Hayvanları Koruma Günü’ne Hayır! Yaratılmışların en alçağı: İnsan

İnsanın nüfus artış hızı saniyeleri bırakın, saliselerle hesaplanır hale gelmişken o, günde 150’ye yakın, yılda 50 bine yakın canlı türünü yok ediyor. İnsan nüfusu 10 milyara gidiyor, ama telli turnadan 10 tane kaldı mı belli değil. Beyaz zürafadan da hiç kalmadı! Korona “yangını”nın başlangıcında olduğumuz mart ayında son dişi beyaz zürafa ile yavrusunu korumaya alındıkları parkın içinde kaçak avcılar öldürdü… Dolayısıyla hangi Hayvanları Koruma Günü’nden dem vuruyorsunuz?!.. Bize “Dünya Korona Günü”nü kutlamak yakışır!..

Başlıktaki ifadeler bana ait değil. Üst başlık, Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) tarafından bugün 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’ne binaen yayımlanan ve aşağıda üzerinde duracağımız bir bildirimde yer almakta.

Alt başlık ise İslam’ın kutsal kitabında geçiyor. Kur’an’da Tîn Sûresi’nde Allah şöyle demekte:

“Biz insanı en güzel kıvamda yarattık, sonra onu alçakların en alçağına [aşağıların en aşağısına] çevirdik.

Belirtilen sûrenin 5’inci âyetinde geçen “esfel-i sâfilîn” ifadesindeki “esfel” sözcüğü, “en aşağı”, “en alçak”, “en sefil” anlamlarına geliyor. “Esfeliyyet” de aşağılık, alçaklık demek.

Dolayısıyla “esfel-i sâfilîn” de alçakların en alçağı, aşağıların en aşağısı, sefillerin en sefili anlamlarını içeriyor.

Kur’an’daki bu referansı başlığa taşımamızın sebebi, İslam ve insan dendiğinde yaygın şekilde ha bire öne sürülen “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi) yanlışlığıyla yüzleşmeye bir davette bulunmak. Çünkü bu yaygın ama o ölçüde de yanlış dinsel kanaat, bir “canlı organizma” olarak yeryüzünün, insan marifetiyle karşı kaldığı bütün melanetlerin meşruiyet (haklılaştırma) kaynağı da olmakta.

Yazımızda 4 Ekim Dünya Hayvanlar Günü, bizdeki adlandırmasıyla Hayvanları Koruma Günü’nü vesile ederek bu (“şerefli” olmak ne kelime) “melun” yaratığın üzerine gidip onu lime lime etmeyi hedefleyeceğiz!..

Kendini aşağılayan insan

İnsanlık tarihi bir yönüyle de insanın bir parçası olduğu doğaya ve canlılar dünyasına yabancılaşma tarihidir.

İnsan, kültürel yetkinliği ile canlılığın ötesinde “canlı-üstü” varlık olmaya evrildiği noktada bir hayvan olduğunu inkâr eder oldu. Bununla da kalmadı, “hayvanlık” sadece inkârdan gelinen değil, hakaret sayılan ve hep o yönde kullanılan bir sözcük oldu.

Dolayısıyla insanın aslında kendi doğasını aşağılayan bir canlı olduğu söylenebilir.

Ve işte yaklaşık 2 milyon yıllık insanlık tarihinin başlangıcında alet yapabilme yeteneği ile bir (“kültürel”) mutasyon yaşayarak, canlı doğasına bu ölçüde yabancılaşmış olmanın bedelini bugün korona felaketi ile ödeyen bir canlı ile karşı karşıyayız.

Hayvanî tevazudan kopuş

Yeryüzü bir canlı organizma. Aya ilk giden astronotların uzaydan dünyaya baktıklarında fark ettikleri buydu: Issız bir dehlizden ibaret uzay boşluğunda pırıl pırıl bir inci tanesi gibi görünen dünyanın farkı, onun bir bütün olarak canlı organizma olmasından kaynaklanmaktaydı.

İnsan, bu organizma içinde “cim karnında nokta” misali bir canlı varlıkken, doğasını inkardan gelen bir “sapkın varlık” olmaya evrildi. Bu, hayvanlar dünyasından kopmadır. Böylece yeryüzünde cim karnındaki o nokta, haddini aştı, kendini bilmez oldu, bütün hayvanlarda doğa karşısında mevcut “tevazu”, yani alçak gönüllükten uzaklaştı ve bir kanser hücresine dönüştü.

Kutsal metinle buluşalım, “esfel-i sâfilîn” böyle sökün etti: Kendisinin de bir parçası olduğu doğa karşısındaki alçak gönüllük kayboldukça ortaya “alçakların en alçağı” bir varlık çıktı.

O varlık bugün, uzaydan bakıldığında bir nur topu gibi capcanlı parlayan dünyanın ufkunu karartma sürecinde son vuruşları yapmaya bilinçli-bilinçsiz hâlâ devam ediyor.

Ama bir yandan da yeryüzüne, onun en hayati organlarına; havaya suya toprağa dağa ormana nebatata hayvanata yaptıklarının bedelini adeta “doğal” bir elektrik çarpması gibi maruz kaldığı korona kıyameti ile de ödemeye başladığı söylenebilir onun.

“Hayvanlar Günü” kutlu olmasın!

Bugün bu noktadayız ve böyle bir “Bugün”ün içinde günlerden bugün, 4 Ekim, Dünya Hayvanlar Günü, bizde kullanımdaki adıyla Hayvanları Koruma Günü.

Elbette insan denen hayvanın, insan-dışı hayvanlarla ilişkisinin geçmişten bugüne, ama esas bugün söz konusu tahripkâr, yıkıcı, yok edici seyrine bakıldığında bir ruh kurtarma seansı, günah çıkarma seremonisi olmaktan öte anlamı yok bunun ve o yüzden, Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) da gayet haklı bir reddiye tepkisiyle karşılamakta 4 Ekim’i…

HAYTAP’ın, “4 Ekim Hayvanları Koruma Günü Kutlu Olmasın!” başlığı altında kamuoyu ile paylaştığı duyuru metninde şu ifadelere yer veriliyor:

“Yaban hayvanlarının yetkililerce paralı av malzemesi yapıldığı. Kaçakçı diye katırların acımasızca vurulduğu. Kültürümüz diye develerin, boğaların şehir ortasında güreştirildiği. Zevk için pati sahiplenen, sonra da terk eden kişiler için hiçbir yaptırımın olmadığı. Hayvanların ormanlara, meçhule değersizce atıldığı. Yetkililerce ve zalimlerce her gün onlarcasının telef edildiği. 5199 sayılı kanunla görevlendirilen yetkili kurumların verilen görevleri yerine getirmediği. Fayton keyfi için atların işkenceye ve ölüme maruz kaldığı. Gösteri yapması için hapsedilen yunusların acı çektiği. Benzinliklerde bile doğal yaşamından uzak yaban hayvanların sergilendiği. Kurban adı altında vahşet görüntüleri içeren kesimlerin yapıldığı bir ortamda.

364 gün boyunca hayvanların işkencelerine el birliğiyle son vermeye çalışan bizler, göstermelik ‘1’ güne hayır diyerek, herkesi göreve ve merhamete davet ediyoruz.”

İyi değil, çok “EYİ” bir dünya!

HAYTAP’ın yaklaşımını paylaşmamak, onlara hak vermemek mümkün değil. Aynı doğrultuda “Dünya Kadınlar Günü”, “Dünya Çocuk Hakları Günü” gibi “göstermelik” düzenlemeler için söylenebilecek her şey, “Hayvanları Koruma Günü” için de söylenebilir. Bu dünya iyi değil, “EYİ” (Erkek-Yetişkin-İnsan) bir dünya ve bu “EYİ”nin dışında kalan tüm canlılık formları ihmal edilebilir, istismar edilebilir ve nihayet rahatlıkla da izale edilebilir konum ve koşuldalar.

Zira, değil mi ki insan “eşref-i mahlûkat”tır, o halde onun şerefine ve onun selameti için feda edilemeyecek hiçbir şey de yoktur!.. Dolayısıyla, diyelim ki mevzubahis olan Kuzey Marmara oto yolu, köprüsü, hava limanı ise, Kuzey Ormanları da o ormanları yüzyıllardır yurt bilmiş Asya Mandaları da teferruattır.

Mevzubahis, “Kanal İstanbul”sa onlarca yüzlerce binlerce bitki ve irili ufaklı hayvan türü teferruattır.

Mevzubahis ekonomi ise, “ekonomiyi canlandırmak”sa, av turizmi esas, hayvan canı teferruattır.

Hâsılı kelâm, yaratılanı severiz yaratandan ötürü, amma velakin, “eşref-i mahlûkat”ın hakkını teslim etmek şartıyla!..

Saatte 3 canlı türü yok olmakta…

Hâlbuki yazımızın başında da işaret ettiğimiz gibi o “Yaratan” Kitab’ında insanı “eşref-i mahlûkat” değil, “esfel-i sâfilîn” olarak tariflemekte. Yani betona taparlara, köprü-yol-bina ve AVM meftunlarına, “İnşaat ya Resulullah” müminlerine Kur’an’dan ekmek yok!..

Kendini eşref-i mahlûkat sayan, hakikatte “esfel-i sâfilîn”, yani aşağıların en aşağısı, alçakların en alçağı, sefillerin en sefili olan insan, kendi kibri, doymak bilmez ihtirası ve maddi-ekonomik iktidar arzusu eşliğinde saatte 3 canlı türünü yok ediyor.

Kendisinin nüfus artış hızı saniyeleri bırakın, saliselerle hesaplanır hale gelmişken o, günde 150’ye yakın, yılda 50 bine yakın canlı türünü yok ediyor.

Doğal denizlerin, dağların, ormanların yerine yenilerini, plastikten denizleri (hatta okyanus ortasında “Yedinci Kıta”yı), çöp dağlarını, beton ormanlarını koyuyor.

Hayvanların yerini androitlerle dolduruyor ve kendisi makineleşirken makineleri insanlaştırıyor!..

İnsan nüfusu 10 milyara gidiyor. Ama üreme alanı sadece Muş olan telli turnadan 10 tane kaldı mı belli değil. İhtimal o ki kalmadı.

Beyaz zürafadan da hiç kalmadı! Korona “yangını”nın başlangıcında olduğumuz geçtiğimiz mart ayında yeryüzündeki son dişi beyaz zürafa ile yavrusunu korumaya alındıkları parkın içinde kaçak avcılar öldürdü.

Dolayısıyla hangi Hayvanları Koruma Günü’nden dem vuruyorsunuz?!..

Size “Dünya Korona Günü”nü kutlamak yakışır!..

“Hayvanlar kardeşin, öldürme onları!”

Yazımızı İslam’ın kutsal kitabından bir kesitle açtık, aynen onun kadar kutsal bir başka metinden, Afrika’nın Yukarı Zambia bölgesinde yaşayan Barotse’lerin yaratılış efsanelerinden insanın hayvanlarla ilişkisine dair ibretlik bir kesitle bağlayalım:

“Yeryüzünde var olan her şeyi Nyambi yaratmıştır. Hayvanları, balıkları, kuşları hep o elleri ile meydana getirmiştir. Nyambi, bir zamanlar yeryüzünde karısı Nasilele ile birlikte yaşardı. Nyambi’nin yaratıklarından biri bütün diğerlerinden ayrı idi, onlara hiç benzemezdi. Bunun adı Kamonu idi. Kamonu hep Nyambi’yi taklit eder, onun yaptıklarını yapmaya çalışırdı. Nyambi tahta yontarsa, Kamonu da tahta yontar; Nyambi demir döverse, Kamonu da demir döverdi.

Bir süre sonra Nyambi, Kamonu’dan korkmaya başladı.

Günlerden bir gün Kamonu bir mızrak yaptı ve bununla bir erkek antilop öldürdü. Sonra da diğer hayvanları bir bir öldürmeye başladı. Nyambi buna çok kızmıştı.

‘Bana bak Kamonu,’ dedi. ‘Çok kötü bir iş yapıyorsun. Bu hayvanlar hep kardeşlerin senin. Öldürme onları.’

Sonra onu bir başka ülkeye yolladı. Fakat bir zaman sonra Kamonu geri gelince Nyambi onun yeniden kendi yanında yaşamasına razı oldu. Hatta öteberi yetiştirmesi için kendisine bir bahçe bile verdi.

Bir gece yarısı Kamonu bahçesine giren su aygırlarını öldürdü. Birkaç gece sonra da yine yanlışlıkla bahçesine giren geyiklerden birini mızrağı ile öldürdü. Aradan bir zaman geçtikten sonra Kamonu’nun köpeği öldü, arkadan tenceresi kırıldı, bunun arkasından da çocuğu öldü. Kamonu başına gelenleri anlamak Nyambi’nin evine gidince, köpeğini, tenceresini ve çocuğunu sapasağlam orada gördü.

(…)

Nyambi, Kamonu’dan kaçmak için pek çok yola başvurdu. Adamlarını toplayıp büyük nehirin ortasındaki bir adaya yerleşti, fakat Kamonu kamışlardan bir sal yaparak yanına geldi. Nyambi oradan kaçıp büyük bir dağın tepesine çıktı. Aradan çok geçmeden Kamonu’yu yine karşısında buldu. Kamonu’dan kaçmak imkansızlaşmıştı.

(…)

Nyambi’nin gökyüzüne çıkmasından bir süre sonra Kamonu çevresine topladığı insanlara, ‘Haydi gelin, yüksek bir kule yapalım da, Nyambi’nin yanına çıkalım,’ dedi. Ağaçları kesip, üstüste koyarak yüksek, çok yüksek bir kule yaptılar. Ama en sonunda alttaki ağaçlar üstlerindeki ağırlığa dayanamayınca kule çöktü. Kamonu da böylece Nyambi’nin evini bulamadı.

Her sabah güneş doğarken, Kamonu çıkar, ‘İşte Kralımız geldi,’ diye bağırırdı. Bütün diğer insanlar da bağırıp, alkışlayarak Krallarını selâmlarlardı. Yeni doğan ayı görünce de Nyambi’nin karısı Nasilele’yi selâmlarlardı.” 

Hikmeti bilmek, nasihati tutmak!

Efsanemiz, tam anlamıyla “efsane” değil mi?! Tanrı Nyambi’yi korkutacak, ona nehir, ada, dağ ve gökyüzüne kaçacak yer aratacak kadar zararlı, tahripkâr, ölümcül yapıp etmelerin dehşetengiz adamı Kamonu’yu bize tanıtan Afrika yerlisinin anlatısıyla bizim “kanser hücresi insan” tanımlamamız arasında olsa olsa derece var. Mahiyetler aynı…

Ve elbette efsanedeki “hikmet”, Yaratıcı’nın, yarattığına şu acı ve keskin nasihatinde gizli: “Bana bak, çok kötü bir iş yapıyorsun, bu hayvanlar hep kardeşlerin senin… Öldürme onları!..”

İnsanın “esfel-i sâfilîn”, alçakların en alçağı bir yaratık olmaktan kurtulması, sefillikten selamete çıkabilmesi, bu nasihati tutmasına bağlı.

Bu olduğu zaman, “4 Ekim Hayvanlar Günü” de gereksiz ve geçersiz olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi