HELALLEŞME

HELALLEŞME
Gözler epey bir süredir ekranın alt köşelerinde. Dakika dakika bir ülkenin, bir milletin yoksullaşması seyrediliyor adeta. Eskiden verilmeyen gram altın fiyatları çeyrek altının yerini aldı bile. Evlere gelen düğün davetiyeleri,...

Gözler epey bir süredir ekranın alt köşelerinde. Dakika dakika bir ülkenin, bir milletin yoksullaşması seyrediliyor adeta. Eskiden verilmeyen gram altın fiyatları çeyrek altının yerini aldı bile. Evlere gelen düğün davetiyeleri, sanki dersin icra bildirimi.

Bir ses bekleniyor, hep yeşil yanan o noktaları bir sesin kırmızıya çevirmesi ve uzun bir süre kırmızıda kalması. Güvenilir, sözü dinlenir bir ses. Ahalinin erim erim erimesinden rahatsızlık duyan bir ses. En tepeden, halkın reyiyle o koltuğa oturmuş isimden Cumhurbaşkanı’ndan bir ses bekleniyor.

İsteniyor ki Cumhurbaşkanı bozulan ayarları eski haline getirsin, özgür davranması gereken kurumların artık özgür bırakıldığını söylesin. Memleketin ekonomi bakanı, maliye bürokrasisi var diye hatırlatsın. Yahut bir sorumlu göstersin, “Yeter üzerime geldiğiniz, aha budur sorumlu” diye ahaliye göstersin.

Olmuyor, umutlu bekleyiş yerine inatlaşma, kutuplaşma, kavga, hakaret dinliyor vatandaş radyo ve televizyonlardan.

Bir süre garip gureba Avrupa memleketlerinin, medeni milletlerin nasıl bir kıtlıkla, yoklukla, sana yağı, vita margarini, tüpgaz kuyruklarıyla boğuştuğunu, durumlarının endişe verici olduğu gördü milletimiz. Bir şey var sandı. Ancak bakkala, markete gittiğinde, eve gelen elektrik, gaz faturasını gördüğünde hemen hatırladı. Zaten yıllardır bir kere bile aynı fiyata dolduramıyordu deposunu. Çünkü maaşı ne kendine ne milletine ne de beşerî diğer memleketlere umut oluyordu. Uzun bir süre de olmayacak gibi görünüyor.

Ekranın köşesi hep yeşil yanmayı sürdürüyor. Taksimetre gibi hep yükseliyor rakam ve o taksiden bir türlü inilemiyor. O yetmiyor altyazılar geçiyor, “Dövizde yeni rekor” kırıldı deniyor. Ekranların en iyimser ekonomistleri yaşananları çılgınca olarak nitelemeye başladı. Ekonomiden anlamayan ama ev alışverişini yapanlar “çılgınlık” sözüne katılmasa da etiketlerin, faturaların kendi canlarını da yaktığını gizlemiyor artık.

Ve fakat kimse kimseyi duymuyor. Akılcı önerileri kimse ciddiye almıyor, hafifinden de olsa eleştirenler anında oyun dışında kalıyor. Freni patlayan kamyonun önünden herkes köşesine çekiliyor.

Tüm bu yaşananlar arasında ana muhalefet lideri devletin başına geçip “devletin” açtığı yaraları sarmaktan söz ediyor ve ekliyor, “Helalleşmek istiyorum.”

Önce kendi partisinden sonra rakiplerinden art arda itirazlar, sanki helalleşmeyi bozmak istiyor. Oysa “helalleşmek” aynı zamanda söz de vermek değil mi? Açılan yaraların kapanması için bir nebze merhem olmak, bir daha yara açılmaması için söz vermek neden susturulmak isteniyor?

Yoksa yaralar, yaralılar bir bütün halinde kutuplaşmanın ateşini mi harlıyor?

Helalleşme herkes için gerekmiyor mu? Yoksullaşmaktan, yoksullaştırılmaktan helallik istemek, beklemek hak değil mi? Başlı başına helallik bir hak değil mi?

Memleket zor günlerden geçiyor. Aşılması güç olmayan ama zor günler. Daha zorlarını da yaşadı.

Şimdi hakikaten helalleşme zamanı. Hesaplaşmaktan ziyade helalleşme zamanı.

Umutsuzca ekran başında kırmızıya dönmeyen o köşenin normalleşmesi belki de buradan geçiyor. Belki de umutlu bir söz, şefkatli bir cümle, samimi bir el uzatımı her şeyin çaresi olacak. Belki de yaşadığımız tüm acıları sımsıkı bir sarılma yok edecek.