İKİ KADIN İKİ HAYAT

Valizdeki Mektup, Temmuz Çocukları, Ağıtın Sonu, Arı Fısıltıları kitaplarıyla tanınan Menekşe Toprak şimdi de okuruna bir ‘Dejavu’ yaşatıyor. 1920’li yılların Berlin’ine gidiyoruz. Ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılan bir yazar trenden iniyor ve Almanca bir gazetede kendisi hakkında yapılan bir haber dikkatini çekiyor. ‘İstanbul’dan Mektup’ adını taşıyan haberde “Almanya’da tanınan yazar Suat Derviş aleyhine dini tahkir davası” diye yazıyor.

Geçmiş ve bugün arasında iki kadının yaşadıklarına tanık oluyoruz. Biri edebiyatımıza yön veren bir yazar; Suat Derviş, diğeri ise memleketinden uzakta, aldığı bir bursla Berlin’e gelen genç bir akademisyen. Peki bu iki kadını buluşturan ne? Menekşe Toprak ‘Dejavu’ adını verdiği son romanında yarattığı akademisyenle Suat Derviş’in Berlin’deki izini sürüyor. Kitaplarında göç olgusunu işleyen yazar, “Artık göçü anlatmayacağım demiştim ama bu sefer de Suat Derviş’in göçmenliğine yakalandım” diyor. Suat Derviş’in edebiyatında onu en çok etkileyen şeyi ise şöyle anlatıyor: Erkek egemen edebiyatta kadınlar erkeği baştan çıkaran, fettan kadınlardır ve kötü yola düşmüşlerdir. Erkekler, o kadınları kurtarır. Suat Derviş ise metinlerinde bunu değiştirir. Bir hayat kadınını anlatırken toplumu yargılar. Beni en çok etkileyen yönü; bir erkeğin değil bir kadının gözüyle toplumun iki yüzlülüğünü insanların yüzüne vurması.

Menekşe Toprak ‘Dejavu’ kitabıyla Berlin Senatosu Edebiyat Bursu Ödülü’nü kazandı. Kendisiyle Suat Derviş’in Berlin’deki yaşamını, o dönemin edebiyatını nasıl etkilediğini, kitaplarında anlattığı göç olgusunu konuştuk.

Kitabınızda Suat Derviş’in Berlin’de geçirdiği üç yılı anlatıyorsunuz. Tabi bir de orada çalışmaya giden genç bir akademisyenin de hikâyesi bu. Sizi Suat Derviş’e götüren ne oldu?

Uzun yıllardır Berlin’de Türkçe yayın yapan bir Alman devlet kanalında çalışıyordum. Tarihte Türkiye’den Berlin’e gelenlerin izlerini araştırıp onunla ilgili bir program yapıyordum. Yapılan birtakım çalışmalar vardı ama hiçbirinde Suat Derviş’in adı geçmiyordu. Berlin ve Türkiye tarihini bilen biri olarak Suat Derviş’in adına rastlamadığım için araştırmaya başladım. Suat Derviş Türkiye’nin unuttuğu bir yazar. Dolayısıyla her yerde unutulmuştu. Altı yıl önceydi. Arı Fısıltıları romanım üzerine çalışıyordum. Roman bitince araştırmaya başladım. İthaki Yayınları’nın ve Serdar Soydan’ın bu konudaki katkısı büyük.  

Suat Derviş’le ilgili düz, biyografik bir roman yazmak istemedim. Kurgu yazarı olarak kendimi böyle daha iyi ifade eden biri olarak kendiliğinden bir anlatı metnine dönüştü kitabım. Tam da bu sorularımla bu süreci anlama, araştırma sürecini bir akademisyenin gözüyle yapmak istedim. Dünden bugüne kadınlar arasındaki paralellikleri gördüm. 1940’larda Suat Derviş’in başına gelenler; işini yapamamak, gazetecilik yapamamak, işinden atılmak bugün pek çok insanın başına geliyor. Yaşadıklarımız benzer şeyler. Kendiliğinden paralel iki hikâye oluştu.

Anlattığınız akademisyenle Suat Derviş arasında ne tür benzerlikler var?

Bu bir çağrışımlar kitabı. Suat Derviş’in metinlerini çağrışımlarla yazdım. Akademisyen kendi hikâyesine bakarken Suat Derviş’e varsın istedim. Aslında bu başkalarının hikâyesini kendisinin kılmak. Okur da bunu yapar. Okur her okuduğu metinde kendisini bulmak üzere yola çıkar, bulunca da heyecanlanır. Akademisyen olan karakteri Suat Derviş okuru olarak da düşünebiliriz. Hikâyeyi kurabilmek ve sorunlarımızın evrensel olduğunu anlatmak için de bunu yaptım. Sonuçta bir roman yazıyorum ve kurgu oluşturuyorum. Dünden bugüne annelerimizle, kardeşlerimizle yaşadığımız sorunların, yakınlaşmaların, uzaklaşmaların benzer olduğunu gördüm. Hatta tüm bu yalnızlık fikrinin 1920’lerde atıldığını anlatmak istedim. Modern hayatın başladığı bir yer. Özgürleşmenin, bireyselleşmenin başladığı ama eş zamanlı yalnızlaşmanın da başladığı bir dönem. Modern bir Berlin kadın hikâyesi. Bugün yaşadığımız 2020’lerin modern hayatıyla çok eşleşebiliyor. Berlin 1920’lerden itibaren 1924’te başlayıp 1933 yılına değin süren altın yıllar denilen Berlin’in şaşalı Weimar Cumhuriyeti’nin yükselişte olduğu bir dönem. O dönem 2020’lerle karşılaştırılır. Kadının konuşmaya başladığı, orta sınıf kadının iş sahibi olmaya başladığı bir dönem. Fabrikalarda çalışan kadınlar her zaman vardı. Orta sınıfta sekreterlik yapan kadınlar vardı. Suat Derviş’in ablası da bir telefon şirketinde çalışmaya başlıyor. Hatta ilk Müslüman kadındır. Kadınlar evde çalışır ama resmi olarak çalışıp para kazanmamıştır. Trajik bir hikâyeden öte biz ne yaşıyoruz, bu hikâye beni neden ilgilendiriyor? Bu sorulardan yola çıkarak akademisyen kadının hikâyesini oluşturdum.  

SABAHATTİN ALİ İLE SUAT DERVİŞ’İ BULUŞTURDUM

Suat Derviş’in izini sürmek kolay olmasa gerek. Nasıl bir araştırma yaptınız?

Suat Derviş’in gölgeli yanlarını, bir durağını anlatmak istedim ama kocasıyla nasıl tanıştığını bilmiyorum. Birtakım söylenceler var. Sabahattin Ali’yle Berlin’de karşılaşıp karşılamadığını bilmiyoruz. Anılarını yazmış ama çevresindeki insanlardan söz etmiş. Romancı hasetiyle Suat Derviş’in sözü uzatma özelliği var. Anın hikâyesini anlatır, hikâyecidir. En büyük özelliği bu. Anı genişletebilen bir yazar, hikâyecidir çünkü. Arkasında kendine dair az şey vardır. Araştırmacılar için en önemli sorun bu. 1972’de vefat ediyor. O döneme yakın tanıklıklarla, onunla ilgili şeyler yazanlar olsaydı kolaylaşırdı iş. Toplum olarak hafızamız zaten zayıf. Suat Derviş çok şey yazmış ama onunla ilgili bilgiler çok az. Metni oluştururken onun duraklarını değiştirmeden ama buluşmaları kurgulayarak oluşturdum. Okuduğunuz metin kurgudur. Berlin’e inişi, bir Alman Gazetesi’nde kendisiyle ilgili haberi görmesi, Sabahattin Ali’yle, Reşat Fuat Baraner’le karşılaşması… Bunların hepsi kurgu. Ama bu insanların hepsi aynı dönemde Berlin’de olmuşlar. Sabahattin Ali’nin öykücülüğünü beğendiğini kendi yazdığı metinlerde görüyoruz ve Yeni Edebiyat Dergisi’nde de metinlerine yer veriyor. Metin olarak da dostlar. Bu düşünceyle romanımda tüm bu insanları yan yana getirdim.

Kadınların birbirleriyle dayanışması önemli. Bugün İran’da katledilen Mahsa Amani için kadınlar sokakta. Dünyanın pek çok yerinden kadınlar seslerini yükseltiyor, boyun eğmiyor. Suat Derviş’in yaşamında da ablasının etkisi büyük. İki kız kardeşin dayanışmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suat Derviş ablasıyla dayanıştığı için ayakta kalabilmiş. 1940’lardan sonra eşi hapse girdiğinde kendisi de Ankara’da o dönem. Orada bulunmak zorunda. Ablasının varlığı önemli. Ona el uzatan ablası oluyor, yurtdışına gidebilme imkânını da ablası sağlıyor. Berlin’de ‘Bir Haremağasını Hatıraları’ kitabını ablası Fransızca’ya çeviriyor, metin Fransızca’dan bir çevirmen tarafından Almanca’ya çevriliyor. Bu kız kardeşlik dayanışması. Bugün İran’da yaşananlara baktığımızda da oradaki kadınların en büyük destekçisi yine kadınlar. İşin muhatabı kadınlar. Başka seçeneğimiz de yok.

“TOPLUMUN İKİ YÜZLÜLÜĞÜNÜ GÖSTERİR”

Edebiyat dünyası o dönemde de erkeklerin egemenliğinde. Suat Derviş’in adının unutulmasının sebeplerinden biri de bu değil mi?

Suat Derviş bir konakta geçen aşk hikâyelerini yazmaya namzetken politik metinler yazmaya başlıyor. Politik metinler erkeğin alanında. Kadından beklenilen belki de bir romans. Bugün hâlâ az çok böyle. Kadın yazarların eserleri ne kadar satıyor? Ne kadar metinlerimizle geçinebiliyoruz? Kurgusal metin yazarak kendini var etmeye çalışan kadınlardan söz ediyorum. Onlar acaba romans türü eserler yazsalar daha mı farklı olurdu? Suat Derviş mücadeleci bir kadın. Benim için değerli tarafı şu: Hemen hemen bütün metinlerinde görürsünüz. Fosforlu Cevriye’de çok belirgin. Kadınlar erkeği baştan çıkaran, fettan kadınlardır ve kötü yola düşmüşlerdir. Erkekler o kadınları kurtarır. Suat Derviş ise metinlerinde bunu değiştirir. Bir hayat kadınını anlatırken toplumu yargılar. Beni en çok etkileyen yönü; bir erkeğin değil bir kadının gözüyle toplumun iki yüzlülüğünü insanların yüzüne vurması. Bizler farkına varmadan çok şey almışızdır ondan. Bugün bu kadar rahat konuşuyorsak bizim de üzerimizde bir etkisi vardır. O yüzden kitabımın adı Dejavu.

“METİNLERİMDE YOĞUNLUKLA GÖÇÜ YAZDIM”

Kitabınızda bir de göçmenlik meselesi var. Göç olgusuna öykülerinizde de rastlıyoruz.

Metinlerimde yoğunlukla göçü yazdım. ‘Valizdeki Mektup’, ‘Temmuz Çocukları’ kitaplarımda göç olgusunu işliyorum. Göçün içine doğdum, bana yabancı değil. Çocukluktan itibaren göçün acısını çekmiş biriyim. Temmuz Çocukları’ndaki Aysun’un hikâyesi benim hikâyemdir. Anne, babası Almanya’ya işçi olarak giderken büyükanne ve büyükbabasıyla yetişmiş bir çocuktum. Ancak bugünden bakınca bizim dönemimizde bunlar güvenli göçlermiş. Aslında onlar göç ederken buradaki işleri de belliydi. Ülkelerine öyle dönüyorlardı. Metinlerimde bu konularla uğraşıyorum. Artık göçü anlatmayacağım demiştim ama bu sefer de Suat Derviş in göçmenliğine yakalandım.

Kitapta ‘Yazının Mağarası’ başlıklı bir bölüm var. Suat Derviş’in her koşulda ve her durumda yazmaya devam etmesi gerek. Yazının mağarası diyerek ne anlatmak istediniz?

Yazı bambaşka bir evrene girme hali. Ulvi olan bir şeyi yakalama hali. Bu ulviyeti vurgulamak için adını böyle koydum. Mağara gibi soğukta ve karanlıkta birdenbire değişen bir şey. İçimdeki karanlıktan yazıyla nasıl çıkıldığını biliyorum. Bildiğim bir şeye bu adı verdim.

“SUAT DERVİŞ’İN ANLATTIĞI KADINLARDA BERLİNLİ KADINLARI GÖRÜRÜM”

Suat Derviş’in ‘Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’ isimli bir kitabı var. Sizin de bu kitapta bir önsözünüz var. Kitapta yazar bir dokuma fabrikasında çalıştırılan kadınların hikâyesini anlatır. Berlin’deki hayatı Suat Derviş’in yaşamında, eserlerinde nasıl bir iz bırakmış?

Suat Derviş’in metinlerinde ayrıntılar vardır. Bu kitabında da faşizme doğrudan tanıklık ettiği için bunu tematize eder. Berlin’deki yaşamının en önemli etkisi modern kadın hikâyeleridir. Örneğin Daktilo Nebahat diye bir romanı var. Berlin’de başka kadınlar da bu tür romanlar yazmıştır. Irmgard Keun’un ‘Yalancı İpek Kız’ kitabı mesela. Suat Derviş’in dönemine denk gelen bir kitap. Bunlar çalışan kadını anlatan ilk metinler. O yüzden de Suat Derviş’in kadınlarına baktığımda Berlinli kadınları görürüm. Modern hayatı anlattığı romanlarında da kadının erkekle olan ilişkisi, kadının bağımsızlaşmaya giden tavrının Berlin’i tanıyan ve Berlin’de yaşayan bir Suat Derviş olduğunu düşünüyorum.

BERLİN KÜLTÜR SENATÖRLÜĞÜ’NDEN BURS ÖDÜLÜ

Kitabınız Berlin Kültür Senatörlüğü’nün Edebiyat Bursu Ödülü’ne layık görüldü. Ödülü sormak isterim size. Beklediğiniz bir ödül müydü? Bu ödül size ne tür imkânlar sunuyor?

Çok yeni bir burs ödülü. Berlin’de yabancı kökenli ama kendi anadillerinde yazan yazarlar var. Berlin yazarları çeken bir şehir. Yazarları desteklemek için böyle bir burs ödülü veriyorlar. Kitabımın projelendirilmiş haliyle örnek bir metinle başvurdum. Almanya’da pek çok yazar burslarla, desteklerle geçiniyor. Bizim ülkemizde maalesef yazarların durumu farklı.

Çocuk Kitapları

Güneş Hırsızları

Doğu Yücel

Can Yayınları

Sabah uyanıyorsunuz, bir bakıyorsunuz her yer karanlık, güneş yok! Işığa duyarlı bir uzaylı ırkı dünyada yaşayabilmek için güneşe perde çekmiş, insanlığı karanlığa hapsetmiş. Doğu Yücel, insanlığın direnişini anlattığı distopik novellası “Güneş Hırsızları”na ek olarak büyülü gerçekçilikten masal edebiyatına, korkudan bilimkurguya uzanan on bir öyküyle okurların karşısına çıkıyor. Yazar, sıradan insanların başına gelen sıra dışı hikâyeleri anlatırken okurlara sorular da yöneltiyor.

Sihirci Çırağı

Ross Mackenzie

Domingo Yayınları

Fantastik bir maceraya hazır olun! Hiçbir Yer Dükkânı her an, her yerde karşınıza çıkabilir! Labirenti andıran odalarıyla burası okurların en uçuk hayallerini bile gerçeğe dönüştürebilir. Bir odada yıldızların arasında uçabilir, bir diğerinde tüm insanların hayat hikâyeleriyle dolu Ruhlar Kütüphanesi’nde kaybolabilirsiniz.
Ancak tüm bunların elbette bir bedeli var. Domingo Yayınları’ndan çıkan ‘Sihirli Çırağı’ kitabında okurlar sınırsız hayal dünyasını keşfedecek.

Benim Babam Dalgıç

Elisa Sabatinelli

Çeviren: Filiz Özdem

Yapı Kredi Yayınları

Ettore doğum gününde ilk dalışını yapacağı için çok heyecanlı çünkü denizin dibi sürprizlerle dolu. Denizle ilgili her şeyi çok seven meraklı çocuk, denize uzun yıllar emek vermiş köklü bir aileden geliyor. O da büyüyünce babası gibi dalgıç olmak istiyor. “Benim Babam Dalgıç” Elisa Sabatinelli’nin içinizi ısıtacak hikâyesi, Iacopo Bruno’nun etkileyici resimleriyle deniz sevgisi ve arkadaşlığa dair çok özel bir kitap.

Haftanın Kitapları

Thomas Mann ve Ailesi

Bir Yaşam Öyküsü

Çeviren: Kasım ve Yadigâr Eğit

Can Yayınları

Thomas Mann’ın devasa gölgesini rakipleri kadar ailesindekiler de hisseder. Her daim yanında olan eşi Katia, onu çocuklarından korur. Babası gibi ünlü bir yazar olmak isteyen oğlu Klaus, tutkuyla seven ve tutkuyla nefret eden büyük kızları Erika, mutluluğu ailesinden uzaklarda arayan çekingen Golo, müzisyen olmak isteyen ve ailenin beklentilerine karşı koyan Michael, hayvanlarla konuşmak ve dünyayı kurtarmak isteyen, babasının gözbebeği Elisabeth ve herkesin alay ettiği Monika. Hayatı uçlarda yaşayan, anne babasının servetini yok eden, hepsi Hitler’e düşman olacak çocuklar. Tilmann Lahme’nin belgesel romanı, Mann ailesinin sevgiyle, tarihsel sınavlarla ve ihanetle dolu destansı öyküsünü anlatıyor. 

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar

Atilla Dorsay

Remzi Kitabevi

Atilla Dorsay yazarlık yaşamı boyunca yaşadığı, kimileri neredeyse kavgaya dönüşen başlıca tartışmaları anlatıyor bu kitapta… Kimler yok ki? Aziz Nesin, Attilâ İlhan, Ertem Eğilmez, Vedat Türkali... Metin Erksan, Halit Refiğ ya da Yavuz Özkan, Yavuzer Çetinkaya gibi dönemin gençleri… Ankaralı sinemacılar, Yeşilçam’ın tüm kurumları, hatta Onat Kutlar bile var... Ya da Atıf Yılmaz’ı bir kadın yazara karşı kahramanca savunmak!... Ayrıca Serdar Turgut’tan Savaş Ay’a, Emre Aköz’den Murat Birsel’e, hatta Ayşe Arman’a kadar bir dizi isim… Renkli, esprili, 1960’lı 70’li ve 2000'li yıllara ışık tutan tartışmaları Atilla Dorsay’ın kaleminden okuyabilirsiniz.

Dünya Edebiyatı Üzerine

Diyaloglar

Ayfer Tunç, Murat Gülsoy

Can Yayınları

Edebiyatımızın önemli isimlerinden Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un 2013’ten bu yana Diyaloglar adı altında gerçekleştirdikleri etkinlikler kitaplaştı. Edebiyatseverlerin büyük ilgiyle takip ettiği buluşmaların video kayıtlarından derlenerek hazırlanan kitap; farklı coğrafyaların ve zamanların edebiyatlarıyla sanata, teknolojiye, tarihe, günümüzden geleceğe bir köprü oluşturarak kendini çoğaltan kaynak bir metin.

ÇOK SATANLAR

1. Seninle Başlamadı, Mark Wolynn

2. Mermer Adam, Jean Christophe Grange

3. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

4. Kaplanın Sırtında İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli

5. Atomik Alışkanlıklar, James Clear

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi