların, kendi hikâyelerini anlatırken, doğru söylediklerine inanmak isteriz. Candan İleri karakteri, sevdiği kadını öldürmüştür. Babasının çok sevdiği bir türküden adını alan karakterimiz, sevgilisinin başka biriyle olmasını kaldıramayarak, bir kriz anında -kendi söylemiyle- intihar etmeyi düşünürken sevdiği kadını öldürmüştür. Candan İleri, kokulara tutkun bir adamdır. Yıllarca cezaevi yönetiminden menekşe tohumu talep etmiş, fakat bu isteği her defasında reddedilmiştir.

Asım Abi, katıksız bir köylüdür. Tarla meselesi yüzünden, bir köylüsünü öldürmüş ve Taşkale’nin yolunu tutmuştur. Cezaevinde kaldığı süre boyunca dine adamıştır kendisini. Aldığı ceza yahut öldürdüğü adam ilgilendirmez onu. Tek derdi sırat köprüsünü nasıl geçeceğidir.

Sıçan, bir gaspçıdır. ‘Timur adlı şahısla’ kalkıştıkları tekel bayii soygunu esnasında, bayii sahibinin öldürülmesi sonucu cezaevine düşmüştür. Kendi iddiası, cinayeti ‘Timur adlı şahıs’ın işlediği yönündedir. Fakat burası bir hapishanedir ve herkes kader mahkûmudur. Kimin gerçekten doğru söylediği asla bilinememektedir.

Casper, ince bilekli, zanaat sahibi usta bir hırsızdır. Kaderin bir cilvesi, hırsızlıktan yattığı cezaevinde, malını çalan başka bir hırsızı öldürmüştür. Bu bir namus meselesiymiş, hırsızın malı çalınmazmış. Casper, mürüvvetini dahi bu mahareti sayesinde gerçekleştirmiş, telefonunu çaldığı kız ile evlenmeyi başarabilmiştir.

Reco Dayı, kıdem olarak olmasa bile, maddi durumu ve bonkörlüğüyle, koğuşun ağası gibi bir rol edinmiştir kendine. Cezaevinde, işlediği cinayetten dolayı pişmanlık duymayan tek kişidir. Rakı fabrikasının müdürünü öldüren Reco Dayı’nın içi hâlâ soğumamış olacak ki, çıktığında da gidip mezar taşını kıracağını söylemektedir.

Mesut Hoca’nın gizemi

Romanın en gizemli karakteri olan Barana’nın, kimse ne suç işlediğini bilmez. Çünkü Barana, kimseyle tek kelime konuşmamakta, en ufak bir hayat belirtisi göstermemektedir. Yalnızca müebbet aldığı bilinir. Gardiyanların gün aşırı dövdüğü, büyük bir öfke duyduğu Barana, sayımlara dahi katılmaz. Üstelik her katılmayışında bayıltılana kadar dövüleceğini bile bile.

Anlatıcımız Mesut Hoca ise, kendi hikâyesinin gizemini, roman boyunca korumakta, gerçekliğini, okuyucuya ağır ağır hissettirmektedir. Bir düğün gecesinden bahseder örneğin. Her şeyin orada başladığını biliriz, fakat kimi öldürmüştür Mesut Hoca? Neden koğuştaki en ağır ceza ona aittir? Bu kadar makul ve sağduyulu bir insan, üstelik edebiyat öğretmeni, nasıl bir canilik yapmıştır?

Kemal Varol’un romanını cazip kılan özelliklerinden biri de, işte bu gizemli yapısıdır. Hem Barana’yı, hem de paralel biçimde ilerleyen Mesut Hoca’nın hikâyesini, ağır ağır öğrenecektir okuyucu.

Eserler Arasındaki Geçişler

Öncelikle Kara Sis romanının, Kemal Varol’un diğer eserleriyle çok fazla bağlantısının olduğunu ve önceki eserleri okunduktan sonra ele alınmasının, çok daha anlamlı olacağını belirtelim. Kara Sis, özellikle Âşıklar Bayramı romanı ile neredeyse eşgüdümlü ilerler gibi bir görüntü sunmakta. Sadece karakterler değil, nesneler de bu iki roman arasında gidip gelmektedir.

Romanın adıyla başlayalım o halde. “Kara Sis”, bembeyaz bir karanlığı vurgulamaktadır ve Barana’nın koğuşa ilk getirildiği zaman da böyle bir sis çökmüştür Taşkale’ye. Barana’ya ileride kılavuz olacak bu sis, esasen Âşıklar Bayramı romanında belirmektedir ilkin. Âşıklar Bayramı’nın Yusuf’u, romanın henüz başında dışarıda böyle bir sis görür ve bu sisin ona önemli bir sır vereceğini söyler. Belki de bu sır, Barana’nın sırrıdır.

Kara Sis romanının anlatıcısı Mesut Hoca’nın, cevval bir avukatı vardır. Mesut Hoca’nın az ceza almasına çabalayan bu avukat da, Âşıklar Bayram’ının Yusuf’udur. Kara Sis romanında geçmese de, Âşıklar Bayramı’nın üçüncü bölümünde, bu edebiyat öğretmeninin hazin hikâyesini okuruz. Naif bir âşık mı, yoksa azılı bir katil mi?

Mesut Hoca ve Barana, bir gün çok hastalanırlar ve cezaevi yönetimi, ikisini de hastaneye gönderir. Dönüş yolunda bozulan cezaevi aracı otogara uğramak zorunda kalır. Rica minnet, görevli askeri ikna eder ve dışarı bakmaya başlarlar. Mesut Hoca, otogarda, elinde aslanağızlı asa tutan ihtiyar bir kadın görür. Bu kadın elbette, Ucunda Ölüm Var romanının Ağıtçı Kadın’ıdır. Biraz ileride ise üç telli bağlamasıyla Heves Ali’yi, dahası şiiri bırakan Arkanyalı şair olarak Kemal Varol’u görecektir. Kara Sis romanında geçen bu bölümün, Âşıklar Bayramı romanın da dördüncü bölümünde geçtiğini belirtelim.

Yaşayan bir ölü gibi davranan Barana, bir gün beklenmedik biçimde canlanır. Sayımlara katılmaya başlar, koğuş içerisindeki işlere talip olur, hemen herkese yardım etmeye başlar. Özetle, yeniden hayata tutunur. Barana’yı tekrar hayata bağlayan şey ise havalandırmada bulduğu, kızıl renkli bir kadın saçıdır. Roman içerisinde de sorulan, ‘peki nereden gelmişti bu kadın saçı?” sorusu da, cevabını Âşıklar Bayramı romanında bulmaktadır. Arabasıyla yeni yapılan cezaevinin önünden geçen Yusuf, koltuğun baş dayama kısmında, eşi Yıldız’ın saçını bulur ve camdan dışarı doğru savurur. Sevilmeyen kadın Yıldız’ın saçı, çok uzaklardaki bir mahkûmu hayata bağlamıştır.

Ortak Zamanın Farklı Anlatıları

Kemal Varol, görüleceği üzere, tek bir zamandan iki ayrı roman çıkarmıştır. Bir eserinde yarım bıraktığı hikâyeyi, diğer eserinde mutlaka tamamlamaktadır. Bu haliyle, ana karakter kavramını da yıkıntıya uğratmakta, her bireyin bir özne olduğunu, kendine has bir hayatı olduğunu vurgulamaktadır. Romanlarındaki otogarlarda başıboş gezen köpeklerin dahi özgün birer karakteri vardır, Kemal Varol’un. Onlar Haw romanının kahramanları, özneleridir ne de olsa.

Kara Sis’in ilerleyen bölümlerinde, Barana’nın tam adının, Fikri Fidel Barana olduğunu görürüz. Bu Fikri Fidel, koğuşa geldiğinden beri, tek bir eşyaya sahiptir. O da bir çoraptır. Sıkı sıkıya sarıldığı çorabını hiçbir zaman giydiğini göremeyiz, sondaki sürpriz hariç. Varol’un Sahiden Hikâye adlı eserinin son öyküsünün adı Yirmi Yedi’dir. Bu öyküdeki genç anlatıcının, pek sevdiği küçük amcasının adı da Fikri’dir. Ortaklık elbette bununla sınırlı değil. Küçük amcasının ayaklarının koktuğunu fark eden anlatıcımız, kendi harçlığıyla amcasına bir çorap alır. Kara Sis’in Barana’sının gözünden bile sakındığı çorap, işte bu çoraptır.

Upuzun bir türküye davet gibi!..

Kara Sis, barındırdığı edebi oyunlar ve geçişlerin yanı sıra, döneminin güncel politik sorunlarına da değinen incelikle kurgulanmış bir roman. Haberlerde bir anda, İtalyan mallarının boykot edildiğini görebilmekteyiz. Başka bir zamanda, bir şubat ortasında, siyasi koğuşların ölüm sessizliği karşısında, adli koğuşlardan yükselen alkış ve ıslık seslerini duyabilmekteyiz. Hiç hayra alamet olmayan bir biçimde, gardiyanların mangal yakıp, kebap pişirdiklerini ve mahkûmlara dağıttıklarını gördüğümüz vakit, siyasi koğuşların ölüm orucuna başladıklarını hissedebilmekteyiz.

Kemal Varol, her iyi anlatıcı gibi, ‘yüksekçe bir tahta çıkarak değil, dizini kırıp kalabalığın ortasına oturarak’ söylüyor sözünü. Çokça konuşanların değil, susanların içinden geçenlerin doğruluğuna güvenerek anlatıyor. Upuzun, candan da ileri bir türküye davet eder gibi;

Girebilene bu sinede neler var.

İyi okumalar!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sinan Tepe Arşivi