Mehmet Şandır

Mehmet Şandır

“Hukukla savaşmak” Türkiye’ye yakışmaz!

2020 Yılı,
Seni hayırla yad etmeyeceğiz!
Depremle başladın, çığla, selle, salgınla, sevdiklerimizi bizden kopardın!
Psikolojimizi, ruh sağlığımızı bozdun, düzenimizi/dengemizi yıktın!
Krizlerle siyasi, sosyal, ekonomik hayatımızda hepimizi bunalttın!
Ömrümüzden bir yıldan fazlasını aldın götürdün!
Bitti, gidiyor derken son günlerinde bir talihsizlik daha yaşadık.
Ülkeyi yönetenlerin hukukla savaşına şahit olduk.
Hukukla savaş, geleceğimiz açısından tüm sorunların ötesinde “kalıcı hasar” bırakacaktır.
Başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere Türk Milleti adına Türkiye’yi yönetenler, Anayasa’nın 90. maddesini tanımadıklarını ve gereğini yapmayacaklarını yüksek sesle ilan ettiler.
Daha önce de “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara uymuyorum” diyerek Anayasa’nın 138. maddesini tanımayacaklarını ilan etmişlerdi.
İmam cemaat misali “yukarısı” böyle söylerse aşağıda yerel mahkemeler de Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadılar ve Anayasa’nın 83, 138 ve 153. maddelerini uygulamadılar;
Resmen “Anayasa’yı ihlal” ettiler.
“Bir kere” ihlal etmekten bir şey olmaz” diyebilirsiniz.
Ancak, artık “Türkiye Hukuk Devletidir” demek, mahkemelerin bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden, hakim teminatından bahsetmek mümkün mü?
Vatandaş olarak hukukun kanatları altında huzurlu bir yaşamdan emin olabilir miyiz?
AİHM, Avrupa Konseyi, AB, BM gibi “sözleşmesine imza attığımız”, kurucusu veya üyesi olduğumuz kuruluşlar, hatta uluslararası yatırımcılar “mümkündür dememize” inanacaklar mı?
Geçen hafta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM) Büyük Dairesi, Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk durumunun sebebi olan davanın yargılamasında “hak ihlali yapıldığı” iddiası ile “derhal tahliye edilmeli” kararını verdi ve bunu gerekçeleri ile açıkladı.
Anayasamızın 90. maddesine göre, AHMİ’nin bu kararı kesindir, iç hukukumuzun üstündedir ve bağlayıcıdır; gereğinin yapılması hususu çok açık bir şekilde belirtilmiştir ve bu kazanılmış bir “vatandaş hukukudur.”
Ülkemizi yönetenlerin, “AİHM’nin bu kararını tanımıyoruz, takmıyoruz, uymayacağız” diyerek ret etmeleri, kararın konusu, gerekçesi ve AİHM ile Türkiye arasında muhtemel sonuçlarından öte toplumsal hayatımızda “kalıcı hasar” bırakacak niteliktedir.
Devleti yönetenlerin, vatandaşların tanımlanmış hakları ile ilgili ilan edilmiş “iç hukuku” ve uluslararası sözleşmelerle kabul ederek iç hukukumuzun üstünde gördüğümüz “dış hukuku” yok saymaları/tanımamaları “Hukuk’la savaş” halidir ve çok tehlikeli sonuçları olacaktır.
Hukuku tanımamak, “hukukla savaşmak” demektir.
Devletin hukuk tanımazlığı hukuk haline gelirse birey ve toplum için “birlikte yaşamak”, devlet/millet olmak, hukuk, kanun, anayasa, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, demokrasi kısacası huzurlu bir toplumsal yaşam, anlamını ve önemini kaybeder. Ortak gelecek ülküsü hayal olur.
Tuzun koktuğu, çivinin çıktığı nokta burasıdır.
Hukuk, yaşamı düzenleyen kuralların bütünüdür ve devletin teminatı altındadır.
Devlet, ilan edilmiş hukuku uygulamaz veya hangi hallerde hangi hukuku veya kimlere hangi hukuku uygulayacağı belli olmazsa toplumsal yaşam kaosa dönüşür.
Bu ihtimal yaşanabilecek tüm sorunlardan çok daha derin ve telafisi zor sorunlar yaratacaktır.
Türkiye;
Avrupa Konseyine kuruluşundan 3 ay sonra üye olmuştur. AİHM, Avrupa Konseyi’nin bir kuruluşudur.
18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiş ve 2004 yılında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki özgürlük tanımlarının yerli hukuktan üstün olduğunu Anayasa’ya 90. madde olarak yazmıştır. Anayasalar bir toplumsal sözleşmedir.
Anayasa’nın 145. maddesine “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki temel hak ve özgürlüklerin ihlali” halinde vatandaşların AYM’ye “bireysel başvuru” hakkını kabul etmiştir.
Tüm bu doğrulardan sonra gelinen bu son nokta sağduyulu bir davranış değildir.
AİHM’nin kararı, konusu ve gerekçesinden bağımsız değerlendirilmelidir.
AİHM, birçok örneğinde görüldüğü gibi Türkiye’ye karşı yanlı ve siyasi gerekçelerle haksız kararlar vermekte, canımızı yakmakta ve öfkemizi kabartmaktadır.
AİHM, “demokratik toplumun gereklerine uygun” bulmadığı veya “iç yargı yolları tükenmediği” gerekçesi ile terörü kınamayan siyasilerin müracaatını reddettiği diğer ülkelere ait örnekler olmasına rağmen Türkiye’yi aynı mahiyetteki davalarda mahkum edebilmekte ve yaptırım tehdidinde bulunmaktadır.
BENCE
AİHM’nin adaletine güvenmiyorum.
AİHM, bölücü siyasete destek vermektedir.
Tutukluluk halinin siyasi nedenlere dayalı olduğu gerekçesiyle derhal tahliyesini istedikleri Selahattin Demirtaş, siyasi bölücülükten ve terör örgütüne destek vermekten suçlanmaktadır.
Milletin birliğini parçalamayı amaçlayan bölücü siyaset ve terör yandaşlığı en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Ancak bu hukuk kuralları içinde kalınarak yapılmalıdır.
Devletin elinde suçu ispat edecek yeterli delil olduğu kanaatindeyim.
Yargılama, hukuka uygun yapılmalı, AİHM’ye bu türlü fırsat verilmemelidir.
Öfkelenmekte haklı olabilirsiniz ancak “hukuk tanımamak” tavrınız, Türkiye’ye yakışmaz!
“Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı tasavvur ediyoruz. Kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu biliyoruz” sözlerini bir ay önce Sayın Cumhurbaşkanı söylemişti.
“Tanımıyoruz, takmıyoruz” efelenmesi, umarım, 2020 yılının hayatımıza kazandırdığı “yeni normal” hayatın kurallarından biri olmaz.
Sabırlı, sağduyulu ve azami sorumluluk anlayışına çok ihtiyacımız var!
Yeni yıl ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için huzur ve sağlık getirsin, inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Şandır Arşivi