HRANT DİNK’İ MEDYA HEDEF GÖSTERDİ

‘Ermeni’ye bak’, ‘Hrant hırlıyor’, ‘Kovun bunları’, ‘Hrant kaşıyor’, ‘Ya sev ya terk et’…

Bu sözler Hrant Dink’i ölüme götüren gazete manşetleri, köşe yazılarının başlıkları. Pek çoğumuzun aşina olduğu nefret söylemleri. Hrant Dink 15 yıl önce, 19 Ocak 2007 tarihinde katledildi. “Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz…” demişti. Pek çok aydın gibi katledildi. Dava bir utanç dosyası olarak ortada duruyor. Hrant Dink’in öldürülmesinde medyanın rolü neydi? Ana akım medya bu duruma nasıl tepki verdi? Nefret söylemleri, nefret suçuna nasıl dönüşür? Sezen Aksu için başlatılan linç kampanyasında medyanın ve politikacıların sorumluluğu nedir? Bu hafta sayfamızı nefret söylemine ayırıyoruz. Haftanın kitapları ve kitap kurtları köşelerinde de ayrımcılığa ilişkin kitap önerilerimiz var.

Ayraç’ta ise 2009 yılından bu yana nefret söylemi üzerine çalışmalar yürüten, ‘Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları’ kitabını derleyen aynı zamanda benim de Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden hocam olan İletişim Akademisyeni Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’nu ağırlıyoruz. İnceoğlu’yla nefret söylemi kavramını konuştuk.

Nefret söylemi nedir? Nefret suçuyla karıştırılabilen bir kavram. İkisi arasındaki ayrım nedir?

Nefret söylemi kavramı 1980’li yıllarda ortaya çıktı. Eleştirel söylem analisti Hollandalı Van Dijk, toplumda zihinsel denetimi sağlamak için söylemi denetlemek ya da bizzat üretmek gerektiğini söyler. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin nefret söylemi hakkında 1997 yılında aldığı tavsiye kararı var. Bu nefret söylemi kavramı için bir dönemeç olarak kabul edilir. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, hoşgörüsüzlük, nefret söylemi yayan, teşvik eden bir ifade biçimi olarak tanımlanıyor. Hrant Dink Vakfı’nın yayınlandığı ‘Medyada Nefret Söylemi Raporları’ var. Nefret söylemi birtakım kategorilere ayrıldı: Abartma, küfür, aşağılama, şeytanileştirme, simgeselleştirme nefret söyleminin tanımlanmasında önemli ölçütler.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) tanımına göre; “Bir şahsa veya mülküne karşı işlenen herhangi bir suçun kaynağı o kimsenin ırkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, yaşı, fiziksel veya zihinsel engelleri yahut buna benzer bir aidiyeti ise, bu suç nefret suçudur”. Türkiye AGİT’e katılımcı ülke ama nefret suçları yasası yok, katılımcı ülkelerin dörtte üçüne yakınının nefret suçları yasaları var.

NEFRET SÖYLEMİ, NEFRET SUÇUNA DÖNÜŞEBİLİR

Her nefret söylemi illa da nefret suçuyla neticelenecek diye bir şey yok! Ama nefret söylemi nefret suçuna giden yolda ciddi yeşil ışık yakan bir şey. Bu nefret söylemi bombardımanı muhtemelen nefret suçuyla neticelenebilir. Burada ifade özgürlüğü kavramı bir yanda karşımıza ince bir çizgi olarak çıkıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü demokratik toplumun vazgeçilmez unsuru sayar. Çoğulculuk, açık fikirlilik hoşgörü bu kavramı çok sevmesem de bir arada ortak yaşam kültürünün gelişimi diyebiliriz, eşit yurttaşlık bütün bunlar toplumun ilerlemesi ve bireylerin gelişmesi için önemli. Burada AİHM kararı çok önemli. Toplumda çoğunluk tarafından benimsenmiş görüşler çoğunluğa yabancı, zaman zaman rahatsız edici görüşlerin açıklanması bakımından da ayrım yapılmamalı. Sizin görüşlerinizi onaylayan değil sadece aleyhte de devleti ya da nüfusun bir bölümünün ya da çoğunluğun bile aleyhinde olan çarpıcı, rahatsız edici, şoke edici bilgi ve düşünceler de ifade özgürlüğünün koruması altındadır der.

Nefret söylemini düzenleyen bir yasa olmalı mı?

Nefret suçları yasası konusuna sıcak bakıyorum ama nefret söylemi konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ülkelerinde nefret söylemi yasaları olanlar geri bildirimlerinde sıkıntılı süreçler yaşadıklarını ifade ediyorlar. Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü muktedir kesim tarafından kötüye kullanılıyor. Bir tehdit oluşturabileceğini ifade ediyorlar. Her şeyde nefret söylemi üretiyorsun denilip susturulabilirler. Burada iktidar kim olursa olsun nefret söylemi yasası kabul edildiğinde zaman zaman karşı tarafın, muhaliflerin azınlığın aleyhinde bunu kullanabilirler. Böylelikle dezavantajlı, savunmasız dediğimiz grup bundan fazlasıyla nasibini alabilir.  Nefret suçuna giden yerin çıkış noktası; hedef alınan gruba yönelik “Sana toplumda yer yok” mesajı veriyorsun, grup üyelerini sessizleştiriyorsun, yaşama katılım hakkını bertaraf ediyorsun.

“HRANT DİNK’İ ANA AKIM MEDYA DA HEDEF GÖSTERDİ”

Nefret Söylemi ve Nefret Suçları’na ilişkin kapsamlı bir kitap hazırladınız. Akademisyen Ceren Sözeri ile birlikte nefret suçlarında medyanın sorumluluğuna ilişkin Hrant Dink’le ilgili yapılan haberleri analiz ettiniz. Dink göz göre göre ölüme gitti diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Türkiye’de Hrant Dink cinayetinden önce de bunun örneklerini yaşadık. 6-7 Eylül olayları, Malatya, Seferihisar’da linç girişimleri, Sivas katliamı, Manisa Selendi’de Roman yurttaşlara yapılanlar... Köpürtülerek özellikle medya eliyle yapılan şeyler. Hrant Dink yoğun bir nefret söylemi sonucu nefret suçuna kurban gitti. Ana akım medya da buna dahil oldu. Her türlü medya hedef gösterdi. Ceren Sözeri ile yaptığımız çalışmada 2004-2007 yılları arasında doğrudan kendisini hedef alan etnik köken, dini farklılıklar temelinde nefret söylemi içeren bütün haber ve köşe yazılarını inceledik. Amacımız nefret suçlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlayan medya ortamının sorgulanmasıydı. Medyanın işlevi, sorumlulukları çerçevesinde bunun açıklığa kavuşmasıydı. Dink ismine baktığımızda bölücü, yıkıcı, düşman, aşağılayıcı, şeytanileştirici, onu hedef gösterici, ötekileştirici ve yalnızlaştırıcı, “Ermeni’ye bak” ifadesinden tutun da “Hrant’ın hırlayışı” türünden ya da “Türk kanı zehirli ne demek oluyor?” gibi… Bu suç net bir şekilde geldi. Ancak cezasızlık Türkiye’de çok büyük bir sorun. Cezasızlık dediğimiz şey sadece mağduru değil tüm toplumu ilgilendiren bir demokrasi meselesi. Bu geliştikçe kabullenme ve korkudan dolayı her şeye biat etmenin normalleştiğini görüyoruz. Süregelen, içselleşen, kanıksadığımız cezasızlık sorununa gerçekten eğilmek gerekiyor.

NEFRET SÖYLEMİ NASIL BELİRLENİR?

Nefret söyleminin saptanmasında birtakım kriterler var. Siz bu kavramla karşılaştığınız zaman bunun nefret söylemi olup olmadığına karar vermeden önce uluslararası standartlara dayanan bu testi kullanabilirsiniz. Bu haberlerin toplanması, hazırlanması ve yayılmasına yönelik sorgulamaların yapılması açısından çok önemli.

  • Kişinin konumu niyetlerini nasıl etkiler? Konuşan kişi dinlemeye değer birisi mi? Yoksa görmezden mi gelmek gerekir? Üniversitede profesör mü, siyasi bir lider mi ya da sokaktaki bir meczup mu? Konuşanın etki alanı sözleri nereye ulaşır? Örneğin hatırlayalım Ogün Samast ne demişti: Hrant Dink’i tanımazdım ama medyada Türk düşmanı diye okudum. Ermeni’yi geberttim. 
  • Söyleme amacı önemli. Eylem, konuşmacının çıkarını ne şekilde kapsıyor? İçerik önemli. Söylenen şey tehlikeli bir söylem mi?
  • Başkalarına yönelik şiddet kullanmayı teşvik ediyor mu?
  • Hangi koşullar içinde o söylem üretiliyor? Tarihi bir çatışma, ayrımcılık ortamı mevcut mu?

“FACEBOOK NEFRET SÖYLEMLERİNİ İNCELEMEYE BAŞLADI”      

Medyanın nefret söyleminin yayılmasında etkisi nedir? Çoklu bir medya ortamı var, nefret söylemi daha hızlı yayılmıyor mu?

Medya egemen ideolojinin yeniden üretilmesinde ve meşrulaştırılmasında çok büyük bir güç. Rızanın üretimini de sağlıyor. “Biz Türk’üz”, “Biz Müslümanız”, “Biz muhafazakarız” derseniz bu çerçevenin dışında kalan herkes öteki olur. Benim var olabilmem için bir öteki yaratıyorum, bu genelde bana benzemeyen gruplar oluyor. Etnik azınlıklar, LGBT, Kürtler, Romanlar oluyor. Yazılı medya üzerinden bunu eskiden görüyorduk. Manşetlerde “Pis çingene”, “Korkak Yahudiler” gibi ifadeler vardı. Onların artık ara sayfalara, satır aralarına kaydığını görüyoruz ancak yeni medya teknolojileriyle sosyal medyada daha etkileşimli, daha çok yayılan, daha büyük linç kampanyalarına varan nefret söylemleri var. Facebook, Twitter üzerinden buna yakın zamanda da şahit olduk. Nefret söyleminin hayali cemaatler üzerinden yaratıldığını görüyoruz. İnternet üzerinden tespit etmek için algoritmalar, yapay zeka ve yazılımların kullanıldığını biliyoruz. Altı, yedi yıl önce gündemlerinde nefret söylemi yoktu. Facebook nefret söylemini farklı kademlerde incelemeye başladı. Kendileri de maruz kaldıkları için mecburen bu işlerle ilgilenmeye başladılar. Ancak her algoritma insan kararı tarafından yaratılıyor dolayısıyla onlar da taraflı. Şirketler ticari sırları nedeniyle bu bilgileri paylaşmak istemiyor. Sosyal medya önemli bir mecra ama tek kontrolünün şirket çalışanı bünyesinde olması oldukça sorunlu bir durum.

Politikacıların nefret söyleminin yayılmasındaki etkisi nedir? Örneğin Sezen Aksu’ya yönelik bir linç kampanyası başlatıldı. Muhalefetten de bu konuda herhangi bir açıklama gelmedi. “Serçeysen serçeliğini bil” diyen akıldan uzak konuşmalara tanık olduk. Yakın zamanda başka sanatçılar için de bu linç kampanyası yürütüldü. Genco Erkal’a, Müjdat Gezen’s, Fazıl Say’a, Metin Akpınar’a yapılanlar hala hafızamızda. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasetçilere dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da var. Siyasetçiler zorunlu bir biçimde kendilerini gazetecilerin, halkın ve siyasi rakiplerinin eleştiri ve denetimlerine açmak durumundalar. Eleştiriye açık olmaları gerekiyor, her eleştiriyi hakaret gibi algılamamak gerekiyor. AİHM’in Castells kararı var. Hükümete, iktidara yönelik eleştirinin sınırı, sade sokaktaki bir vatandaşa, bir muhalefet partisine yönelik eleştiri sınırından daha geniştir. Medya burada yasama, yargı ve yürütmenin yanı sıra liberal kurama göre bekçi köpeği rolü üstlenmeli.

Siyasetçi belirli grupları düşman gösterecek ötekileştirecek şekilde açıklamalarda bulunmamalı. Jean-Marie Le Pen’in, Le Monde gazetesine verdiği mülakatta “Sayıları 5 milyondan 25 milyonu bulduğu gün Fransa’yı onlar yönetecek” ifadesi, Müslümanlara karşı ayrımcılık, nefret, düşmanlık hislerini güçlendirdiği ve şiddete özendirdiği gerekçesiyle suçlu bulundu ve 10.000 Euro para cezasına çarptırıldı. Siyasilerin bu konuda çok dikkatli olması lazım.

“DEMOKRATİK ÜLKELERDE DİNSEL DEĞERLERE HAKARET SUÇU YOK!”

Sezen Aksu’nun bahsi geçen şarkısı 2017 yılında yazılmış. Dinsel değerlere yönelik olduğu için eleştiriliyor. Dünyaya baktığımızda ‘dinsel değerlere hakaret’ diye bir suç batılı demokrasilerde suç olmaktan çıkmış vaziyette. Genel eğilim bu yönde. Kerem Altıparmak Hoca’nın Bianet’te  Fazıl Say için yazdığı bir makale vardı. Fazıl Say bir tweeti nedeniyle suçlu bulunmuştu. Hocanın yazdığı yazı çok açıklayıcı. Din ve dinsel duyguları aşağılamaya yönelik suçların cezalandırılmaması konusunda yaygın bir kabul var diyor.

“İNSAN ODAKLI, HAK TEMELLİ GAZETECİLİK YAPILMALI!”

Siz uzun zamandır nefret söylemi üzerine çalışıyorsunuz. Türkiye’de tüm demokratik hakların, özgürlüklerin geriye gittiğini görüyoruz. Hrant Dink Vakfı’nın nefret söylemi üzerine kapsamlı raporları var. Bu raporları incelediğinizde neler gözlemliyorsunuz?

2009 yılından bu yana nefret söylemi ve suçları üzerine çalışıyorum, kafa yoruyorum. Uluslararası sempozyumlara, Türkiye’de çalıştaylara, seminerlere ve konferanslara katıldım. Toplumda bu konuda ciddi bir farkındalık olduğunu düşünüyorum. Ancak gelinen noktada çok sayıda nefret söylemi ve nefret suçuna tanıklık ediyoruz. Bu sırf Türkiye’ye de has bir durum değil! Bunun tavandan tabana ve tabandan tavana karşılıklı iletişim içinde olması lazım ki zihniyet değişsin! Siyasilere önemli işler düşüyor. Kutuplaştırıcı söylemlerden uzak durulmalı. Ne yazık ki buna dair bir adım atılmadığını görüyoruz.

Hrant Dink Vakfı’nın hazırladığı 2009-2019 yılları arasında yayınlanan Nefret Söyleminin İzlenmesi Raporları’na baktığımızda belirli dönemlerde, belirli gruplara karşı nefret söyleminin arttığını görüyoruz. Örneğin Onur Yürüyüşü (Gay Pride) zamanı LGBTİ+’lere veyahut 24 Nisan tarihinde Ermenilere yönelik ya da siyasi gerginlik yaşanıyorsa Yahudilere, Kürtlere karşı nefret söyleminin medyada ve özellikle sosyal medyada arttığını görüyoruz. Burada önemli olan şey; barış dilinin kurulması. Bu çok önemli. Tarafsızlık koca bir yalan ama gazetecinin nesnelliği, tüm taraflara eşit uzaklıkta durabilmesi çok önemli. İnsan odaklı, hak temelli gazetecilik yapmak gerekiyor. 

Türkiye’ye sığınan veya sınırları bir şekilde aşmasına izin verilen göçmenler var. Bu konuda bir tartışma da yürüyor. Medya nasıl bir dil tutturmalı?

Öcüler, elimizdeki imkanları alıyorlar, okuma, barınma, istihdam haklarımızı elimizden alıyorlar, devlet yardım ediyor, sınavlara giriyorlar gibi bir bakış var. Teyit.org sitesinde de yer aldı. Bu konuda çok sayıda dezenformasyon üretildi. Çarpıtılmış haberler yayılıyor. Sokaktaki insanlar buna inanıyorlar. Doğru bilgi akışının olmadığı zaman spekülasyonlar, komplo teorileri, yalan yanlış haber devreye girer. Her türlü yanılırsınız, yanıltılırsınız.

SUSMAK ONAYLAMAK MIDIR?

Nefret söyleminin yayılmasında susanların da payı yok mu? Sessiz kalmak çözüm mü?

Olmaz mı? Susmak bir defa onaylamak anlamına gelebilir.  Türkiye toplumunda “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diye düşünen bir kesim var, her alanda bunu görebiliyoruz.

ÇOK SATANLAR

1. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

2. Sahte Sultan, Mahfi Eğilmez

3. Hayat Hanım, Ahmet Altan

4. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer

5.  Ben, Kirke, Madeline Miller

HAFTANIN KİTAPLARI

İKİ YAKIN HALK İKİ UZAK KOMŞU

Hrant Dink

Hrant Dink Vakfı

Türk-Ermeni ilişkileri başta olmak üzere Türkiye'nin demokratikleşme sürecine ilişkin her konuda söylem ve eylem geliştiren Hrant Dink, bu çalışmasında Türkiye ve Ermenistan'ın birbirine gerçek anlamda komşu olabilmesinin yollarını araştırırken, bugün ve gelecek odaklı bir bakışla ve karşılıklı onur gözeten bir üslupla geçmişi de onarabilmenin olanaklarını sergiliyor. TESEV için yaptığı bu çalışma onun fırsat bulup tamamlayabildiği tek kitap olma özelliğine sahip.

IRK KAVRAMINI KİM İCAT ETTİ?

Felsefi Düşüncede Irk ve Irkçılık

Robert Bernasconi

Metis Yayınları

Popüler bilinçte ırkçılık genellikle ırkçı eylemleri hatırlatır ve düşünceyle, felsefeyle ilişkilendirilmez. Irkçı edimler, yüzyıllara uzanan bir düşünce tarihi üzerinden felsefenin önde gelen isimlerinin ‘insanlık’ ve ‘ırk’ tanımlamalarına bağlanır: Locke, Kant, Hegel ve Herder… ‘Irk Kavramını Kim İcat Etti?’ başlıklı kitap eşitsizliği, nefret söylemini sorguladığımız bu özel sayıda listemizde. Metis Yayınları’ndan çıkan kitabı Zeynep Direk hazırladı.

NÖBETLEŞE DIŞLANMA

Mim Sertaç Tümtaş

İletişim Yayınları

Mim Sertaç Tümtaş, “nöbetleşe yoksulluk” kavramından ilhamla geliştirdiği “nöbetleşe dışlanma” kavramını, Suriye’den gelen kitlesel göç örneğinde sahaya uyguluyor. Şanlıurfa, Hatay ve Mersin’e gelen Suriyelilerin ve “göçler diyarı” diye de anılan Mersin’in “yerlileri” ile “eski göçmenlerinin,” bu tecrübeyi nasıl yaşadığına, nasıl algıladığına bakıyor. ‘Nöbetleşe Dışlanma’, yoksulları birbirine düşürerek eşitsizliğin yeniden üretilmesine katkıda bulunan bir sarmalın berrak ve acı bir resmini çiziyor.

KİRAZ AĞACI

Gökçer Tahincioğlu

İletişim Yayınları


Gökçer Tahincioğlu, ikinci romanı Kiraz Ağacı’nda yakın tarihimizde açılmış, kapanmayan ağır bir yaranın izlerini sürüyor. Genç yaşta ölenlerin ruhlarını taşıyan kiraz ağacının altında daha adil bir dünya düzeni hayali kuran iki dava insanının, her şeye rağmen tükenmeyen aşkını ve mücadelesini bir belgesel romancı titizliğiyle anlatıyor.

MEDYA VE NEFRET SÖYLEMİ

Kavramlar Mecralar Tartışmalar

Editör: Mahmut Çınar

Yargı kararları nefret söylemini içermekte, merkez medya gazetelerinde ve TV kanallarında nefret söylemi kullanılmakta, siyasi parti liderleri ve milletvekilleri rahatlıkla nefret söylemini dillendirmektedir. Türkiye küreselleştikçe, kentleştikçe, iktisadi olarak geliştikçe çoğulcu toplum yapısı daha belirgin ve görünür olmakta ve bu da nefret söyleminin ve suçunun hedef aldığı kitleler temelinde ne kadar yaygın ve güçlü olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Nefret suçu, içerdiği hunharca cinayetlerle, suikastlarla, dışlamalarla, insan trajedileri yaratmaktadır. Türkiye’de iyi, demokratik, adaletli toplum yönetimi, farklılıklar içinde birlikte yaşamak ve demokrasiyi pekiştirmek, nefret söylemine ve suçuna karşı mücadele etmeden mümkün görünmemektedir.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

KARIŞIK

Sharon M. Draper

Timaş Genç

Anne ve babası boşanan on bir yaşındaki Isabella bir hafta annesinde diğer hafta babasında kalmaktadır. Beyaz bir anneyle siyah bir babanın kızıdır. Bunun getirdiği zorlukların yanı sıra  sürekli düzen değiştirmekten de pek mutlu değildir. Beklenmedik ırkçı bir saldırı Isabella’nın hayatını tamamen değiştirecektir.

KÖMÜR KARASI ÇOCUK

Müge İplikçi

Günışığı Kitaplığı

Nehirleri ve göğü ışıkla parlayan bir ülkeden Türkiye’ye gelen Salif için hayat, her gün bilinmezlerle doğar. Ayrı düştüğü müzisyen babasını özlemle beklerken, mahallenin okul orkestrasında bulur kendini. Oysa, gerçek bir adresi, okul kaydı yoktur. Üstelik mahalleli bu koyu tenli yabancılara hiç de iyi davranmamaktadır. Müziğin insanları birleştirdiği büyülü anlarla, Salif’in yaşamındaki hüzünlü anlar birbirine karışır.

ALTINÇAYIR VADİSİ’NİN ÇOCUKLARI

Latife Tekin

Can Çocuk

Altınçayır Vadisi’nin menekşe boyalı evinde annesi, babası, büyükannesi ve kedisiyle yaşayan Asinaz, can dostu Semagül’ün özlemiyle doludur. Babasının yıllar önce kaza geçirmesine neden olan altın madeni yeniden açılmış, pek çok aile vadiden taşınmak zorunda kalmıştır. Vadinin çocuk grupları Hayalciler, Bilimciler, Kuşçular ve Altıncılar oyunlarını sürdürür, yetişkinler maden konusunda ne yapacaklarını düşünürken, Asinaz’ın aklı Semagül’de ve günden güne suskunlaşan annesindedir. Aradığı cevapların onu zamanda bir yolculuğa çıkaracağından ise henüz habersizdir…

ARKA SIRADAKİ ÇOCUK

Onjali Q. Rauf

Doğan Egmont

Dokuz yaşında ülkesindeki savaştan kaçıp bir başka ülkede okumaya başlayan mülteci bir çocuğun hikayesi ‘Arka Sıradaki Çocuk’. Ahmet hiç gülmüyor, hiç konuşmuyordu. Onunla ilgili gerçekleri öğrenen bir sınıf arkadaşı Ahmet’e yardım etmek için bir plan yapar. Doğan Egmont tarafından yayınlanan kitabı Nihal Tokinan Gökçe çevirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi