Hep aynı hikaye!

Geçtiğimiz hafta ekonomideki gelişmelere ilişkin yeni verilerle karşı karşıya kaldık. Bu veriler içerisinde en çok dikkatimi çeken iki veri ise konut satışları ve cari işlemler açığı rakamları oldu. Konut satışları ile cari işlemler açığı niye bu kadar dikkatimi çekti? Nedenini anlatayım.
Türkiye’de sokaktaki vatandaşın kriz algısını en çok besleyen göstergelerden biri dövizdeki sert kırılmalardır. Bu kırılmalar, sadece kurdaki değişimle sınırlı kalmaz, tüm ekonomik göstergeleri de etkiler. Özellikle ithalata dayalı üretim ve ithal ürün tüketiminin yüksek olduğu ülkemizde TL’nin değer kaybetmesi hızlı bir şekilde fiyatlara yansır ve hızla artan bir enflasyonla karşı karşıya kalırız. Sokaktaki vatandaş da bunu oldukça derinden hisseder.
TL’nin hızla değer kaybettiği dönemlerin arkasında ise iki temel unsur öne çıkar. Hikaye “genellikle” şöyle gelişir.
Öncelikle ekonomik koşullarda dengesizlikler artmaya başlar. Ekonomik veriler, Türkiye’de döviz açığının arttığına işaret etmektedir. Ekonomideki artan bu döviz açığı, dövize olan talebi arttırsa da piyasa düzeni içerisinde bu artışlar iki ileri bir geri kıvamında sınırlı kalır. Ancak tüm ekonomik aktörler, TL’nin değerindeki kırılganlığın gün gün arttığını hissetmeye başlamıştır. Ne iş yaparsa yapsın, üretici, tüketici ya da yatırımcı fark etmeksizin bir gözleri artık uluslararası ve ülkedeki gelişmelere kayar. Her an yabancı yatırımcı için bir el TL’yi sat butonu üzerinde dururken, yerli için de döviz almak için fırsat kollanmaya başlanır. Buraya kadar olan, döviz açığı artan her gelişmekte olan ülkede olduğuna benzerdir.
Ancak bu durum anlık hızlı sıçramalara, TL’nin değer kaybında günlük, haftalık ölçekte sert kırılmalara neden olmaz. Ama tabiri caizse cehenneme giden yolun asfaltı atılmıştır! Kırılmalar için, sıçramalar için zemin hazırlanmıştır.
İşte o noktadan sonra bu tedirginliği yatıştırmak için adımlar atmak gerekir. Ancak bizde son yıllarda tam tersine asfalta bir kat daha asfalt atılır. Küresel ekonomik gelişmeler ya da iç ve dış politikadaki riskler devreye girer. Son beş yıldır her sert sıçramada gördüğümüz gibi zaten tedirgin olan yerli ve yabancıyı TL’den kaçmaya hazır hale getiren ekonomik kırılganlıklara siyasi sorunlar da eklenir ve bir anda TL hızla değer kaybetmeye başlar.
Bu ana hikayenin bir örneğini çok değil iki sene önce yaşadık.
2018 yılında TL’nin ABD Doları karşısında tarihi düşük seviyeleri gördüğü Ağustos ayındaki kırılmayı hatırlayın.
Nasıl başladı bu kırılma? Mesele tek başına Rahip Brunson mıydı? Ya da erken seçim kararı? Ya da hükümetin politika yaklaşımı?
Tabii ki hayır! O kırılmaların öncelikle bir ekonomik altyapısı oluştu. Nasıl mı?
2017’den itibaren ekonomi yönetimi, TCMB üzerinde düşük faiz baskısı kurdu. Düşük faiz ortamı ile tüketim canlandı. Ekonomi hızlı bir şekilde büyümeye başladı. TÜİK rakamlarına göre 2017 yılında Türkiye ekonomisi %7,3 büyüdü. Bu süreç 2018 yılının ilk çeyreğinde de devam etti. 2018 yılı ilk çeyreğinde %7,3 ve ikinci çeyreğinde bir erken seçime rağmen %5,2’lik büyüme rakamlarını yakaladık.
Tabii ki tüketim temelinde büyüyen Türkiye ekonomisinin döviz açığı da rekor seviyelere ulaştı. 2017 yılında cari işlemler açığı 47,1 milyar dolara ulaştı. 2018 yılının ilk altı ayında ise yıllık açık 58,2 milyar dolar seviyesindeydi!
Yani TL’nin değer kaybı için gerekli ekonomik şartlar oluşmuş oldu. Bununla birlikte gelişmelere rağmen TCMB’nin faiz arttırmaya yanaş(a)maması, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki faiz artışları gibi hususlar da ekonomik olarak TL’nin gün gün zayıflamasına zemin oluşturdu. Bu ekonomik gerekçelerle TL değer kaybetmeye başladı elbette ancak o dönemde üç gün var ki o günlerde bu değer kayıpları rekor seviyelere ulaştı.
Bunlardan biri MHP lideri Devlet Bahçeli’nin erken seçim önerisi oldu. Gördüğünüz gibi bir anda ortaya çıkan iç siyasete ilişkin bir mesele!
İkincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra’da TCMB’nin bağımsızlığına ilişkin mayıs ayında yaptığı açıklama. Bu da yarı ekonomik yarı siyasi diyelim.
Üçüncüsü ise seçim sonrası ABD ile Rahip Brunson mevzusu ile zirveye çıkan gerginlikler. Bu da tabi yine ekonomi dışı bir unsur.
Arada iç ve dış politikada bir sürü gelişmeler de oldu. Ancak siyasi meseleler tetik gibi görev yaptı. Altyapısı ekonomideki dengesizliklerle oluşan TL’deki tarihi değer kayıpları, bu tetiğe basılmasıyla ortaya çıktı. Yani ekonomideki kırılganlıklar ardından artan siyasi belirsizliklerle birleşti ve anlık sert değer kayıpları ortaya çıktı. Geçmişten böyle birçok örnek göstermek mümkün. Şöyle bir hafızanızı tazelerseniz siz benden daha fazlasını da eminim hatırlayacaksınız!
Şimdi bu hikayeleri tek tek anlatmak yerine size en başta bahsettiğim iki veriye ilişkin rakamları da vereyim.
Pandemi sonrası normalleşmenin başladığı ilk ay, kamu bankaları tarafından başlatılan düşük faizli kredi kampanyaları ile konut satışları tarihi seviyelere çıktı. Türkiye genelinde konut satışları 2020 Haziran ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %209,7 artarak 190 bin 12 oldu. Öte yandan ikinci el araçtan tutun da birçok farklı üründe kredili satışların arttığını, tüketici güveninin pandeminin hiç yaşanmadığı geçtiğimiz yılki seviyelerin dahi üzerine çıktığını da not edelim. Yani Türkiye ekonomisi izlenen “dengelenme” politikaları sonucu yeniden tüketimde gaza basıp, motorları çalıştırdı.
Böyle bakınca ekonomide “dengelenme” büyüme ile birlikte yeniden başlayacak gibi, ne kadar güzel değil mi?
Hemen karar vermeyin. Az önce anlattığım hikâye ve geçmişteki diğer döviz kuru sıçramalarında başrolü paylaşan kötü kahramanı hatırlayın. Cari açık! İşte o da artık hikayenin bu yeni versiyonun içine girdiğini geçtiğimiz hafta göstermeye başladı.
Cari açık geçtiğimiz hafta açıklanan rakamlara göre yılın ilk 5 ayında (yani üç ayını evde kapalı geçirdiğimiz dönemde) 17 milyar dolara ulaştı. Haziranda başlayan tüketimdeki canlanma, yabancılardan elde ettiğimiz turizm gelirlerinin bu yaz neredeyse 0 seviyesine yakın kalacak olması ve ihraç pazarlarının henüz istenen hareketlenmeyi yaratmaması gibi döviz açığını arttıracak durumları da dikkate alırsak önümüzdeki dönemde cari açığın daha da artacağını tahmin etmek zor olmasa gerek! Kısa bir zaman içerisinde yeniden 40-50 milyar dolar aralığında bir cari açığa doğru koşa koşa gidiyor durumdayız. Yani ekonomi yine kırılganlaşıyor.
Bu sefer pandemi gibi yeni bir risk faktörümüz de var. Ve elbette pandemi öncesinden bu yana buzdolabında duran ama yavaş yavaş yeniden gündeme gelen bir sürü siyasi tartışma, uluslararası risk de kenarda oyuna katılmayı bekliyor!
Bu şartlar altında sizce de Türkiye ekonomisinde yine aynı filmi izlemeye başladık gibi değil mi, ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Demir Arşivi