Her gün yaşadığımız alelade bir hak gaspı öyküsüdür bu

Çökülen her zaman bir mekân değildir. Para değildir. Servet değildir. Çoğu zaman haklardır, özgürlüklerdir bahse konu olan. Oysa gündelik yaşamda çoğunca fark etmediğimiz, fark etsek de kanıksamanın gamsızlığıyla üzerinde durmadığımız gasplara maruz kalıyoruz. 

Modern dünyanın insanlığa armağanı olan obezite, bugün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir sağlık sorunu olarak gündemi işgal etmeye devam ediyor. Oysa günümüzde insanlar obeziteye her alanda maruz kalabiliyor. Hemen her şeyin obezi olmuş durumdayız. O denli hızlı tüketiyoruz ki nostaljik atari karakteri Pacman gibi karşımıza çıkanları “Ham!” yapıp geçiyoruz. Etrafımızı saran metalar dünyası için de geçerli bu; olaylar, kişiler, haberler için de. 

Murat Yeniyıldız’ı hatırlıyor musunuz mesela? Aralık 2018’de hemen tüm haber ajanslarına, haber bültenlerine yansımıştı yaşadıkları. Murat görme engelli bir kardeşimiz. Habere konu olduğu zaman 14 yaşındaydı. Bir cep telefonuyla habersiz çekilen görüntüsünde izledik onu. Annesi ile kaldırımda yürürken takıldı kameraya. Fatsa’da bir kaldırımda görme engelliler için ayrılan yolda elindeki baston yardımıyla yürüyordu. Ta ki kaldırıma, tam da Murat’ın yürüyeceği yere park edilmiş bir arabaya çarpana kadar. Kafasını arabanın arka camına çarpan Murat eliyle yoklayarak yolun ortasındaki şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaldırıma park edilen araçlar nedeniyle sık sık bu tür sorunlar yaşadıklarını dile getiriyordu Murat’ın annesi. Onları izleyen milyonların “vah vah!”ları dağıldı atmosfere o anlarda. Usulca.

Peki sizce Murat’ın sorunu, geçen bu süre zarfında bir nebze olsun çözülmüş müdür? O ve onun durumunda olan insanlarımızın ne kadarı bu tür sorunlarla mücadele ediyordur?

Devlet!

Murat’a ve yaşadığı probleme tekrar dönmek üzere bi es verelim ve bir önceki haftanın Pencere Pazar’ına gidelim.  Tayfun Atay (hocam) o sayıda devlet kavramını ve devletin oluşumunu enfes bir yazıyla aktardı, bilmem okuyabildiniz mi? Devletin oluşum aşamalarını anlatan Franz Oppenheimer’ın “Devlet” kitabına sıkça vurgu yapan Tayfun Hoca, nihayetinde  Alman düşünürün devleti “ortak çıkarların yansız koruyucusu” olarak idealize ettiğine de dikkat çekiyordu. Devlet... Ortak çıkarların yansız koruyucusu olarak devlet dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ülkenin sıradan bir vatandaşı için de güven kaynağıdır.  Öyle de olmalıdır. Zira Afrika savanalarından Asya steplerine, Sibirya taygalarından Amazon ormanlarına kadar doğanın zorluğuna, vahşi hayvanlara, sıcağa ve de soğuğa karşı belli oranda direnebilen, savaşabilen, mücadele eden insanın korunmaya en muhtaç olduğu husus hemcinslerinin saldırılarıdır. İnsanın insana ettiği zulmün, insanın insana yaptığı kötülüğün benzeri yoktur doğada. İşte bu noktada bir araya geliyor insanlar. Toplumsal sözleşme ile ortaya konan bir arada yaşama, ortak çıkarları koruma arzusu… “Çökme”lere karşı bir mücadele. 

Çökülen her zaman bir mekân değildir. Para değildir. Servet değildir. Çoğu zaman haklardır, özgürlüklerdir bahse konu olan. Oysa gündelik yaşamda çoğunca fark etmediğimiz, fark etsek de kanıksamanın gamsızlığıyla üzerinde durmadığımız gasplara maruz kalıyoruz. 

“İyi insanların, namuslu insanların, saygılı insanların, trafikte kurallara uyanların, rüşvet almayanların/vermeyenlerin, liyakatli memurların, komşusu açken tok uyuyamayanların, önüne tercihler geldiğinde kendi zararına olsa dahi halkın yararı için kendi zararına olan seçeneği tercih etmekten çekinmeyenlerin…” hasılı kelam hakkına kolayca çökülenlerin yalnızlığından dem vuruyordu Seyit Tosun manifesto kıvamındaki yazısıyla yine geçtiğimiz haftanın Pencere Pazar’ında. 

İnsanların hikayesi

                Peki Murat Yeniyıldız’ı hatırladınız mı şimdi? Hani şu kaldırımda kendine ayrılan yolda yürürken hakkı gasp edildiği için kafasını araba camına çarpan görme engelli genci. 

                O bendim aslında. Yahut da sen. Bebeğiyle beraber parka gitmek isteyen ancak yumur çukur kaldırımlarda bebek arabasını bir türlü süremeyen Nilay’ın hikayesidir bu belki de. Tekerlekli sandalyesini rampası olmayan kaldırımlardan götüremediği için taşıt yoluna inmek zorunda kalan Salih’in hikayesi de olabilir. Her gün benzer sorunlar yaşayan milyonların da... Sadece hakkını koruyacağına inandığı gücü, “ortak çıkarların yansız koruyucusu”nu arkasında görmek isteyen, vahşileşmeyen, nobranlaşmayan, zulmetmeyen, “hak”ka çökmeyen, insan kalan insanların hikayesidir.

Farkında mısınız, büyük dertlerin gölgesinde kalsa bile bizim çok büyük bir kaldırım problemimiz var. Daha sık ve daha gür seslendirmemiz gereken. Ve belki de yetkililerin kulağına haykırmamız icap eden.

                Metropollerin, büyük şehirlerin birkaç caddesi dışında pek de önemsenmeyen, hele ki Anadolu kasabalarının çoğunda orman kanunlarıyla çökülen, sakinlerine vahşi bir cangılda yaşamanın tecrübesini yaşatan kaldırımlardan bahsediyorum. Yap-boz-yap mantığıyla sürekli bir metamorfizmaya maruz kalan ve rivayet odur ki bu nedenle finansal sirkülasyona sebep olan kaldırımlar. Bir engelliye, bebeğiyle dolaşan anneye, pazar arabasıyla evine giden teyzeye yahut sadece yürümek isteyen alelade bir ademoğluna yaşadığı şehri zehreden, berberin havlularına, mobilyacının çekyatına, manavın domates kasasına, kafenin sandalyesine, masasına kurban edilen kaldırımlar. Ana arterlerinden kılcallarına kadar şehir yaşamının aktığı kaldırımlar. Oysa 2007 yılında Resmî Gazete’de yayımlanan Belediye Zabıta Yönetmeliğinde açık açık bu durumun kimin yetki ve sorumluluğunda olduğu gayet net yazılmış.

                Peki kaç şehir, kaç kasabada kaldırımlar yayalara tahsil edilmiştir sizce? Çekyatcının, berberin, manavın çökmesine karşı 1397 belediyeden kaç tanesi halkının yanında yer alabilmiştir acaba?

Kilit taşı

                Kaldırım konusuna, özellikle garabet hale gelen çirkinliğine tepki gösteren insanlardan biri de yüksek mimar-restoratör Seda Özen Bilgili. Seda Hanım’ın bu konuyla ilgili serzenişte bulunan hali hazırda pek çok tweet’i mevcut. Örneğin bir tweet’inde arkadaşının “Kaldırım bir ülkenin kimliği olabilir.” sözünü aktarıyor takipçilerine, konuya dikkat çekmek için. Bir diğer tweet’inde belediye başkanlarına sesleniyor ve “Viyana ve İsviçre’de kaldırım taşı döşemek için 3 yıllık, Almanya’da 36 aylık okul sonrası bir meslek eğitimi varmış. Belediye başkanlarımız şehirlerin parasını vitrin gezmek için harcamayın, teknik eğitim sistemlerini inceleyin.” diyor.  Prag, Santorini, Balkanlar, Meksika Taxco Guerrero, Karadağ-Kotor, Sakız Adası, Portekiz, Viyana ve Polonya’dan kaldırımlarla ilgili tarihi doku örnekleri paylaşan Seda Özen Bilgili son yıllarda kanser gibi yayılan kilitli parke taşı kaplamasının kültürümüzü nasıl yok ettiğini, doğal taş kaplamanın, Arnavut kaldırımının, güzelim podimaların yerini nasıl arsızca aldığını anlatıyor. Anlaşılan o ki 1996 HABİTAT toplantısı ile alelacele uydurulan bir çözüm olan bu kilitli parke taşı tüm belediyelerimiz için vazgeçilmez bir malzeme haline gelmiş. İddialara göre uygulamasının kolaylığı, maliyeti, yüzey sularını geçirgenliği avantajları olarak sunulsa da uygulama esnasında gerekli altyapı çalışmasının yapılmaması, en azından altta yer alan kumun yeterince sıkıştırılmaması Seda Özen Bilgili’nin de dikkat çektiği üzere yağmur sularının alttaki kumu taşıması sonrası yüzeyde bozulmalara, çökmelere, seviye farklılıklarına neden olabiliyor. Umarım Seda Hanım’ın çağrısı yetkili makamlarda yankısını bulur; umarım yüzyıllar önce yerleşik yaşama geçtiğimizin ayırdına varırız artık! Ve umarım yöneticilerimiz -özellikle belediye başkanlarımız- yönettikleri şehrin sokaklarında, bizlere layık gördükleri o güzelim kaldırımlarda(!), bazen bebek bazen pazar arabasıyla, bazen de engelli aracıyla şöyle bir arz-ı endam ederler. O zamana kadar çirkin, doğallıktan zerre nasibini almamış, yumur çukur, yüksekliği ve genişliği birbirini tutmayan, esnafın tecavüzüne uğramış, engelsiz insanların bile yürümekte zorlandığı kaldırımlarda işe, okula, markete, pazara, eve gitmeye; gözümüzün içine baka baka kaldırımda yürüme özgürlüğümüze, insan gibi yaşama hakkımıza çöken arsızlarla, bir arada yaşamaya; düzgün yapılmış, estetik değere sahip, işgal edilmemiş, istismara uğramamış kaldırımlarda insan gibi yürümek arzusunu garipseyen “kısıtlı sürümler”e katlanmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Zira yetkililerin etkili olamadığı, akıntıyla sürüklendiğimiz zamanlarda da pek çok vatandaşımız bu tür durumlara karşı kayıtsız kalıyor. Susuyor. Çünkü biliyor ki bugün göz yumduğu, ses çıkarmadığı yanlışları yarın kendisi de yapabilir. 

                “Yapacak!

                Hem de bile isteye.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi