Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

Hayatın yaşamaya keyif veren parçası: ‘Delilik’

‘Deliliğe Övgü’ Erasmus tarafından 500 yıl önce içinde yaşadığı toplumsallığın her türlü bağnazlığına karşı ironik dille yazılmış bir  eleştiri. Kitapta delilik farklı konumlar alarak konuşur. Deliliğin sözleri bugünün dünyası hakkında da düşünmeye sevk edecek çıkarımlar içerir.

“Delilik der ki:

Ölümlü insanların benim hakkımda genel olarak ne söylediklerini biliyorum. Ben deliliğin en deli insanlar arasında bile pek de fazla itibarı olmadığının farkındayım ve buna rağmen hâlâ ilahi güçleriyle tanrıların ve insanların kalplerine mutluluk veren birisiyim; gerçekten de bunu yapabilen tek kişi benim. Aslında bu kalabalık topluluğa doğru bir adım attığım sürece tüm yüzlerin hemencecik alışılmadık bir neşeyle parlaması bu yüzdeki kırışıklıkların düzelmesi gerçeği buna yeterli bir kanıttır.”

‘Deliliğe Övgü’ iki temel noktadan tartışmalar sunarak, dine, siyasete, sanata, bilime, evlilik, aşk, arkadaşlık, dostluk gibi her türlü insan ilişkisine, insanın kendine bakışına karşı alaycı bir dille eleştiriler getiriyor. 500 sene önce Erasmus tarafından yazılmış bu eser günümüzün toplumsallığında da güncelliğini koruyor ve bizleri düşünmeye sevk ediyor.

Deliliğe Övgü’nün çıkış noktalarından biri; gerçek bilgeliğin delilik olduğu, diğeri ise aslında kendini bilge sanmanın delilik olduğu’dur.  İki bakış açısından da sunulan düşünümsellik 16. yüzyıldan 21. yüzyıla değişen, dönüşen, gelişen dünyadan; gelip geçen insanların özünün, 1500’lerde de 2000’lerde de benzer olduğunu düşündürüyor. Haliyle, insan topluluklarının oluşturduğu, siyasal, sanatsal, dinsel alanlarda 16. yüzyılın bağnazlığına yapılan ironi, günümüzdeki kurumların, toplulukların, bireylerin de yeniden düşünülmesi için alan sunuyor. Bu yönüyle Deliliğe Övgü’nün geçmişten günümüze kalıcılığını, güncelliğini sürdürdüğü düşünülebilir.

Delilik bilgeliktir – kendini bilge sanmak deliliktir

Erasmus tarafından ‘deliliğin’  ağzından ele alınan eleştirilerin tümüne değinemeyecek olsak da birkaçını tartışmaya açalım;

“Bilge adam, eski çağlarla ilgili kitapları kendisi için bir sığınak olarak görür ve onlardan eskilerin zekice fikirlerini görür öğrenir. Deli her şeyi dener, hemencecik tehlikelerle yüz yüze gelir ve böylece gerçek olduğundan emin olduğum bir sağduyunun sahibi olur”

Kitabın önemli bir kısmında akılcılığa olan hayranlık eleştirilir. Akıl ve mantığın diğer her şeyin önüne geçmesi, sadece rasyonel düşüncenin etrafında dolanıp durmak, insanın doğal potansiyelini kısıtlar. Bilgeliğin sadece akıl ve mantık çerçevesinde hareket etmesi, kişiye utanmayı, çekinmeyi ve cesaretsizliği verir. Oysa deliliğin, utanacak çekinecek bir durumu yoktur, içinde delilik olan biri başkaları onu ayıplarken kendisi gülüp eğleneceği, bunu umursamayacağı için herhangi bir hamleyi gerçekleştirmekten çekinmez.

‘Deli’ olan kişi bilge olandan çok daha fazlasına cesaret edeceği için daha fazlasını başarabilir. Kitapta bu bağlamda yapılan tartışma bizi, gerçek bilgeliğin delilik olduğu noktaya götürür.

Diğer taraftan kitapta oy almak için halkın sevgisini kazanmak, halka hediyeler dağıtmak, ün kazanma arzusu ve güç ile (o dönem için) çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halk üzerinde baskı ve zorbalık yapılması, halkın kiliseden çıkan her bilginin doğruluğuna inandırılması eleştiriliyor. Cahil halka karşılık kendilerini üstün gören soylular, din adamları, sanatçılara karşı;

“Deliliğin kendini beğenmek ve kendine hayranlık duymak kadar güzel olan başka bir eseri var mıdır?” diye sesleniliyor.

Delilik, bir işçiden daha vasıflı olmayan bir soylunun kibrinin nereden geldiğinden söz açar. Bu insanlar kendilerine olan sevgileri sayesinde çok mutlulardır.

Benzer şekilde sanatçıların da kendilerine özgü ‘kendini sevme’ şekilleri olduğuna değinilmekte. Sanatçılara göre onların yetenekleri su götürmez şekilde üstündür ve onlar diğer insanların yapacağı eleştirilere kapalıdır. En cahil olanları kendini en beğenenlerdir. Ve bir bilge tarafından onaylandıklarını duymak hayatın geri kalanını mutlu geçirmek için yeterli bir sebeptir.

İşte bu yapıp etmelerin tamamı kendini bilge sanmanın düpedüz delilik olduğu çıkış noktasına yaslanıyor.

Aslında saygıdeğer olan nedir?

Erasmus, ‘delilik’ aracılığıyla küçümsenen, aşağılanan, değersiz gösterilen kişiler, topluluklar hakkında bizi yeniden düşünmeye sevk ediyor. Köylü halkın içgüdülerinden başka dayandıkları bir şey yok… Peki bu insanlar konuşarak iletişimi sağlayabiliyorken, onların dilbilgisi kurallarına hakim olmaya ihtiyaçları var mıydı? Kimsenin kimseye rahatsızlık vermediği bir ortamda hukuk kurallarına ihtiyaçları var mıydı?..

Erasmus bu tartışmayı ortaya atarak, aslında filozofları da halktan kopuk olmasıyla eleştirilerin ortasına çekiyor. Bu noktada bilgeliğin karşısına cehaleti koyuyor. Bilgeliğin erdem olduğu yaygın görüşüne karşılık cehalet ile yaşayan insanların erdemsiz olduğu sonucuna yeni bir pencere açıyor. Din adamlarının yönetiminde olan eğitimsiz halk için kilisenin her söylediği doğru kabul ediliyordu. Bu durum din adamları ve soylulara halkın üzerinde koşulsuz hakimiyet kurma olanağı tanıyordu. Bütün bunlara karşılık Erasmus’un cehaleti erdemsizlik kisvesinden çıkarmak için bir hamle yaptığı, din adamları ve soyluların zorbalığına balta vurmayı amaçladığı düşünülebilir.

Günümüzde de erdemin, saygının; zenginlikle, güçle, bilgiyle yan yana yürümeye devam etmesi haksızlığı, fakir, güçsüz, bilgisiz insanların erdemli olamayacağı şeklindeki kalıplaşmış (stereotip) anlayışı devam ettirmekte. Ayrıca zenginliğin, gücün ve bilginin bir insanı mutlaka erdemli ve saygıdeğer kılıyor olması da önyargının öbür yüzü…

Deliliğe kulak verecek olursak…

Ölüm, yaşamın içindedir. Buna benzer olarak güzellik ve çirkinlik, zenginlik ve yoksulluk, güçlülük ve zayıflık, bilgelik ve cahillik gibi bir dizi zıtlık da iç içedir. Bir yöneticinin zengin ve güçlü olduğunu biliriz. Bu yönetici ruhsal açıdan zengin değilse asla tatmin olamaz ve insanların en fakiri olur.  Ve bahsedilen yönetici kötülüğün müptelasıysa köle olmaktan ileri gidemez. Erasmus, deliliğin ağzından bu türden karşılaştırmalar yaparak, genel geçer sayılmış doğrulara alaycı bir yolla iğnelemeler yapar.

Çocuk olmanın verdiği keyif tamamen mantıktan uzak olmak değildir de nedir? Halk arasında da bilindiği üzere yaşlılık çocukluğa dönmekse, konuşan bir çocuk olarak yaşlılık daha da keyiflidir.

Deliliğin erdemlerinden tembellik, unutkanlık, kendini beğenme lütuflarına sahip olmayan insanlar nasıl mutlu olabilir? Evliliklerde, dostluklarda insanlar birbirine nasıl tahammül edebilir? Bir kadın bir defa çocuk doğurma deneyimini unutmasa yeniden çocuk doğurmayı nasıl göze alabilir?

Özcesi, yaşamın her alanından söz açarak konuşur delilik. Çocuklukta, yetişkinlikte, yaşlılıkta, meslek gruplarında, insan ilişkilerinde nasıl kol gezdiğini anlatır. Hayatın içinde dolanıp duran delilik, bazen özsaygı, yaşama katlanabilmek, hayatın içinde mutlu olabilme sebebi olarak çıkar karşımıza, bazense bütün olan biteni taşlamak amacıyla…

“Bir delinin aklında ne varsa yüzünde ve dilinde de o vardır. Fakat bilge adamın iki tane dili vardır: biri gerçekleri konuşurken kullandığı, diğeri ise duruma uygun düştüğünü düşündüğü tarzda konuştuğu. Bu kişi, siyahı beyaza dönüştürme ve aynı rüzgârı hem soğuk hem de sıcak olarak estirme yeteneğini geliştirmiştir. Ve kendine sakladığı düşünceleriyle, kelimelere döktükleri tamamen farklıdır.”

Statüsünü menfaatleri doğrultusunda kullananlar, riyakârlar, yalanla dolanla yoluna devam edenler Erasmus’un hedef aldıklarının başında gelir.

Delilik sözlerini bitirirken, bütün bu söylediklerimi kitabı kapatırken hala hatırlıyor olursanız aptallık etmiş olursunuz der o... “Benim deli olduğumu unutmayın ama aynı zamanda da ‘Deliler tam zamanında konuşurlar’, bunu aklınızda tutun…”

 2021 yılından bizler Erasmus’un bu sözlerine kulak verecek olursak neler neler duyarız acaba?!..

(Erasmus, Deliliğe Övgü, Gün Yayıncılık, 2001.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi