İkarus

“Sıçradık;

 şimşekli rüzgâra bindik!.

 Kayalardan

 kayalarla kopan kartallar

 çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.

 Alev bilekli süvariler kamçılıyor

 şaha kalkan atlarını!”

Geçen haftaki yazıda, babasının tüm uyarılarına karşın, sürdüğü “güneş arabası”yla çok yaklaşarak yeryüzünü kavuran, ırmakları kurutan ve sonunda Zeus’un yıldırımıyla Po Irmağı’na çakılan Phaethon’un öyküsünü konu etmiştik.

Bu hafta yönü tam tersine, güneşe doğru olan İkarus’u anlatacağız.

Labirent

Aslında İkarus ve babası Daidalos’tan 11 Temmuz tarihli “Theseus” yazısında kısaca söz etmiştik, oradan alıntı yapalım:

“Atinalı Daidalos, büyük bir mimar ve heykeltraş olmasının yanı sıra her türlü mekanik aracı tasarlayabilen  çok yönlü bir yaratıcıdır. Atölyesinde Talos adındaki yeğeniyle birlikte çalışırken onun ölü bir yılanın dişlerini kullanarak testereyi icat etmesini çok kıskanır ve çırağını Akropol'den aşağı atarak öldürür; cinayeti ortaya çıktığı zaman da kaçarak Girit kralı Minos'a sığınır.

Minos'un karısı Pasiphae ondan kralın Poseidon'a kurban etmediği boğayla çiftleşmek için özel bir düzenek yapmasını ister; bu birleşmeden yarı boğa yarı insan canavar Minotauros doğacaktır. Daidalos daha sonra, Minotauros’un kapatılacağı labirenti inşa eder Minos’un isteğiyle.

Daidalos, Theseus’un labirentten çıkabilmesi için yün yumağı fikrini verir Ariadne'ye ve labirentin merkezine giden yolu tarif eder. Bunu çok sonraları öğrenen Minos Daidalos’un ihanetini bağışlamaz ve onu oğlu İkarus'la birlikte labirente hapseder; labirentten çıkmak için her şeyi dener ancak başaramazlar. Minos ölüm yatağındayken Daidalos'un peşini asla bırakmayacağına yemin eder ve öldükten sonra da hayaleti Daidalos'u labirentte aramaya devam eder.”

Daidalos ve İkarus’un labirentteki tutsaklığına yıllar eklenir. Sonra bir gün Daidalos’un aklına tüyler ve balmumunu kullanarak , tıpkı kuşlarda olduğu gibi, kanat yapma fikri gelir; çünkü kuş olup uçmak dışında bu labirentten kaçış yolu yok gibidir.

Tüyler ve Balmumu

Ancak önce gerekli malzemeleri bir araya getirmek gereklidir; sert rüzgarların labirente aşırttığı ağaç dallarını ve üstlerinden uçan kuşlardan düşmüş tüyleri toplar önce Daidalos. Sonra da labirentin kimi köşelerinde rastladığı arı peteklerinden aldığı balmumuyla bu kuş tüylerini dallara sağlamca yapıştırır. Yaptığı iki çift kanadın birini İkarus’a diğerini kendine takan Daidalos, çok alçaktan uçarsa denize düşeceğini, çok yüksekten uçarsa güneşin balmumunu eriteceğini söyleyerek uyarır oğlunu uçuştan önce.

Sonra havalanırlar birlikte; uğursuz labirenti ve sonra Girit Adası’nı arkalarında bırakır, gökyüzünde süzülürken, babasının öğütleri çoktan aklından uçup gitmiştir genç delikanlının. Uçmanın verdiği özgürlük duygusu içini kaplamıştır bir kere, yükseldikçe coşkusuna tutsak olur ve daha yükseklere yönelir; babasının arkasından haykırışlarını işitmez bile.

Ancak tanrıların kibri insanlarınkinden fazladır her zaman, onun kendisine bu kadar yaklaşmaya cesaret ettiğini görünce öfkeye kapılan Helios, daha bir parlar ve sıcaklığıyla, kanatları bir arada tutan balmumunu eritiverir. Kanat tüylerini birer birer kaybeden İkarus, Daidalos’un gözleri önünde hızla yere doğru düşmeye başlar ve Ege Denizi’nde bir ada yakınlarında denize çakılarak can verir.

İkarus’un yakınında suya gömüldüğü ada o günden sonra İkaria Adası olarak adlandırılacaktır(1).

Bruegel

[Geçen hafta Phaethon’un öyküsünü betimleyen resimlere yer vermiştik sayfada; İkarus’un başına gelenler de pek çok sanatçıya esin kaynağı olur yüzyıllarca. Bunlardan sevdiğim birkaç tanesini seçtim; en ünlüsü, öyküyü Ovidius’un “Dönüşümler”inde anlatılana uygun bir biçimde “sahneye koyan”, “İkarus’un Düşüşü Sırasında Manzara” resmiyle (Yaşlı) Pieter Bruegel’inki.

Bir iç körfezde geçiyor sahne, tepenin yukarılarında tarlasını süren bir rençper, onun biraz aşağısında koyunlarını otlatan bir çoban ve daha da aşağıda, deniz kıyısında suya oltasını bırakmış bir balıkçı göze çarpıyor. Körfezin karşı kıyısında küçük bir yerleşim yeri seçilmekte. İrili ufaklı adacıklarla bezeli körfezde yelkenlerini şişirmiş çeşitli gemiler görülüyor.

İlk bakışta güneşli  ve sakin bir gün gibi, ancak resmi biraz daha dikkatli inceleyince, kıyıya yakın seyreden büyük geminin biraz ötesinde suya çakılan birini fark ediyoruz, bacaklarını görüyoruz daha doğrusu; İkarus olmalı bu. Daidalos ise hiç ortalarda görünmüyor.

Eserin adı ve suya gömülen kişi dışında bu resmin İkarus’la ilgili olduğunu gösteren başka pek bir şey de yok aslına bakarsanız. Üstelik İkarus’un kanatlarındaki balmumunu eriten güneş de -gökte hiddetle parlamak yerine- ufukta sakin sakin batarken resmedilmiş, Bruegel’e yakışmayan bir hata. O yüzden, uzun süre Bruegel’in sanılsa da, tartışmalı bir resim “İkarus’un Düşüşü Sırasında Manzara”. Genel özellikleri onun biçemine çok benziyor ancak önceki resimlerini hep tempera(2) tekniğiyle yapmışressamın tersine, bu bir yağlı boya. Büyük olasılıkla Bruegel’in -şimdi kayıp- bir resminin kopyası önümüzde duran. Varlığı geçen yüzyılda ortaya çıkan ve ilkinden bundan 30 yıl sonrasına tarihlenen başka bir resim de bu kuşkuları güçlendiriyor(3). Belli ki ustanın İkarus resmi sonradan başka ressamlar tarafından birkaç kez kopyalanmış …]

Geçen hafta anlattığımız Phaethon’la benzeşiyor İkarus’un öyküsü; gençliğin verdiği heyecan ve toylukla kendine gereğinden fazla güvenen ve uyarılara kulak asmayan iki gencin hüzünlü sonu, anlatılan. Ama sanki İkarus’unkinden çıkarılacak başka dersler de var. Belki başına buyruk davranmış ve başarılması olanaksız bir işe düşünmeden girişmiştir ama olanaksız denilen işler başka türlü nasıl başarılabilir ki zaten? Ya da İkarus sonunu bilerek bu işe kalkışmış olamaz mı, sonunda denize çakılacağını bile bile güneşe kadar yükselmeyi seçmiş olması çok mu olasılık dışı? Bu toy genç kendi yaşamları pahasına düşlerinin peşinde koşanlara biraz da cesaret vermemiş midir sizce? Onun güneşi, insanların eşit ve kardeşçe yaşayacağı bir düzen olsa da, Nazım’a esin vermiş gibi…

“…

 Sıçradık;

 şimşekli rüzgâra bindik!.

 Kayalardan

 kayalarla kopan kartallar

 çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.

 Alev bilekli süvariler kamçılıyor

 şaha kalkan atlarını!

 Akın var

 güneşe akın!

 Güneşi zaptedeceğiz

 güneşin zaptı yakın!

 …”(4)

Düşlerinizi -kavrulmadan ya da yere çakılmadan- gerçekleştirebilmeniz dileğiyle…

  • Türkçede Ahikerya adıyla bildiğimiz bu ada, Samos’un batısındadır.
  • Boyaları bağlamak için yumurta ya da benzeri yapışkan bir malzemenin kullanıldığı teknik.
  • Neredeyse ilkinin kopyası olan resim, gökyüzünde uçmakta olan Daidalos ve batmakta olan değil tepede parıldayan güneşiyle öncekinden ayrılıyor.
  • Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü (1924)” şiirinden.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi