Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

HAREKET-I ARZ YAZILARI

Dönemin Başbakanı, Recep Tayyip Erdoğan 2003 yılında Bingöl depreminin ardından konuşmuştu. Demişti ki, “Kırılan fay değildir. Kırılan ar damarıdır.” Hemen ardından demişti ki, “Binaların yıkılmasının asıl sebebi ahlak hırsızlığıdır.” Bir söz söyleme sanatı ustası olarak doğruluğa (Aletheia) ulaşmıştı, sayın Başbakan ve devam etmişti, “Demokrasiden çalmaktır. Hukuk kapkaççılığıdır. Siyaset yankesiciliğidir. Kamu yönetimi kalpazanlığıdır.” Ne için söylediğini hatırlayınız: Binaların yıkılmasının sebebi olarak… Çalmak, kapkaççılık, yankesicilik ve kalpazanlık.

Eski Başbakanın ağzından duymuştuk yine, “Depremde insanlarımızın ölmesi sadece malzemeden çalma hırsızlığı değildir, aynı zamanda insanlık hırsızlığıdır. Kader diye geçiştirilemez. Tedbirli olmak, aklını kullanmak insanın en büyük vasfıdır.” Şimdi, şu anda, bir daha, yeniden okuduğumuzda deprem, ölüm, kader, malzeme hırsızlığı dörtgeninde herhangi bir iki ucu birleştirdiğimizde üstüne kapananın alttakinin canını çıkarttığı için ölümler oluyor, demek ki. Akıl kelimesi cümle içinde boşlukta sallanıyor gibi görünse de öyle değil, uçak motoruna kaçmış güvercin misali bir iki tekliyor, öbür taraftan çıtır çıtır kızarmış olarak çıkıyor. Akıl yenir mi, yenir. Ben yedim, örneğin. Aklımı!

Devamında söylemişti, “Türkiye yıllarca har vurup harman savurma mantığıyla yönetildiği için bu sonuçlar yaşanıyor. Gerçekleri konuşmalıyız.” Ne kadar doğru diyor! Çok haklı! Diyecek bir lafınız var mı? Bir de gerçekleri konuşmalıyız deyip üsteleyerek hepimizin nefesini kesiyor. Oksijensiz kalıyoruz. Aradan geçmiş yirmi yıl.

Röportajın devamında eski sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan demişti ki, “Deprem konusunda yıllardır hiçbir önlem alınmadı. Yıllardır hiçbir çözüm üretilmedi. Sadece vaat üretildi.” Yorum yapamıyorum. Sadece yirmi yıl öncesinin beyanını okumaya devam ediyorum. “Sorun sadece inşaat malzemesi çalmaya indirgenemez. Depremlerde ortaya çıkan felaketin asıl sebebi kamudaki yolsuzluklardır, yönetim sorunudur”.

Yapılan işle amacın birbirini tutmadığı bir düzende Türkiye olarak ne kadar ağır bir bedel ödedik. Siyasi katakulli de diyebileceğimiz bir anlayışın hepimizi -kaybettiğimiz insanlarımızla birlikte- ne hale getirdiğini görüyoruz.

Boş araziyi sahibinden satın alıp öylece bekleyenler öne doğru bir adım atsın, lütfen. Falanca belediyenin bu boş alanı imara açması için ona yapılan baskı mekanizmasının hangi evresinde yer alıyorsunuz? Kimsiniz, kimlersiniz? Zamanında belediyelerde görev almış nice kamu çalışanı sözleşmiş gibi aynı şeyi söylüyor, imara açılması için belediyeye baskı yapıyorlar ve buna direnmesi zor diyorlar. Üstelik her partiden baskı gelirmiş. Nasıl yani… Şurayı imara açmazsan topuklarına sıkarım gibi bir şey mi? Yoksa, yap şu işi beş yüz bin sen, beş yüz bin ben kırışırız parantezinde işler-güçler mi? Dönen dolapların kademe kademe giderek tek tek ortaya çıkartılması kamu yararınadır. Öyle bir kamu yararıdır ki o, tariflere sığmaz. Depremde ölmeyebiliriz, diyeyim (ben yazarken depremde yıkılan bina altında ölenlerin sayısı 38 bin 44 olarak açıklandı).

Yerel yönetimlerde kurumsallaşma insanın suyla ilişkisi kadar önemli. Kişilere bağlı olmayan, şeffaf bir yapıyı yıllardır kuramamış olmamızın nedenlerini hâlâ bulmadık mı? Hâlâ mı? Yirmi bir yıl önce kurumsallaşmayı vadeden partinin adayını seçip getirdiniz, her seçimde daha yüksek bir koltuğa oturttunuz. Yukarıda yer alan eski röportajında okuduklarınız sizlerin de kanını dondurmuyor mu?   

Bilmiyorum konuyla ne kadar alakalı ama aklıma geliverdi. Latincede bir söz var; tilki tüyünü değiştirir, huyunu değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi