Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Hepimiz 'übermensch'iz! *

Sevdiklerinizi görünce koşup sarılmak, seyahat etmek, kalabalıklara karışmak içinizden mi gelmiyor? Ekonomik kaygılar sizi bunalttı mı? Peki ya Fenerbahçe - Galatasaray maçı?.. Onun da mı tadı kaçtı? Korkmayın, yalnız değilsiniz! Şu sıralar Avrupa'da da bilim insanları, "melancovid" adı verilen bu motivasyonsuzluk haline karşı çözümler sunmaya çalışıyor.

Mis gibi bahar gelmiş, kayısılar çiçek açmış, hava ılık mı ılık... Normalde yaşam sevinciyle dolup taşacağımız günler ama etrafa bakınca pek kimsenin yüzü gülmüyor. Bir heyecansızlık, umutsuzluk ve tükenmişlik hali çoğumuzu sarmış; zaman tuhaf bir boşlukta, öylece uçup gidiyor. Peki Türkiye'ye özgü mü bu durum? Uzmanlar hiç de öyle demiyor.

Geçen hafta bir araştırma yayınlayan Köln merkezli Rheingold Enstitüsü, 40 kişiyle derinlemesine, bin kişiyle ise anket yöntemiyle yaptığı görüşmelerin sonucunu açıkladı. Buna göre katılımcıların üçte biri kendini "motivasyonsuz" ve "arzusuz" hissediyordu. Evet, Covid-19 salgını büyük ölçüde geride kalmıştı ama iki yıllık süreçte insanlar hayli bunalmıştı. Ve katılımcıların neredeyse üçte ikisi hâlâ "eski normal"e dönmeyeceklerini, tedbirli yaşayacaklarını söylüyordu. Enstitünün kurucusu ünlü psikolog Stephan Grünewald, "Özgürlüğün yerini otokontrol aldı, suçluluk duygusu gündelik yaşamın içine girdi" diyor ve bu travmayı "melancovid" olarak adlandırıyordu.

COVID + SAVAŞ = COŞKUNUN ÖLÜMÜ



Grünewald'e göre insanların asıl özlediği, hayatın tadını bir zamanlar olduğu gibi "doğal" ve "spontane" çıkarmaktı. Oysa Covid-19 önlemleri o rahatlığı çoktan unutturmuştu. Üstelik tam salgın geçiyor, azıcık gevşeyeceğiz derken Rusya'nın Ukrayna'yı işgali her şeyi daha da berbat etmişti. Şimdi "görünmez" bir virüsün yerinde "kanlı canlı" Vladimir Putin vardı ve her an her tür felakete yol açabilirdi. Son on yılda göçmen akını, iklim krizi ve pandemiyle sarsılan Avrupa'ya 3. Dünya Savaşı tehlikesi hayli fazla gelmişti.
Grünewald, kontrol dışı bu yeni "düşman" karşısındaki duyguyu "güçsüzlük" (ohnmacht) olarak niteliyordu. Ve burada kastettiği, Nietzsche felsefesinin temelinde yatan "güç istenci"ndeki ("Wille zur Macht") gücün ta kendisiydi. Para kazanma, sahip olma, yükselme, gelişme, kendini aşma... Oysa şimdilerde orta sınıfın bile hızla fakirleşme riski vardı. Sırf benzin fiyatlarına bakmak, bir şeylerin yolunda gitmediğini görmek ve endişelenmek için yeterliydi. Savaşın getirdiği ekonomik şartlarda insanlık, varoluş amacını, yani coşkusunu yitirmişti.

KENDİNİZİ GIDIKLAYAMAZSINIZ!



Darmstadt Teknik Üniversitesi'nden Ute Gahlings ise konuya felsefe açısından yaklaşıyor ve benzer sonuçlara varıyordu. Philosophie Mag ile yaptığı söyleşide Covid-19'dan sonra artık birbirimizle temastan kaçındığımızı hatırlatan fenomenolog Gahlings, "Çocuklar koşup büyükannelerine sarılamıyor. Duygularımızı olduğu gibi yaşayamıyoruz. Dünyayla bağlantılı kalabilmemiz için içimizden geldiği gibi tepkiler verebilmemiz gerekir. Buna spontane dokunuşlar da dahil" diyordu.
İnsanlar bir tür kabuğun içine çekilmiş, "kontrol modu"na geçmiş, adeta var olmanın anlamını unutmuştu. Ve elbette WhatsApp'ta görüntülü konuşma da boşluğu dolduramıyordu. Hem düşünsenize... Anne karnındaki cenin bile strese girdiğinde kendine dokunarak teselli buluyordu.
Temas böylesine "arkaik" ve önemli bir ihtiyaçken "öteki" olmadan nasıl ayakta durulabilirdi? Ute Gahlings, "Evet, kendinize dokunarak orgazma bile ulaşabilirsiniz. Ama kendi kendinizi gıdıklayamazsınız! Bunu bir düşünün!" diyordu.

RİSKSİZ HAZ MÜMKÜN MÜ?

İyi de dokunma bazen "taciz" anlamına da gelebilen, riskler içeren bir eylemdi. Şu halde daha az temas, daha fazla güvenlik demek değil miydi? Gahlings bu görüşe karşı çıkarken Simone de Beauvoir'ı örnek gösteriyordu. Fransız filozofa göre insan, her sevişmede karşısındaki için aynı zamanda "et"e dönüşüyordu. Ama bu bir "kullanılma" riski kadar bedeni sunma, armağan etme de demekti. Şiddet barındırmadığı müddetçe başkasına "maruz kalmak", aynı zamanda "var olma"nın ta kendisiydi!
Kaldı ki hayatta başımıza gelebilecek her kötü şeye karşı kendimizi sigortalayamazdık. Ve hazzı artıran, tam da "mutlak güvenlik" haline asla ulaşamayacak olmamız, yani riskler değil miydi? Sürekli kısıtlamalar, gelecek ve can güvenliği kaygısı, alarm ve gözetleme sistemleri, kutuplaştırılan toplumlar, duvarlarla, dikenli tellerle ayrılan ülke sınırları... Oysa temas; şefkat, yardımseverlik, barış ve sevgi demekti. Tıpkı "Covid öncesi" dünyada olduğu gibi... 

BİZE KALAN "GAZOZUNA DERBİ"!..

Peki ne yapacağız? Böyle çaresiz, yarı depresif bir halde yaşamaya devam mı edeceğiz? Bu noktada psikolog Stephan Grünewald tekrar devreye giriyor ve bazı pratik tavsiyeler sunuyor. Örneğin "Savaş haberlerini ve gündemi yakından takip etmeyin, özet bilgilerle yetinin" diyor. Gündelik hayata, belki işle, hobilerle ilgili başarılara odaklanmayı tavsiye ediyor. Ve en önemlisi dayanışmayı, çevremizdekilerle sohbet edip onların derdini dinlemeyi, böylece yalnız olmadığımızı görmemizi öneriyor.

Görüldüğü gibi, Avrupa'da yaşamak şu sıralar hiç kolay değil. Bu da "Halimize şükredelim! Onlar daha kötü durumda!" diyen devlet büyüklerimizi doğruluyor! Bizde Covid-19 ta geçen yıl bir kararname ile çözüldü, gece 12'den sonra müzik çalmayınca virüs de yok olup gidiyor! Tamam; sebze, kırmızı et ve hatta unlu mamullerle "temas"ımız biraz zorlaştı ama ortalık ekonomi konuşacak, içini dökecek eş - dost ve akrabadan geçilmiyor.
Bir yanımız 21 bin liralık "sahur keyfi", bir yanımız Söğütlüçeşme'ye AVM projesi... Derken ülke "şahlanmak" için 2023'e doğru hızla ilerliyor! Hem baksanıza... Eskiden kavga gürültü geçen Fenerbahçe - Galatasaray derbisinin dahi bir iddiası kalmamış, maç saati "sıfır stres" bekleniyor!
Daha ne olsun! Şikâyet edeni Nietzsche çarpar valla... Böyle Avrupa'nın yanında her Türkiye vatandaşı "übermensch" kalıyor!
 
 
* Hepimiz 'üst-insan'ız!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi