HİÇLEŞTİRİLEN BİR KADIN MARİ GEREKMEZYAN

Türk resim sanatının gelişiminde yapı taşlarından biri olan Bedri Rahmi Eyüboğlu; resimleri ve şiirleriyle Anadolu motiflerini dünyaya taşıdı. Yaşar Kemal’in “Anadolu’nun kedisiydi, koklamadığı yer kalmamıştı” dediği Bedri Rahmi sanatının yanı sıra eşi Eren Eyüboğlu’na duyduğu aşk ve Heykeltraş Mari Gerekmezyan’a olan tutkusuyla da anıldı. Mari’yle yaşadığı aşk, Mari’nin ellerinden çıkan heykellere can verirken, ‘Bedirim’ diye seslendiği Bedri Rahmi’nin ise dizelerine, tuvallerine yansıdı.

Bedri Rahmi’nin şiirlerinde ‘Karadutum, çatal karam çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem…’ diye seslendiği Mari aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde felsefe öğrencisiydi. II. Dünya Savaşı’nda Yahudi soykırımdan kaçan Rudolf Belling o dönem Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Mari’nin hocasıydı. Onun heykeldeki yaratım gücüne inanmış, Atatürk’ün doktoru Neşet Ömer İrdelp’in, Prof. Dr. Şekip Tunç’un büstünü ve Patrik Mesrob Tin’in maskını yapmasını istemişti. Neşet Ömer İrdelp ve Şekip Tunç büstleriyle Mari, Ankara Heykel Sergisi Ödülü’nü aldı. Mari’nin yaptığı Bedri Rahmi büstü ise ‘Ben-Sen-Onlar Sanatçı Kadınların Yüzyılı sergisinde yer alıyor. Eren Eyüboğlu’nun muhafaza ettiği büstü 22 Mart tarihine kadar Meşher’de görebilirsiniz. Mari, Yahya Kemal büstüyle de Ankara Devlet Güzel Sanatlar Sergisi’nde birincilik ödülünü aldı. Ödül törenlerinde, gazetelerde diğer sanatçıların isimleri eserleriyle birlikte anılırken Mari’nin adı yazılmadı, yok sayıldı. Evli bir erkekle aşk yaşaması üstelik Ermeni ve bir kadın heykeltraş olması Mari’nin toplumdan dışlanmasına sebep oldu. Bu öyle bir yok sayılma idi ki Bedri Rahmi’nin hayali bir karakter yarattığını, gerçekte Mari Gerekmezyan diye birinin olmadığını iddia edenler bile oldu. Oysa o dönem Bedri Rahmi’nin çevresinde olan insanlar; Fikret Adil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Adalet Cimcoz, Muzaffer ve Mari Ertoran, Orhan Veli, Sait Faik, Ara Güler, Sabahattin Eyüboğlu, Mualla Eyüboğlu ve şairlerin, ressamların, edebiyatçıların buluşma mekanı, o unutulmaz meyhanenin sahibi Mösyö Lambo bu aşkın tanığıydı.

Mari’yle ilgili elimizde çok az kaynakça var. Pangaltı Mezunlar Derneği’nin Mari’nin ölümünün ardından yayınladığı Mari özel sayısı, Karin Karakaşlı’nın ‘Can Kırıkları’ kitabında yer alan hikaye dışında, bazı hatıratlarda tek satırda adı geçiyor. Ancak 2000’li yıllarda yapılan akademik çalışmalarda Mari Gerekmezyan’ın adına rastlıyoruz. 34 yaşında veremden yaşamını yitiren Mari, hasta yatağından ölmeden birkaç gün önce şunları yazar: Ressam olduğumu sanıyorlar. Ne ressamı? Filozof olduğumu sanıyorlar. Ne filozofu? Ben hiçim, hiç! Ama hiç olmak ne garip, ne korkunç.

İki genç yazar üstelik kardeş de olan Müjgan ve Vildan Tekin, Mari Gerekmezyan’ın unutulmasına izin vermediler. Uzun bir çalışmanın ardından Mari’nin hikayesini bir romanla okuyucuyla buluşturdular. Bu hafta üzeri tozla kaplanan ancak iki genç yazarın o tozu kaldırma cesareti gösterdiği bir sanatçıyı tanıyacağız. Yazarları gibi biz okuyucular da kitabı okurken hem Mari Gerekmezyan hem Bedri Rahmi Eyüboğlu hem de Eren Eyüboğlu olacağız. Eren Hanım’ın bir kadın olarak yaşadığı ıstıraba ortak olurken onun çağının ötesinde sanata, aşkla birlikte doğan yaratım gücüne olan inancına, saygısına şahitlik edeceğiz. Gelin Mari’nin hikayesini Müjgan ve Vildan Tekin’den dinleyelim.

Mari’nin hikayesini yazmaya nasıl karar verdiniz?

M.T: Bu fikre Vildan’ın beni İş Kültür Sanat’taki “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar-Biz Mektup Yazardık” Sergisi’ne davet etmesiyle karar verdik. Oraya giderken aslında bu fikir aklımızın ucundan geçmiyordu. Sergiye giderken bir veya iki saat vakit geçiririz diye düşünmüştük ama öyle olmadı. Mari’ye yazılan mektuplar, arka fonda Bedri Rahmi’nin sesinden şiirler ve Mari’nin ellerinden belki çok acı çekerek çıkardığı Bedri Rahmi büstü karşımızda duruyordu. Bedri Rahmi’nin de nasıl bir duygu yoğunluğuyla çizdiğini hala anlayamadığımız Mari tabloları sergileniyordu. Sergi kapanana kadar orada kaldık, o şiirleri kaç kez dinledik bilmiyorum. Bu kadar güçlü bir kadın sadece Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yasak aşkı olarak bilinmemeliydi. Üretken bir kadınla karşılaştık. Bir süre sonra da Vildan’la birlikte araştırmalar yapmaya başladık. Vildan’ın akademide olması bize büyük bir avantaj oldu. Kaynakçalar çıkartılması gerekiyordu. Mari’yle ilgili maalesef yeterli kaynak yoktu, her kaynakta sadece birer cümle vardı.

V.T: O sergide tabi ilk kez Bedri Rahmi ve Mari’nin birbirlerine yazdığı mektupları okuma şansımız oldu.

Siz aynı zamanda kardeşsiniz. İki kardeş olarak bir roman yazmayı nasıl başardınız? Kitabı okurken metinde herhangi bir farklılık hissetmiyoruz. Birlikte senaryolar da yazıyorsunuz. Bunun getirdiği bir pratik miydi?

V.T: Müjgan’ın daha önce yayınlanmış üç romanı var. Üslup farkı nasıl harmanlanacak açıkçası kaygılıydım. Ama Marx’ın “İnsan toplumsal koşulların ürünüdür” sözü bizim için önemliydi.  Biz aynı koşullarda büyüdük, aynı kaynaklardan beslendik, aynı kitapları okuyup, aynı müzikleri dinledik. Düşünce dünyamız özgün farklıklarımızı korumakla birlikte hayata da aynı yerden baktığımız için işimizi kolaylaştırdı. Edebi metinlerde iki yazarlı olmak risk de taşıyor. Üslup farklılıkları okura yansırsa kopukluklar olur endişesini taşıyorduk. Ama daha sonra bu kısmı sen mi yazmıştın ben mi yazmıştım dediğimiz bölümler oldu. Edebiyatta da bunun örnekleri var: Melih Cevdet Anday ve Arif Damar’ın birlikte yazdığı ‘Yağmurlu Sokak’ kitabı ya da Borges’in başka bir yazarla yazdığı öyküler vardır. Borges “Çok büyük dost olduğumuz için bunu başarabildik” der. Biz de kardeş olmayı avantaja çevirdik. Üslup olarak ben Müjgan’ın kalemine uymaya çalıştım. Doktora çalışmamda felsefe ve sanat ilişkisine baktığım için kitaba da sanat ve felsefe anlamında ne katabilirim diye düşündüm. Mari’nin de heykel yapmasının yanı sıra felsefe eğitimi görmesi beni cesaretlendirdi.

AHMET HAMDİ TANPINAR, MARİ’NİN HOCASI

Kitapta o dönemin siyasi ortamını da yansıtıyorsunuz.  Sait Faik, Orhan Veli, Adalet Cimcoz, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mualla Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Cevat Şakir, Hasan Ali Yücel, Agop Arad, Burhan Arpad, karşımıza çıkan isimlerden. Nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz? Tüm bu belge ve bilgileri nasıl toparladınız?

M.T: Bu bir Mari Gerekmezyan romanı olmalıydı, işin içine girdikçe cesaret kazandık. Mari’yi kadın yazarların yazması gerekiyordu, ancak bilgi bulmak çok zordu. Tam da çalışmaya başladığımız dönemlerde 2017’lerde Mari hakkında çalışmalar yapan akademisyenler olduğunu fark ettik, doktora tezleri vardı.  Şöyle düşündük: Bedri Rahmi’nin yakınında kimler varsa Mari’nin de yakınında olmaları gerekirdi. Örneğin Ahmet Hamdi Tanıpınar’ın Mari’yi bilmemesini imkan yoktu! Hocası aynı zamanda. Kaynak taraması yaparken o döneme denk düşen anıları taradık. Mari ile ilgili söylenenleri topladık.  Fikret Adil’in Mari’nin hayatında önemli bir yeri var. Muzaffer Ertoran ve Mari Ertoran’la aynı bölümdeler. Mutlaka Mari ile ilgili anıları vardır diye düşündük. Bunu araştırırken o dönem akademide bulunan sayılı kadın heykeltraşlardan Zerrin Bölükbaşı ile karşılaştık. Esma İgüs’ün kendisiyle ilgili yaptığı bir çalışma vardı. Mari de o makalede dipnotta geçiyordu.Yine o makaleden edindiğimiz bilgiye göre Zerrin Bölükbaşı eriyen mumlardan heykeller yapıyor. Kitabımızda bu bilgiyi Mari için kullandık. Mari, Fikret Adil’in evinde Bedri Rahmi’nin heykelini eriyen mumlardan yapar. Bu bilginin Mari’yle doğrudan ilgisi olmasa da Zerrin Bölükbaşı ile ilgili olan bu detayı kitabımıza taşıdık.

“BEN BABANA NASIL AŞIK OLDUYSAM, BEDRİ RAHMİ DE

MARİ’YE ÖYLE AŞIK OLDU”

Romanda anlatılan aşka da aşkın iki sanatçının yaratım gücüne olan etkisine de hayran kalıyoruz. Mari sizin kaleminizde can bulduğunda neler hissettiniz?

M.T: Öyle bir şey ki romandan önce başka bir çalışmaya başlamıştık. Öncesinde bir sinema filmi senaryosuna girişmiştik. Senaryoyu yazarken Mari olmak, Mari gibi düşünmek zorlayıcıydı. Ağır bir dönem. Mari, Ermeni ve yoksullukla da mücadele eden bir kadın. Heykellerini yapabilmesi için malzeme almakta sıkıntı çekiyor ve hiç planlamadığı şekilde akademide hocasına aşık oluyor. Mari’yle empati kurmak ağır bir duyguydu çünkü toplumdan dışlanıyor.Kitapta Narmanlı Han’da geçen bir bölüm var. Mari merdivenlerden çıkarken arkasından konuşuyorlar. Bunu Ara Güler’in anılarında da görüyoruz. Zarar gören Bedri Rahmi değil, Mari Gerekmezyan’dı. Kitabı yazarken Eren Eyüboğlu’nu da kollamak zorundaydık. İki kadının arasındaki dengeyi kurmamız önemliydi. Bu anlamda Eren Hanım’ın oğluna söyledikleri bizim için yol gösterici oldu. “Yapacak bir şey yoktu. Ben Paris’te babana nasıl aşık olduysam, Bedri Rahmi de Mari Gerekmezyan’a öyle aşık oldu” der.

Hem Mari oluyorsunuz hem Eren Hanım hem de Bedri Rahmi. Adalet Cimcoz, Bedri Rahmi’ye Mari’ye olan aşkı yüzünden sinirleniyor. Tüm bunları dengelemek sizin için zor olmadı mı?

M.T: Çok zordu, en zoru buydu aslında. Çünkü iki kadının mücadelesinin savaşa dönmesi yönünde bir algı vardı. Biz olanı korumaya çalıştık, bizim buna dair söylemek istediğimiz bir şey vardı. Bu iki kadın birbirine düşman değil, birbirlerinin yerine geçmeye çalışmıyorlar. Ortada iki yaşında bir çocuk var. Eren Hanım belki de onun varlığı nedeniyle sessiz kalıyor. 1940’lar savaş koşulları. Romanya’ya dönebileceği bir ortam yok. Mari için de o dönem zor, kadın daha çok evde. O ise bir yandan heykel yapıyor bir yandan yoksullukla mücadele ediyor ama yalnızlaştırılıyor. Onun yalnızlık duygusuyla yaşadığı aşka tutunması da başka bir şey. Yazarken amacımız kimseyi yargılamak değildi. Yasak aşk gibi gizleyerek yaşadıkları bir durum da yok! Araştırmalarımızda gördüğümüz şey; Mari öldükten sonra onu korumak için onunla evlenen Fred Gross ve Bedri Rahmi’yi teselli eden insan Eren Hanım. Eren Hanım o kadar yüce gönüllü ki bu iki erkeği teselli ediyor. Bedri Rahmi’nin Mari’ye dair yaptığı resimleri, Mari’nin Bedri Rahmi büstünü saklayan Eren Hanım. Onun sayesinde günümüze kadar korunmuş.

BEDRİ RAHMİ BÜYÜK KULÜP’TE KARADUT ŞİİRİNİ OKUR

Bedri Rahmi’nin bir aşk olmadan üretemeyeceğini görüyor belki de. Aşka ve yaratma gücüne sahip çıkıyor. Öyle değil mi?

Aşk olmadan Bedri Rahmi üretim yapamıyor. Mari’nin ölümünün ardından Bedri Rahmi Büyük Kulüp’te kendisinden şiir okuması istendiğinde Mari’ye yazdığı ‘Karadut’ şiirini okuyor, Eren Hanım salonu terk ediyor ve Paris’e gidiyor.  Ama mektuplarından anlıyor ki Bedri Rahmi üretemiyor. O, “Bedri Rahmi resim yapabilmeli” diyor ve tekrar geri geliyor ve ölene kadar Bedri Rahmi’yle birlikte üretiyorlar.

“MARİ’NİN YOK SAYILMASI BİZİ DE YARALADI”

M.T: Mari o kadar unutturulmaya çalışılıyor ki öyle bir kadın yok, Bedri Rahmi hayali bir aşk yaratıyor, bu hayali aşk dilden dile söyleniyor deniliyor. Ancak 1940 yılında yayınlanan San Dergisi her şeyi gösteriyor. Bu kadar yok sayılma duygusu da bizi yaraladı.

ÇOK SATANLAR

1. İyi Aile Yoktur, Nihan Kaya

2. Zamir, Hakan Günday

3. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli

4. İz Bıraktığın Kadar Varsın, Esra Ezmeci

5. Var mısın? Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler, Doğan Cüceloğlu

HAFTANIN KİTAPLARI

MUTLULUK

Hermann Hesse

Yapı Kredi Yayınları

“Mutluluğu deneyimleyebilmek için öncelikle zamandan, böylelikle korkudan hem de umuttan bağımsızlık gerekir” diyen Hermann Hesse’nin 1944-1956 yıllarına ait düzyazılarını içeren bir kitap; Mutluluk. Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda.

CAN KIRIKLARI

Karin Karakaşlı

Can Yayınları

Karin Karakaşlı’nın sevilerek okunan kitabı ‘Can Kırıkları’nı’ da listeye alıyoruz. Kitapta bu hafta Ayraç’ta yer verdiğimiz Mari Gerekmezyan’ın öyküsü de var.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL LEZZETLERİ

Derleyen: Merin Sever

Kültür A.Ş.

İstanbul’un geçmişten günümüze uzanan yemek kültürü Merin Sever’in derlemesiyle yayınlandı. Rum, Yahudi, Ermeni mutfaklarının yanı sıra Karadeniz, Antep, Ege, Boşnak, Balkan, Kafkas, Trakya, Mardin, Antakya, Diyarbakır mutfakları gibi yerel mutfaklar da kitapta yer alıyor. İstanbul lezzetleri, Antik Yunan ve Bizans’tan Osmanlı saray mutfağına, şehrin geleneksel yemekleri yazı ve söyleşilerle aktarılıyor.

RESİM HEYKEL MÜZESİ

BİR VAROLUŞ ÖYKÜSÜ

Ayşe H.Köksal

İletişim Yayınları

İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Resim Heykel Müzesi Bir Varoluş Öyküsü’ kitabı kurulduğu günden itibaren, varlıkla yokluk arasında gidip gelen bir müzenin var olma mücadelesini anlatıyor.

TRANSİT YOLCULAR

Müge İplikçi

Can Yayınları

Müge İplikçi Can Yayınları’ndan çıkan Transit Yolcular kitabında gitme ve kalma eylemini, yaşam yolculuğunu kurguyla harmanlıyor. Öykülerinde yazgılarından kaçmaya çalışan sıra dışı kadınları anlatan yazar, birbirleriyle bağlantılı hikayeleri okuyucuyla buluşturuyor.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

KARANFİLLER VE DOMATES SUYU

Sait Faik Abasıyanık

İş Bankası Kültür Yayınları

İş Bankası Yayınları resimli edebiyat serisi yayınlıyor. Listeye bu özel seriden Sait Faik Abasıyanık’ın Mahalle Kahvesi adlı kitabında yer alan ‘Karanfiller ve Domates Suyu’ hikâyesinden uyarlanan kitabını ekliyoruz.

PİSAGOR VE ŞU LANET SAYI

Lucca Novelli

Can Yayınları

Çocukken deniz kenarında karatahta yerine kumu kullanarak aldığı dersler, Akdeniz'de yaptığı yolculuklar, Yakındoğu’nun kadim medeniyetleriyle tanışma, Tales gibi bilginlerle kurulan dostluklar, Polykrates ile anlaşmazlıklar... Ve tabii ki büyük fikirleri... Batı’da “filozof” kabul edilen ilk kişi Pisagor olmuştu ve matematiği “bilimin kraliçesi” mertebesine ulaştıran öncüler arasında yer alıyordu. Hakkında akıl sır ermez hikâyeler dolaşıyordu. Hem sevildi hem de nefret edildi, bir yandan takdir diğer yandan zulüm gördü. Olimpiyat şampiyonu, filozof, müziksever ve büyük matematikçi Pisagor’un hikayesi Can Yayınları’ndan çıktı.

NASRETTİN HOCA HİKAYELERİ

Orhan Veli

Everest Yayınları

Orhan Veli minik okurlarını Nasrettin Hoca fıkralarıyla buluşturuyor. “Bu fıkraları bulabilmek için birkaç kitap karıştırdıktan sonra gördüm ki ünü yabancı ülkelere kadar yayılmış olan bu milli kahramanların hikayeleri daha hala Türkçe olarak yazılmamış. Güzel bir üsluptan geçtim, okuduğum kitaplarda, doğru dürüst bir Türkçe bile yoktu. Bunun üzerine de, bu fıkraları okunabilir bir dille yazmanın, küçümsenemeyecek bir iş olduğuna inandım. Yazdığım Nasrettin Hoca fıkralarının, bugüne kadar yazılanların en iyisi olduğunu söylersem pek de böbürlenmiş sayılmam” der Orhan Veli.

SÜPER GAZETECİLER

Aytül Akal

Tudem Yayınları

Süper Gazeteciler, yedinci sınıfa giden dört arkadaşın kendi çabalarıyla hazırlayıp dağıttıkları “Süper Gazete” üzerine çalışırken karşılaştıkları olaylar üzerine kurulu heyecan dolu bir serüven. Dört kitaplık bir serinin ilk halkası olan Süper Gazeteciler'in birinci macerasında, Evren ve Yener, hazırladıkları “Süper Gazete”ye renk katmak için dikkat çekici bir röportaj konusu ararlar. Bu arada, gazetede çalışmak için ısrarda bulunan Elif ve Selin’i atlatabilmek için türlü numaralara başvururlar. Macera seven okuyucular için bu hafta listede.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi