Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

Hilafeti “Yine buradan ayağa kaldıralım istedik.!”

Tam 24 Haziran 2018 seçimlerine giden süreçte ortaya bir ‘anayasa’ taslağı attılar.

Burkina-Faso’dan Cibuti’ye uzanacak İslam Ülkeleri Konfederasyonu’nun resmi dili Arapça, başkenti İstanbul/Türkiye. Bayrağı bile var. Bir tek ‘başkan’ eksik—ya da ‘halife’.!

O eksiği de dönemin Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Nebati tamamlıyor: “Türkiye Recep Tayyip Erdoğanla hem Türkiye’nin kendi coğrafyası hem İslam ümmeti hem de dünya siyaseti içerisinde liderliğini pekiştiren bir ülke oldu.

Rabbimize ne kadar hamdetsek azdır”.

Anayasa “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetlerinin belirlediği ümmet anlayışı doğrultusunda” hazırlanmış. “Egemenlik Şeriatındır” hükmüne dayanıyor.

Halbuki 429 sayılı (1924) Kanun “Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nasa dair ahkâmın teşrî ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun teşkil ettiği hükümete aittir” diyor.

‘Nas’ esas olarak dini kural, ‘muamelât-ı nas’ da ‘yasa koyma’ demek…

Erdoğan ‘nas’ lafını ilk kez 17 Kasım’daki ‘Maliye Bakanı alkışlamadı’ toplantısında etmişti.

O gün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun faiz kararı bekleniyor. Ama asıl beklenen onun kararı—Merkez Bankası emir kulu.!

Fetva verir gibi ‘nası’ hatırlatıyor: “Bu (faiz) konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre… Eee? Sana bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içinde olaya buradan bakacağız” diyor.

Banka da ‘oradan’ bakıyor, faizi düşürüyor.! Türk lirası dört günde yüzde 24 değer yitiriyor.

Yani ‘değerler silsilesinde’ Şer’i hükümler T. C. Anayasası’nın üzerine çıkıyor.!

Merkez Bankası faizi 17 Aralık’ta tekrar düşürüyor. Türk Lirasının değer kaybı hızlanıyor. Ertesi gün İstanbul’da Afrika-Türkiye Zirvesi var. Katılan ülkeler—üçü hariç—ya zaten İslam Cumhuriyeti, ya Şer’i rejimi benimsemiş, ya da halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkeler…

Ülkelerin liderleriyle Dolmabahçe Sarayı’nda görüşüyor ve Muayede Salonu’nda yemek veriyor.

Aynı salonda geçen Pazar (19 Aralık) İlim Yayma Cemiyeti’nin ‘ödül’ töreni vardı.

‘Bunlar da kim?’ derseniz, Vakfın Başkanı Mahdum Bey, oradan anlayın kim olduklarını…

Muhterem Pederi de törende—ödülleri veriyor. Kendisi de ‘ödül’ alıyor. Elbette konuşuyor da.

Lafı yine ‘faize’ getiriyor: “Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm… Bu.!”.

Hüküm dediği Kur’an hükmü.! Açıkça Anayasa’nın ‘laiklik’ ilkesini çiğniyor—tekrardan.!

Türk Lirası serbest düşüşe geçiyor—taş gibi.!

Ülkedeki panik havası içinde—cılız bir iki ‘tepki’ dışında—kimse ‘laiklik maiklik’ düşünemiyor…

Asıl çarpıcı beyan ise tümüyle gözden kaçıyor…!

Türkiye’nin son ‘on dokuz yılı’ Cumhuriyet tarihinin de ötesine geçen ‘kadim bir mücadelede’ yeni bir safhaya geçişin sembolüymüş; ‘asırlık özlemleri’ dindirmişler. Yüreklerini yakan (!) meselelere ‘Kudüs davasını’ ve ‘Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi›nin müzeye çevrilmesini’ örnek veriyor.

Bir ara metinden ayrılıp salonu gösteriyor, “İki gün önce yine bu kubbenin altında Türkiye Afrika Liderleri Zirvesi’nin kapanışını yaptık. İstiyorduk ki bu buluşma, bu birliktelik, bu dayanışma, nasıl ki burada farklı bir şekilde hitâma erdi, yine buradan ayağa kaldıralım” diyor, tekrar metne dönüyor.

Acaba o hitâma (sona) eren, şimdi ayağa kaldırılan şey ne…?

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mudanya Mütarekesi’nden yirmi gün sonra, 1 Kasım 1922’de ‘saltanatı’ kaldırıyor. Padişah Vahdettin ‘Müslümanların Halifesi’ sıfatıyla İngiltere’den sığınma istiyor ve 17 Kasım sabahı İngiliz askerinin korumasında Malaya zırhlısıyla ülkeyi terkediyor.

Vahdettin’in sultanlığı ve halifeliği Dolmabahçe Sarayı rıhtımında hitâma (!) eriyor.!

TBMM Abdülmecit Efendi’yi ‘halife’ atıyor ve Dolmabahçe Sarayı’nı ona ve Osmanlı ailesine tahsis ediyor. Halife Abdülmecit 3 Mart 1924’te ‘hilafet’ kaldırılana kadar orada yaşıyor.

Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının tüm mensuplarının Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılmaları kararı Abdülmecit Efendi’ye Dolmabahçe Sarayı’nda tebliğ ediliyor.

Abdülmecit’in halifeliği de Dolmabahçe Sarayı’nda, “Farklı bir şekilde hitâma” eriyor.

Yani “Yine buradan ayağa kaldıralım istedik” dedikleri şey ‘hilafet’…

Cumhuriyeti’mizin en temel değeri olan laiklik—ve demokrasi—fiilen hitâma (!) erdirilirken…!

Bir CHP milletvekili, İlim Yayma Ödülleri töreni için Saray’ın Muayede Salonu’ndaki antika halı, taşınan masa ve objeler, korunması gereken ‘parkelere’ dikkat çekip soru önergesi veriyor.

Başkalarından ne bir ses ne bir nefes.!

Aslında korunması gereken Dolmabahçe Sarayı’nın halı ve parkelerinden çok daha fazlası.
Sanki farkında değil gibiyiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi