Hop hop değiş Tonton!

Görüntüne eşlik eden müziği seçtiğin, bir şarkının sözlerini kendini anlatmak için kullandığın bir aracı olarak Tiktok çok sesle hiç ses arasında bir yerde duruyor.

Çocukluğumun çizgi filmiydi. Kendisini değil ama repliğini iyi hatırlıyorum. Hayatın tüm sorunlarına değişerek cevap veren yumuşak, puf puf bir aile. Tontonlar. Hop, hop değiş Tonton diyerek her şey olabiliyorlardı. Hangi çocuk bu repliği unutabilir ki? Denize mi gireceksin? Simit ol. Uçurtma mı uçuracaksın? Uçurtma ol. Fazla mı büyüksün? Fazla mı küçük? Değiş. Sorunların için çabalamana gerek olmayan mucive çözüm. Değiş dediğin an ihtiyaca göre değişip şekilleniyorsun. Adeta bir sihirli hap. 80’lerden bahsediyoruz elbette üretilen içerik o dönemin sosyo – politik, ekonomik altyapısına uygun olacaktı.

Bu son dönemde en çok ses getiren Tiktok akımlarından birini görünce aklıma ilk bu çizgi film geldi. Hani ayakabıyı havaya atıyor ve giydiklerinde yepyeni bir kıyafetle görüntüleniyorlar. Her ortama uyum sağlayabilen insan olma hayalimiz ya da her yerin bir parçası olabilmemizden çok, içinde olabildiğimiz her ortamı, kıyafeti paylaşma çabası bana bir hayli ilgi çekici geliyor. Bir doktor hoop oluyor sana seksi bir gece elbisesi içindeki kadın. Bir sporcu oluyor sana seksi bir gece elbisesi içindeki bir kadın. Bir aşçı oluyor sana seksi bir gece elbisesi içindeki bir kadın. Yok yanlışlıkla tekrarlamıyorum. Olan tam olarak bu olduğu için hep aynı cümleyi yazıyorum. Cinsiyetsiz bir kimlikten cinsiyetin abartılı bri temsiline doğru giden bir yolu sessiz sessiz yürüyor kahramanlarımız. Siz ne sandınız? İstesek giyinip biz güzel olamaz mıyız? Aslında çok değişiyormuş gibi görünüp hiç değişmediğimiz ve dönüp dönüp hep aynı insana evrildiğimiz, çok sesli gibi görünerek hiç ses çıkaramadığımız, yüksek sesli müziklerin yerimize konuştuğu bir akım daha. Belki de tüm bu yeni dünya insanlar üzerinde başka başka baskılar yaratıyor. Sağlıklı ol, değişebilir ol, seçmediğin hiçbir özelliğinle öne çıkma, gösteriş yapma, azla yetin. Ya da kim uğraşacak hepsini bırak seksi bir gece elbisesi içindeki kadın ol.

Ah biz 4 kollu 4 bacaklıydık. Ah biz hep o diğer yarımızı arar dururuz ya. Kendimizi arıyoruz aslında. Bunu yaparken de kılıktan kılığa giriyoruz. Şekilden şekile evriliyoruz. Çünkü görmediğiniz kimliklerimiz var birikmiş. Hepsini gösterebilmek kolay değil. Kimi zaman saçlarımız uçuşur fotoğraflarda, kimi zaman salaş bir akşamüstüdür arka fon. Kimi zaman hazırlanmış dışarı çıkıyoruzdur ama hey, hazırlanmamış gibi çekebilir misiniz? Çok sevdiğim şeyler var kendimde ama bunu söylemek kolay değil. Sanki onları hiç sevmiyormuş gibi fotoğraf çekebilirim. Ben bir kitap mıyım ki insanlar okusun beni?

Kimi zaman kendimizi en beğendiğimiz ama normalde pek paylaşılamayacak olan bir fotoğrafı paylaşmak için bir fotoğraf altı yazısı bulmak zorunda kalırız. Kimi zamansa bu yeni çağ bizi kurtarır. Kısaca #nocomment, yazacak bir şey yok, sadece paylaşmak istedim diyebiliriz. Her paylaşılan aslında sessizce bir akışın parçası olur. Mesela hemen yine ertesi gün “sadece paylaşmak istedim, çünkü güzel çıktım” diyemezsiniz. O hakkı dün kullandınız, bir sonraki için biraz paylaşım biriktirmelisiniz. Bunlar hep sosyal medyanın üzerinde anlaşılmaya varılmamış ama genel kabul gören kurallarıdır.  

Velhasıl ben aslında bu yazıda #shoecallenge akımından bahsediyorum ama bahsettiğim akımı bilmeseniz bile diğer medyalar aracılığıyla yayılan içeriklerden biri anlattıklarıma denk düşecektir diye düşünüyorum.  Tabii ses getirdi dediysek, etkisi bir hafta ancak sürebilir o ayrı.

Bu akımdaki videoları izlerken aklıma iki şey takıldı. Yoksa videolar çoktan tarih sayfalarında yerini aldı ben yazarken. Aklıma takılanlar ise hep sorun olarak var olmaya devam edecek gibi duruyor.

Yeni medya kültürünün giderek daha fazla görüntüye dayandığını söylemeye başlamıştık ki, ses olanca hızıyla geri geldi. Bu konunun ana kahramanı olan podcastler üzerine düşünmeyi başka haftaya bırakayım. Ama Tiktok’un da görüntü kadar sesle ilgili olduğunu düşünüyorum başından beri. Görüntüne eşlik eden müziği seçtiğin, bir şarkının sözlerini kendini anlatmak için kullandığın bir aracı olarak Tiktok çok sesle hiç ses arasında bir yerde duruyor. Kendi sesin yerine müziği kullanmak nedense bana “maskeli balo ve onun sahte yüzleri” şarkısını hatırlatıyor bana. Öyle ya, eğer bir ses maskesi olsaydı, bu Tiktok gibi de olabilirdi hani. Kendi sesini gizleyerek başka bir sesle varolmak bir maskeli baloda yüzünü gizleyerek başka bir dış görünüme bürünmekten farklı olmamalı. Olmadığın bir görüntüye sahip olmak, olmadığın bir sese sahip olmak, videolarda arkaya sadece müzik yerleştiğinde gerçekleşen bir kurgu. Örneğin bir reklamda hep beraber şarkılar söylerek eğlenen kocaman bir aileyi, güneşli bir bahar sabahını ya da akiam güneşinin deniz kenarına vuran görüntüsü ile birlik olmuş ve bir masada kenetlenerek şarkı söyleyen insanları görürüz ya hani. Ama bu reklamdır, biliriz. Gerçekte ya o aile, ya o içecek ya o güneş, ya o deniz kenarı yoktur. Olsa bile bu anlık birleşim sadece saniyelik bir fotoğraf karesidir. Bu kareye ulaşmak içindir ki bir yıllık çalışmayla bir haftalık tatil satın almaya çalışırız bazen. İşte söylemeye çalıştığım kendini ana karakter olarak gösterebildiğin bir videoada da benzer bir yapı olduğu. Şarkının ritmi aslında senin odanda çektiğin videonun ritmini değiştirerek onu bir standarta yükseltiyor “alçaltıyor da olabilir”. Halbuki verili durumda, pişen yemeğin fokurdama sesi, çocuğunun arka fondaki şarkısı hatta yeterince şanslı değilseniz flütü, açık televizyonun gürültüsü, yan apartmandaki inşaatın acıtıcı sesleri hep o ana eşlik ediyor. Dolayısıyla da bence bu videolar hep çokça sesi hayatınızın orta yerine bırakıyor hem size sessiz daha doğrusu ses maskesi ile gizliyor, perdeliyor. Ama ses maskesi bir yandan sizi sesinizden alıkoyuyor. Sesi gizleyerek başka biri olamıyorsanız eğer o zaman sesinizi herkesle aynı hale getiriyorsunuz. Yüzlerce farklı ses bir şarkıya dönüşüyor ve her ne kadar herkes için anlamı farklı olsa da aslında hep aynı nakarat çalıyor arka fonda.  

Kendi ile ilgili bir şeyler söylemezse hep suskun kalan insanlar var. Sessizlik çevresini saran bir çember oluyor bazıları için. Anlatamadıkça, anlatmak istediklerini yeni bir aracıya kavuşturmayınca, kendini göstermeden anlatabilmeyi başaramadıkça ruhlar hep huzursuz, hep azapta. Bu son dönemde ortaya çıkan akımlarda çoğunlukla merkezde hep bir kadın olduğunu sanıyordum. Halbuki 10 dakikalık bir araştırma ile aslında bunun sadece diğer medya siteleri tarafından cımbızlanan içerik olduğunu anladım. Çoğunlukla merkezde hep bir kadın, dedim ya, sebebini geçelim şimdilik. Bize her halini göstermek için bir ayakkabıyı havaya atıyor bu kadın. Ve onu giydiği an bambaşka bir veçhesini görüyoruz kadının. Çünkü o tek kişi değil. Kim olabilir ki? Hangimiz göründüğümüz kadarız? Hangimiz göründüğümüzden fazlasıyız?

Hep her anımızla ilgili detay vermek, her anı doyasıya anlatabilmek istiyoruz. Uzaktan bakınca haylü üzücü.

Video gösterir, sinema seyrettirir. Birini görür diğerini seyrederiz. Dolayısıyla video izlediğinizde izlediğiniz hayat size kimin, neyi gösterdiği ile şekillenir. Gören insan gösterenin eline düşer. Geriye sadece gösterenin seçtiği imajlar ve sesler kalır. Onlar da hep birbirine benzediğinde aslında değişen tonton hep seksi gece elbisesi içindeki kadına dönüşür. Ama güzel oldu, neden olmasın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aslı Kotaman Arşivi