Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

HAYATLAR, DENEYİMLER…

Aralık 1919’da yaklaşık 50 milyon insanın, adı politik sebeplerle ve ısrarla İspanyol gribi konmuş H1N1 virüsünden öldüğünü biliyoruz. Kayıtlar öyle söylüyor. Bildiğimiz kadarıyla koordineli bir uluslararası araştırma yoktu. Etkili bir tedavisi yoktu. Ufukta kesinlikle bir aşı da yoktu.

Birinci Dünya Savaşı’nda aralarında Ernest Hemingway’in de olduğu askerler ve gönüllüler tam anlamıyla virüsün içinde yüzüyorlardı. Hemingway, özellikle küresel salgının atak yaptığı 1918 ve 1919 yıllarında birkaç defa hastalandı, günlerce bazen de haftalarca İtalya’da askeri hastanede yattı ve ölmeden eve yani Amerika’ya dönebildi. Ancak eve döndüğünde akrabalarından ve arkadaşlarından birçoğunun virüsten öldüğünü dehşet içinde öğrendi. Tüm bunlar yaşanırken, halkın özellikle de genç nüfusun pandemi gerçeğine olan ilgisizliği, lakaytlığı karşısında derin bir korku duydu, Hemingway. İtalya’da hastanede yatarken askerlerin öksüre öksüre öldüklerini görmüş biri olarak yaşadıklarını zihninden çıkartması mümkün olmayacaktı. Oradan süzülenler romanlarında okuduklarımızdır. Yıllar içinde geliştirdiği gripten ölme korkusu nedeniyle bu kadar canlı ve etkileyici yazabilmiştir. Savaşın anlamsızlığı da cabası…

Hemingway’in biyografisini ustalıkla kaleme almış olan Michael Reynolds’a göre, onun en büyük korkusu kendi tükürüğünde boğularak ölmekti. Dolayısıyla en ufak bir grip şüphesi Hemingway’i sık sık kendini karantinaya almak, sağlıklı koşullar yaratmak için koşuşturması anlamına geliyordu. Savaştan yıllar sonra, 1926’da bir gün Paris’te metresiyle yaşarken Amerika’dan o zaman 3 yaşında olan oğlu Jack ve bakıcısı kendisini ziyarete geldi. Minik Jack bir zaman sonra arada nefesinin kesilmesine yol açan bir öksürük geliştirdi. Hemingway hemen Amerika’ya, karısı Hadley’e haber gönderdi, “gel” diye. Karısı gelince Jack’i, bakıcısını hep birlikte Fransız Riviera’sına yani temiz havaya, bol güneşe gönderdi. Kendisi de çalışmak (yazmak) için İspanya’ya gitti. Metresi Paris’te kaldı.
Fransız Rivierası’nda minik Jack’e bulaşıcı ve ölümcül tehlikesi olan boğmaca teşhisi kondu. Karantina şartları daha güçlü hale getirildi ve evinde misafir oldukları Sarah ve Gerald Murphy çiftinin 14 odalı malikanesinden müştemilata yerleştirildiler. O sırada İspanya’da olan Hemingway’in içine sinmemiş olsa gerek, karısı ve oğlunu aynı bölgedeki şartları çok daha iyi olan Villa Paquita’ya karantina koşulları altında naklettirdi. Villa’nın bir önceki kiracıları Scott ve Zelda Fitzgerald idi. Onlar da yakınlardaki başka bir villaya yerleştiler. Konuyu daha da karmaşıklaştırmak için olsa gerek, Hemingway metresini de karısının ve oğlunun kaldığı villaya gönderdi, kırk sekiz saat sonra kendisi de İspanya’dan onlara katıldı. Bu karantina(!) düzeni keyifliydi. Hemingway bu süre içinde basıldıktan sonra çok satan romanı olacak “Güneş de Doğar”ın düzeltmelerini yaptı. Akşam olduğunda herkes bahçe çitinin dışında kalan komşuları Murphylerle ve Fitzgeraldlarla fiziksel mesafe kuralına uygun olacak şekilde buluştular. Güzel şaraplar, özenle hazırlanmış kokteyller içtiler… Hemingway bir yanında karısı bir yanında metresiyle oturdu, bahçede. Ama bir yere kadar. Karantina, minik Jack iyileşince sona erdi. Geçiş sürecinde oğlu ve bakıcısı için daha küçük bir yer kiraladı, Hemingway. Kendisi de yanına karısını ve metresini alarak onlara yakın bir otele yerleşti. Mutluymuş gibi davranmasına rağmen Hemingway ve karısı şiddetli tartışmalar yaşadı, otelde. Taraflardan birinin yüzü güldü, o da metresi Pfeiffer’dan başkası değil. Her tartışmadan sonra Hemingway onun kollarına döndü. Yaz sonuna kadar bu ikircikli durum devam etti ta ki karısı, oğlu ve bakıcısı Amerika’ya, kendisi de kolunda metresiyle İspanya’ya dönene kadar. Devamındaki bir yıl içinde Hemingway boşandı.

On bir yıl sonra, 1937’de karantinaya alınmasına rağmen, Murphylerin on altı yaşındaki oğlu tüberkülozdan öldü. Hemingway ise 2 Temmuz 1961 sabahı normal bir günmüş gibi yatağından kalktı, tabancasıyla intihar etti. 1926’da “ya ölürse” diye endişe edilen minik Jack, büyüdü ve aile üyelerinin hepsinden daha mutlu bir hayat yaşadı, onca zorluğa rağmen. İkinci Dünya Savaşında Amerikan askeri olarak Nazi Almanya’sına paraşütle atladıktan sonra yakalandı, esir düştü, kurtarıldı. 2000 yılında, 77 yaşında evinde huzur içinde öldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi